Geçtiğimiz hafta sanat dünyasının gündemine oturan saldırılar yaşandı. İlk olarak, kısa süreliğine Londra'daki Ulusal Sanat Galerisi'ne getirilen Van Gogh'un "Ayçiçekleri" tablosu, üzerinde "Just Stop Oil" (Petrolü durdurun) yazan tişörtler giymiş iki iklim aktivisti tarafından saldırıya uğradı. Hazır çorbaları tabloya fırlatan iki kişi daha sonra ise ellerini yapıştırıcıyla duvara yapıştırarak açıklama yaptı. "Hangisi daha önemli: Sanat mı, yoksa insan hayatı mı? Sanat, yemekten ya da adaletten daha mı kıymetli? Bir tabloyu mu, yoksa gezegenimizi ve insanlarımızı mı korumak daha önemli?" diyen aktivistler, hemen sonrasında Birleşik Krallık'ın yeni petrol arama çalışmalarını durdurmasını talep etti.
İklim aktivistlerinin son hedefinde ise, Almanya'nın Postdam kentindeki Barberini Müzesi'nde sergilenen Claude Monet'ye ait "Les Meules (Tahıl Yığını)" adlı tablo vardı. İki aktivist, tabloya önce ellerindeki patates püresini fırlatırken, ardından ellerini esere yapıştırdı. İklim aktivistlerinin sanat eserlerine yönelik yaptığı bu saldırılar ilk değil.
Geçtiğimiz aylarda dünyanın en ünlü sanat eserlerine arka arkaya pastalı ve boyalı saldırılar olmuştu. İlk önce "Mona Lisa", daha sonra "İsa'nın Son Akşam Yemeği", sonrasında da Boticelli'nin "Primavera" tablosu aktivistlerin hedefi olmuş ve sansasyon yaratmıştı.
Peki bu eylemler 21. yüzyılda "Vandalizm mi?" yoksa "Farkındalık yaratan eylemler mi?" Ünlü tablolara yapılan saldırılar sonrası pek çok insan son günlerde bu soruları soruyor. Bu noktada hedefin temsil ettiği sembol üzerinden, vandalizm ve ikonoklazm arasında ince bir çizgide yüründüğünü söylemek mümkün. Somutlaşmış bir kültür olan sanatın değerli parçalarına gerçekleştirilen bu saldırı "Sanata saygısızlık ederek sorunlara dikkat çekmenin bir özü var mıdır?" sorusunu da düşündürmekte.