David Hockney, 1964 yılında Los Angeles'a taşındı. İngiltere'nin çoğunlukla soğuk ve kapalı havasından sonra Los Angeles'ın güneşi, canlı renkleri ve sanat dünyasının zirve yaptığı bir dönemde orada bulunuşu Hockney'e, ünlü havuz serisini yaratması için ilham verdi. Canlı renkler ve görece yeni bir teknik olan akrilik ile çalıştı.
Fovizm akımının önemli temsilcilerinden Henri Matisse, Nice'teki Hôtel Régina'da bulunan odasının duvarlarına kendi yüzme havuzunu resmetmeye karar verdi. Duvarlara beyaz kağıttan bir şerit yerleştiren Matisse, şeridin üstüne kendine özgü kesme yöntemiyle mavi yüzücüler ve deniz canlıları yapıştırdı. "La Piscine" (Havuz)" entalasyonu, Matisse'in mekana özgü ürettiği ilk ve tek kesme tekniği kullanımı örneği olarak sanat tarihine geçti. Matisse'in "La Piscine"i New York'taki Museum of Modern Art'ta (MoMA) sergileniyor.
Suyu daima eserlerinin bir parçası olarak kullanan ve hiperrealistik heykelleriyle tanınan ünlü sanatçı Carole A. Feuerman, sıvıdan katıya ve buhara geçiş yapabilen suyun özündeki dönüşüm gücüne hayranlığını eserlerine de taşıyor. Feuerman'a göre su, hepimizi birleştirdiği, yaşamı sürdürdüğü, denge ve ahengi sembolize ettiği için her birimiz aslında yüzücüleriz. Bu nedenle sanatçının çoğu heykelinde özne; yüzücüler. Heykellere yakından baktığımızda ise sanatçının, beden dilinin sırlarına odaklandığını fark ediyoruz. Mimikler ve bedenin duruşu, o an yakalandığı hareketin formu ile kişilerin duygu durumlarını yansıtıyor.
2016 yılının başlarında, sanatçı ikilisi Elmgreen ve Dragset, Public Art Fund tarafından New York'taki Rockefeller Center'da 1950'ler tarzı bir yüzme havuzu kurmak için görevlendirildi. İkilinin imzası olan ironik ve mizahi stillerine uygun olarak; kurulan havuz enstalasyonu, içinde yüzmek veya içine herhangi bir şekilde girmek için değil. "Van Gogh's Ear (Van Gogh'un Kulağı)" ismi verilen eser, dikey bir şekilde meydanın ortasına konumlandırılıyor. Böylece hem yatay ve erişilebilir yapıdaki havuz formu hem de dolayısıyla izleyici olarak bizim beklentilerimiz bozuluyor.
David Hockney, Los Angeles'a ilk taşındığı 1964'ten 80'lere kadar birçok havuz resmi yaptı. Bu havuz ve su tasvirlerinin hepsi birbirinden farklıydı. Aynı veya benzer tarzlarda çizilmiş de olsalar su, hiçbir resimde birbirinin aynı değildi. Bazen donuk ve sert bazen yumuşak ve kırılgan görünüyordu. "The Splash" resminde minimal ve detayların öncelikli olmadığı bir tarz görüyoruz. Ancak az önce birinin havuza atlamış olduğunu hissettirmek için sudaki sıçrama, köpük ve damlalar inanılmaz bir detaylandırmayla çizilmiş.
Muhteşem optik illüzyonlar yaratmasıyla tanınan Leandro Erlich'in "Swimming Pool" enstalasyonu, çağdaş sanatın en popüler örneklerinden biri. Basit bir perspektif oyunuyla olağanüstü bir tasarıma dönüşen eserde ziyaretçiler, havuzun iç kısmından girdiklerinde aşağıdan yukarıya doğru bakarlarsa kendilerini su altında hissettiren bir görüntü görüyorlar. Sanki havuzun dibinde yüzerken kafanızı kaldırıp su yüzeyine doğru bakıyormuşsunuz gibi bir manzara. Havuzun dışından aşağı doğru bakan ziyaretçiler ise aşağıdaki insanları suyun altında gibi görebiliyor. Bu görsel illüzyon iki kısım arasındaki birkaç santimlik suyla kaplı bir cam panelle sağlanıyor.
Fotoğrafçı Wolfgang Tillmans, günlük ve "sıradan" olanı yansıttığı fotoğraflarıyla ünlü. Arkadaşlarını fotoğrafladığı portrelerinden gece hayatının en doğal haliyle yansıdığı karelerine, çağdaş kültürü kayıt altına alıyor. Sanatıçının geleneksellikten uzak fotoğraflarından biri de "Halenbad, Detail". Eser, bir belediye havuzunun fayans, tırabzan ve suyuna odaklanıyor. Bu tanıdıklık hissi, izleyenin burnunda yoğun bir klor kokusu duyulmasına neden olabilir.
