Bangkok’a ilk kez gittiğinizde kendinizi sudan çıkmış balık gibi hissetmeniz işten bile değil. Zira öyle bir kent düşünün ki, dönüşte orayla ilgili size sorulan ilk soru genellikle “Böcek yedin mi?” oluyor! Kızgın yağda kızartılmış çıtır çıtır böcekler, seyyar yemek satıcılarının tezgâhlarını süsleyen tatların en ekstrem örneği elbette. Nitekim sokak yemeği söz konusu olduğunda Bangkok, tam anlamıyla bir cennet; dünyanın en iyisi kabul ediliyor. Rayihalı noodle’lar, haşlanmış dumpling’ler, kızarmış ördekler, dilimlenmiş taze meyveler ve daha nicesi, kentin sokaklarının mutlak hâkimi. Ticari merkezi olan ve çok katlı lüks oteller, devasa alışveriş merkezleri ve gökdelenlerin gölgesindeki Sukhumvit sizi ‘geleceğe ışınlarken’ Chao Phraya nehri ile Sukhumvit’in arasında yer alan Rattanakosin, tarihî bir Uzakdoğu öyküsüne dekor olabilecek otantiklikte. Trafik deseniz, özellikle iş çıkışı saatlerinde size İstanbul’u mumla aratabilecek türde. Kentte trafik sorununu çözmek için yolların üzerinde beton desteklerle otobanlar ve sky-train’ler yükseltilmiş. Bunların trafiği çok da rahatlattıkları söylenemez, ama bu yol ağına, cepheleri elektronik billboardlarla kaplı gökdelenler de eklenince kendinizi Blade Runner setinde gibi hissederek oyalanabilirsiniz. Ayrıca, itiraf etmek gerekir ki, kentin trafiği bile çok ‘renkli’: yeşil renkli halk otobüsleri; çingene pembesi taksiler; üç tekerlekli, üstü kapalı bir motosiklet olan ve taksi olarak kullanılan mavi tuk tuk’lar ve yanlarında son model arabalar...
Asya’nın spiritüel ve tarihî dokusuna meraklı olanlar için de Bangkok bir hazine sandığından farksız; kentte irili ufaklı yüzlerce tapınak bulunuyor. Özellikle cadde ya da sokaklardaki tapınaklar, kentin gündelik yaşantısının doğal bir parçası olarak beliriyor. Esnafından şık giyimli iş adamına, sağlığı, refahı, huzuru için tütsü yakıp dua eden kent sakinleri, böyle yerlerde objektifinize sıkça takılıyor... Daha görkemli tapınaklar içinse Rattanakosin ve çevresine dümeni kıracaksınız. Bölgenin yıldızı, 1782’den 1946’ya kadar kralın resmi rezidansı olan Grand Palace ile iç içe geçmiş Wat Phra Kaew. Tapınakta yer alan ve yeşimden yapılmış Buddha heykeli, sadece Bangkok’un değil, Tayland’ın en saygın hazinelerinden biri. Aklınızda olsun, tapınağa kollarınızı ve bacaklarınızı örtmeden giremiyorsunuz.
Bangkok’a gitmişken görmeden dönmemeniz gereken bir tapınak daha var: Wat Pho. Burada, detayları ve çarpıcı renkleriyle göz kamaştıran el işçiliğini inceleyip kusursuz bahçelerinde dolaşarak bir tam gününüzü geçirebilirsiniz. Tabii sizinle beraber yüzlerce turistin de aynı gayeyle orada olduğunu görmek biraz canınızı sıkabilir. Ama son derece etkileyici Yatan Buddha heykelini görünce tüm hengâmeye değmiş diyeceksiniz, emin olun. Bu tapınak aynı zamanda geleneksel Thai masajının doğum yeri olarak kabul ediliyor. Vaktiniz varsa işin püf noktasını öğrenmek için tapınakta verilen masaj kurslarına katılın.
Bir sürü kent için “Gece hayatı çok renkli” denir, ama siz bir de Bangkok’u görün derim. Hava koşulları yüzünden (sıcak ve nem cumhuriyetine hoş geldiniz!) kent geceleyin, tüm renkleriyle önünüze seriliyor. Gece pazarları, sokakları dolduran seyyar yemek satıcıları, ‘kırmızı ışıklı’ gece kulüpleriyle Bangkok geceleri, en az gündüzleri kadar renkli, hareketli.
Silom civarında gece pazarları hediyelik eşya satın almak için ideal. Alışveriş yaparken aklınızda olsun: Esnafı pazarlık etmeye yatkın. Bangkoklular ürünlerine genellikle değerinin iki katı fiyat biçiyor, sonra pazarlıkla yarı fiyatına satıyorlar. Pazarlık, onlar için oyun gibi; bunu yaparken çok eğleniyorlar. Pazarlık etmeyip etiket fiyatını ödeyen müşterilere denk gelirlerse daha çok eğleniyorlar tabii... Alışveriş faslını yapıp aldıklarınızı otelinize bıraktıktan sonra istikamet, trendy Thonglor mahallesi olmalı. Bangkok’un Bad Motel, Iron Faeries gibi ünlü kokteyl barları ve gece mekânları bu bölgede yer alıyor. Eğlenceden eve dönerken bizde çorba içilir, kokoreç yenir... Malum, Bangkok’ta da bu açıdan seçeneğiniz çok. Ama dikkat edin de pişman olacağınız bir şey yemeyin!