Menekşe Gülben ÇAPAN - gulbencapan@gmail.com
Sanat tarihi’ dediğimiz terim henüz Türkiye için pek yeni. 1882’de, sanat tarihçisi, arkeolog, müzeci, ressam Osman Hamdi Bey tarafından kurulan ve 1928’de Güzel Sanatlar Akademisi adını alan Sanayi-i Nefise Mektebi, Türkiye’de akademik anlamda sanat tarihi eğitimini başlatsa da, bu kavramın günümüzde yaygın olarak kullanılması biraz daha sonraları, 1980’leri bulacaktır. Daha da yakın geçmişe, 80’lerin sonu 90’ların başına gidersek, sanat tarihi bölümlerinin Türkiye genelinde üniversitelerde açılmalarına tanık olabiliriz. Hem de en ücra köşelerinde bile. Türkiye’de çağdaş sanat her coğrafyada olduğu gibi ülke politikasına doğru orantılı olarak evriliyor. Tam da bu süreçte, Amerika – Rusya arası soğuk savaş bitiyor, Türkiye’de ‘80 darbesi yaşanıyor.
Dönemin başbakanı Özal’ın “dışa açılma” çabalarıyla Türkiye, küreselleşmenin beşiğinde büyüyor. Bu kültürel büyümenin sonucunda İstanbul haritada bir metropol olma sıfatına layık görülmeye başlıyor. Sanat işte tam da bu noktada ‘çağdaş’laşıyor. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) 1987 yılında ilk bienalini Beral Madra küratörlüğünde gerçekleştiriyor ve İstanbul Bienali, farklı kültürlerden sanatçılar ve izleyiciler arasında görsel sanatlar alanında İstanbul’da bir buluşma noktası oluşturmayı başarıyor. 1995 yılında René Block’un küratörü olduğu 4. İstanbul Bienali Türkiye’de bienal sistemindeki değişimi de beraberinde getiriyor. Block ve sonrasında, bienal tek küratörlü sisteme geçiş yapıyor, sergiye katılacak olan tüm sanatçıları belirleme hakkı farklı ülkelerden küratörlere değil, tek bir küratöre veriliyor. İKSV’nin şimdiye dek düzenlemiş olduğu 14 bienal, her iki yılda bir çağdaş sanatın yeni eğilimlerini bir araya getirmeye devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde açıklanan önemli bir bilgi ise, Fransa’nın en büyük güncel sanat merkezlerinden Palais de Tokyo’nun kurucularından olan ve hala Montpellier Contemporain’in direktörlüğünü yürüten Nicolas Bourriaud’nun 14 Eylül - 10 Kasım 2019 tarihlerinde gerçekleştirilecek 16. İstanbul Bienali’nin küratörlüğünü üstleneceği. Türkiye sanatında çok katkısı olan ilk ve tek modern müzemizin de tohumları 1987 yılında bienali takiben atıldı.
