Çağın ötesinde olabilmek; bir yanda da çağın meselelerine baş kaldırmak sanatın olmazsa olmazları... Yeniliklerin anası, geleneğin babası sanat dünyası. Sanat nedir? Sanatçı kimdir? Sanat eseri denebilmesi için kriterler nelerdir? Yüzyıllardır tartışılan, yanıt aranan bu soru 21. yüzyılda da güncelliğini koruyor. Manet'nin 'Olympia' sından, Marcel Duchamp'ın 'Pisuar'ına sanat, o günün dışına çıkıp baş kaldırmak, yeni bir dünya yaratabilme umududur. Kavramların üzerinden izleyeni düşündüren, iç dünyasına götüren, sorgulatan, soru soran ve sordurtan büyük ustalar çoğu zaman yadsınmış; Paris Salonları'ndan uzaklaştırılmış; hatta aforoz edilmiş.
Bugünün yaşayan büyük ustaları, Anish Kapoor'dan Ai Wei Wei'e, tasarladıkları eserler üzerinden dünyalar yaratıyorlar. Basit ay çiçeklerinden dev hikayeler oluşturuyorlar. Konkav aynalarla iç dünyamızın hiç girilemeyecek yerlerine fener tutuyorlar; hatta kendileri ışık oluyorlar. Yapılmayanı yapmak; başka perspektifler getirebilmek, tersten düşündürebilmenin dışında, kavramları yeniden yaratabilmek ortak gayeleridir.
Sanat nedir konusunun hiçbir zaman tek bir yanıtı olamayacak, olmayacak. Ancak bugün sanat eseri denebilmesi için dünyaca kabul görmüş ilk kriteri, özgün ve otantik olmasıdır. Yenilik yaratırken, yalnızca bilen gözün anlayabileceği, geçmişe referans veren 'ufak' semboller, gelecekte de klasikleşeceğinin sinyalidir adeta.
Yine en kıymetli isimlerin başında yer alan günümüz sanat piramidinin tepesindeki isimlerden Jeff Koons, kendi yaşayamadığı çocukluğundan yola çıkarak yarattığı 'Balon Köpekler' ve 'Balon Oyuncaklar' ile müzayedelerde satış rekorlarıyla anılmakla beraber; tutkulu ve ciddi bir empresyonizm hayranı ve koleksiyoneridir.
Mike Winkelmann, "Everydays: The First 5000 Days"
2012 yılındaydı; Art Basel'de Norman Rosenthal'ın, Jeff Koons'la yaptığı 25-30 kişilik bir söyleşiye katılmıştım. Rosenthal çok basit bir soru sormuştu Koons'a. 'Güncel sanatın en bilinen ismiyken nasıl olur da güncel sanat değil, klasik sanat topluyorsun?'
Jeff'in yanıtı daha da basit; daha doğrusu yalındı: 'Yaşamadığım bir döneme ait eserlerle yaşayabilmek, neredeyse gerçeküstücülük, bir hayali yaşayabilmek gibi' demişti. Beni bu yanıt çok büyülemişti doğrusu.
Şimdi bugünlere daha da yaklaşalım. Sanat, yenilik, gelenek; birbirine kimi zaman görülen, kimi zaman görülmeyen zincirlerle bağlı. 'Sıkı sıkıya' üstelik. Dijital sanat da, bu zincirin elbette bir parçası. Üstelik bugün değil uzun bir zamandır. Dijital sanat önemli özel ve müze koleksiyonlarının parçası; kimi zaman yıldızı.
Koleksiyonerlerin son 15-20 yıldır en çok sorduğu sorulardan biri, video sanatı alınmalı mı? Kopyalanmayacağı veya çoğaltılamayacağının garantisi nasıl olabilir? Kaç edisyona kadar alınmalı? 15 yıl kadar evvel olmalı, meşhur fotoğrafçı Bert Stern'in 'Marilyn Monroe's Last Sitting' sergisini Paris Musee Maillol'de sevgili babam Raffi Portakal ve dostu, müzenin kıymetli direktörü Olivier Laurquein ile Rodin heykellerinin arasında beraber gezmiştik.
Bu fotoğraflar daha evvel hiç görülmemiş, Marilyn'in son fotoğraflarının dev halleriydi. Rodin heykelleri ile çevrili böylesi bir müzede; ikonik Marilyn'in en duygusal halinde yolculuk yapabilmek hipnotik bir hissiyat yaratmıştı üzerimde. İstanbul'a getirmeliyiz diyordum. Kimi fotoğrafın edisyonu yoktu, yani 'unique' ti. Kimisi çok limitli basılmıştı. Babam kalbimi okumuş olacak; 'Biraz bekle, izle öyle karar verelim' demişti, müzenin karanlık koridorlarında. Üstelik Olivier'nin yanında Fransızca. Ben gençlik heyecanı ile hafif sabırsızlık gösteren vücut dili sergilemiş ama patronumun sözünü dinlemiştim.
Sonraki bir iki sene Bert'in Marilyn'leri uluslararası birçok fuarda karşımıza çıktı. Bert maalesef telif hakkını kaybetmiş, sayısız 'Marilyn Last Sitting'e rastlanır olmuştu. İlk günlerde istenilen fiyatlar onlarca euro iken; giderek binlerce basılan fotoğraf 'ucuzlamış' ve her yerde bulunur hale gelmişti. Bu, iyi koku almanın ve hiç şüphesiz deneyimin kıymeti elbette.
Fotoğraf, video ve dijital işler... Müzayedeler, rekor satışlar; sanat eserlerinin uluslararası platformda (son 10-15 senedir) özellikle yatırım aracı olarak görülmesi; sanat piyasalarının bitcoin'le tanışması; Christie's'de geçtiğimiz ay satılan 'en pahalı' dijital iş derken, bu konu iyice gündem oldu.
Kripto paranın, bitcoin başta olmak üzere inovatif sanat piyasasında yerini alacağı şüphesiz. Birçok enstrüman ile alışveriş yapmayı sevenler, sanatseverler, koleksiyonerler veya fon yöneticileri için nispeten uzun vadede heyecan verici araçlar.
NFT yani 'non fungible token'; değiştirilemez simgeler, işaretler, digital sanatın bir nevi görünmez dünyasının görünür sertifikaları; pasaportları; aşı karneleridir. Dijital işlerin çoğaltılabilme olasılığını görerek, NFT eser sahibini; duvarına asamasa da, bahçesine koyamasa da; o an paraya, altına çeviremeyecek olsa da orijinalinin, otantik olanın sahibi kılan yeni bir değerleme biçimi desek doğru tarif etmiş oluruz.
Sanatseverler için; sahip olma hissi ve otantik olma sevdasına uygun bir kodla yaratılmış NFT eseri izlemek, kimi zaman soru işaretleriyle dolu da olsa, günümüzün bir parçası. Bu eserler kalıcı mı geçici mi göreceğiz. Jack Dorsey'in ilk tweet'ine NFT dünyasında iki buçuk milyon dolar verilmişse; daha nice 'Beeple' orijinal adıyla Mike Winklemann hikayeleriyle karşılaşacağız gibi duruyor.