Yüzme havuzu fotoğraflarıyla ünlü sanatçı Maria Svarbova'ya ait 2014 yılında başladığı ve bugüne kadar gelişmeye devam eden "In the Swimming Pool", sanatçının şimdiye kadarki en büyük konsepti. Halka açık yüzme havuzlarına olan hayranlığı, görsel stilinin imzalarını taşıyor. Eski havuzların steril ve geometrik ruhu, Svarbova'nın fotoğraflarının tonunu belirliyor. Zaman zaman çağdaş, minimal bir tabloyu, zaman zamansa neredeyse Wes Anderson filmlerinden bir kareyi andıran bu fotoğraflar, yumuşak renkler ve retro görünümler ile sinematografik manzaralar sunuyor.
Maude Ovize, suyu ve yüzücüleri başrolüne alan çağdaş ressamların başında gelen isimlerden. Kendine özgü figüratif çalışmaları genellikle öznelerini suda tasvir ediyor çünkü sanatçı "Suyun, ışığın açığa çıkmasına izin veren, gizli dünyaları yansıtan bir yaşam matrisi olduğuna" inanıyor. Ayrıca Ovize, suyun aynı zamanda bir eşik, içeriden dışarıya, batık olandan yeraltına bir geçişi sembolize ettiğini düşünüyor. Ağırlıklı olarak tuval üzerine akrilik ve yağlı boya ile çalışan Maude Ovize'in eserlerinde, kendisiyle benzer konuları geçmişte ele almış sanatçıların işlerine göndermeler de hissedilebiliyor.
Manzara resimlerinde yaşadığı veya ziyaret ettiği yerlerden ilham alan Dan Attoe, alışık olduğumuz görsel dile meydan okuyor. "Mountain Swimming Pool" gibi eserlerinde, zıt kutupları bir araya getirerek seyirciyi şaşırtmayı ve sorgulatmayı başarıyor. Bu yağlı boya tablosunda yüce görünümlü, doğa oluşumu dağ manzarasını, insan yapımı yapay ve küçük bir havuz ile bir araya getirerek doğa üzerindeki etkimizi tartışıyor.
David Hockney'nin "Yaşayan Bir Sanatçıya Ait En Pahalı Eser" unvanını kazanan "Portrait of an Artist (Pool with Two Figures)" resminde güneşin suda yarattığı ışık oyunları ve gölgeler ince ince işlenmiş. Bu anlatım, suyun akışkanlığını ve yumuşaklığını hissetmemize yardımcı olurken, neredeyse izleyicide mutlulukla karışık duygusal bir his yaratıyor. Suyun değişken doğasını, yenilenme arzusuyla beslenen sanatının adeta yapı taşı haline getirerek, bugün tüm dünyanın tanıdığı David Hockney haline geldiğini söyleyebiliriz.
Denizin stilize edilmiş tasvirleri, Japonya'nın ukiyo-e (yüzen dünyanın resimleri) tahta baskılarında düzenli olarak yer alır. Ukiyo-e tarzındaki bu deniz sahnelerinin çoğu, okyanusu parlak mavi girdaplardan oluşan bir gövde olarak hayal eder ki bu da Hokusai'nin ünlü resmi "The Great Wave off Kanagawa"sında zirveye ulaşan bir estetik. "The Great Wave off Kanagawa", Japonya'nın en yüksek zirvesini farklı perspektiflerden gösteren bir dizi olan "Thirty-six Views of Mount Fuji"nin ilk parçası. Bu seri, Fuji dağına odaklanırken; "The Great Wave off Kanagawa" eserindeki dalga, denizin her şeyi gölgede bırakan gücünü merkezine alıyor.
1872 yılında Claude Monet, çocukluğunu geçirdiği sahil kasabası Le Havre'ı ziyaret etti. Bu tatil sırasında, Le Havre limanını gündüz ve gece, ayrıca şafakta ve alacakaranlıkta tasvir ettiği altı resimden oluşan seriyi yarattı. Seri, güneş ışığının su üzerindeki geçici etkilerini araştıran bir resim olan "Impression, Sunrise"ı da içeriyor. Bu deniz manzarası; kayıkların, gemilerin ve bacaların puslu siluetlerine sahipken; Monet, vurguyu kırılan güneş ışığının dalgalar üzerindeki etkisine yapmayı seçiyor. Bu bakış açısı, yalnızca eserin ismine değil, empresyonizm akımına da ilham veriyor.
Deniz ressamı olarak bilinen, romantik dönem Ivan Ayvazovski'nin en bilinen eserlerinden bir "The Ninth Wave". Tablonun ismi, eski bir denizcilik teriminden geliyor. Arka arkaya gelen büyük dalgalarla boğuşan bir gemi varsa denizciler, dokuzuncu dalgayı da aşan geminin Tanrı'nın yardımını alacağına inanır. Ayvazovski'nin eserinde de bir gece fırtınasından sonraki dalgalı denizi, enkaz halindeki bir gemiyi ve kazazedeleri görüyoruz. Kurtulanlar, dokuzuncu dalgayla birlikte Tanrı'nın yardımına ulaşmayı umuyor.
Deniz sanatçısı olarak tanınan önemli isimlerden biri de ressam Frederick Judd Waugh. Babası bir portre ressamı olan Waugh, kendi ilgi alanını denizde buluyor. Suyun en sakin halinden en haşin olduğu anlarına, gün doğumundan batımına tüm renklere büründüğü formlarına kadar Frederick Judd Waugh, deniz, okyanus ve suyu eserlerinde derinlemesine inceliyor.