Bienalin, İstanbul sanat ortamına getirdiği ilgi ve dinamizmden etkilenen İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın kurucusu Dr. Nejat F. Eczacıbaşı, İstanbul’da daimi bir modern sanat müzesi kurmayı hedefleyerek İstanbul Modern’i hayata geçirdi. Geçtiğimiz günlerde Galataport projesi sebebiyle Pera’da geçici bir mekana taşınan İstanbul Modern’de son dönemlerin en ünlü heykeltıraşlarından İngiliz sanatçı Tony Cragg’in işleri sergileniyor. Hemen akabinde 2005 yılında Türkiye’nin tek çağdaş sanat fuarı Contemporary Istanbul, Ali Güreli tarafından kuruldu. Her yıl Eylül ayında, Lütfi Kırdar Kongre Sarayı’nda yer alan ve çağdaş sanat galerilerinin, sanatçılarının ve koleksiyonerlerinin buluşma noktası haline gelen, şehre müthiş bir enerji yayan fuarın yönetim kurulu başkanı Ali Güreli, fuarda yıllardır süregelen vergi sorununu ve galerilerin yurt dışı fuarlarına katılımı için devlet desteğinin de artık mümkün olacağını müjdeledi. “Contemporary Istanbul 13. yaşına geldi. İlk on yılda birçok değişiklik yaşandı, bir sanat pazarı oluşmaya başladı. Sanatçıların ve galerilerin yanı sıra koleksiyonerlerde de ‘uluslararasılaşma’ süreci gelişmeye devam ediyor. Kurumlar ve kişiler olarak uluslararası platformlarda çok daha fazla yer almamız gerekir. Sanatçılar yurt dışında sergi açabilmeleri, galerilerin fuarlara katılmaları, koleksiyonerlerin, küratörlerin yurt dışındaki çeşitli kurumların karar mekanizmalarına girmeleri yönünde hareket etmeliyiz. Bugün hala bunların eksikliği yaşanmaktadır. Önümüzdeki yılları bu sektörün kurumsallaşma ve uluslararası ilişkilerini geliştirme dönemi olarak görüyorum. Yeni müzeler, sanat merkezleri, sergi alanları açılacak. Mayıs 2018’de TİM bünyesinde kurulan Hizmet İhracatçıları Birliği Sanat ve Kültür dünyasındaki en kuvvetli sektörel örgütlenmeyi sağlayacak ve mevcut sorunların çözümü yanında sektörün gelişmesi için gerekli kararları da alacağına inanıyorum.
Bu örgütlenme yurt dışındaki etkinlikleri destekleme yanında başta vergisel olmak üzere birçok mevcut engelin kaldırılması yönünde hareket edecektir. Bu engellerin içinde sanat ve kültür kurumsal altyapısının gelişmesi amaçlı eksik olan teşviklerin ortaya çıkarılması vardır. İstanbul’a odaklanmış olan sanat endüstrisinin ülkenin diğer bölge ve kentlerine de mutlaka yayılması gerekmektedir. Bu amaçla özel sektör teşvik edilmelidir. Bu vakıf, planlama sürecinden başlayarak uygulamalarını da yine ülkede eksikliğini gördüğümüz ‘paylaşma ve birlikte karar üretme’ anlayışı ile sürdürecektir.” diyor Ali Güreli. Teşvik bir sistemin sağlıklı bir şekilde ilerleyebilmesi için şüphesiz ki çok önemli. Bu doğrultuda unutmamak gerekir ki, yıllardır piyasamızda devlet desteği olmaksızın, hiçbir kurum ya da sponsor olmaksızın Türkiye’deki sanatın evrilmesini sağlayan birçok galeri oldu. Art Basel, Art Cologne, Basel Hong Kong, Art Brussels, Frieze London, Armory Show gibi dünyanın en önemli fuarlarına sayısız katılan galerilerimiz var. Hiçbirinin başarısı yadsınamaz fakat bir tanesi var ki duruşuyla, sergileriyle ve kimliğiyle kendinden çok sistemi kazandırdı. Galerist’in kurucusu ve bugünkü Pilevneli Galeri’nin ve Türkiye’nin en önemli sanat yayını Istanbul Art News’un sahibi olan Murat Pilevneli’den efsaneleşen ‘Galerist’ gerçeğini dinliyoruz. “İzninizle 2000 öncesine girmektense Galerist sonrasına bakmak istiyorum. Galerist, Türk sanat ortamında çok önemli bir mihenk taşıdır. Satılamaz, bir galeride gösterilemez diyebileceğiniz, neredeyse her türlü teknikte yapılmış eserleri sergileyip, bunu satılabilir hale getiren bir kurum oldu. O dönemde bienal işi gibi tabirler vardı; yani uçuk kaçık, sadece bienalde gösterilen işler. Galerist bir kere bu algıyı yerle bir etti ve galericilik algısını tamamen değiştirdi, tek veya iki yöneticili, ev hanımıyken galerici olmak istemiş gibi görünen kişilerin galerilerinden kurumsal, 15-20 kişinin çalıştığı,