Bir sanatçı olarak kendinizi keşfetme süreciniz nasıl bir ortamda gerçekleşti?
Çocukken hakim olmak isterdim. Ailemin sanatla hiçbir alakası olmadı, sanat okumak zengin çocuğu işiydi. Ninja Kaplumbağalar sayesinde dört Rönesans Dönemi ressamının adını ders kitaplarından öğrenmiştim. Bir de kulak koparan Van Gogh ve sürrealist Dali. Ortaokul yıllarımda feminen davranışlarımdan dolayı diğer çocuklardan zorbalık görürdüm. Buna sık sık tanık olup beni korumaya çalışan resim öğretmenim, beni Anadolu Güzel Sanatlar Liseleri'nin sınavına girmeye ikna etti. Kısacası öğretmenimin bu yönlendirmesi hayatımın dönüm noktası oldu ve sonrasında ötekileştirildiğimin farkına varmamla, sanatçı olarak kendimi kurmam/keşfim birbirine paralel, zorlu bir ortamda gerçekleşti.
Sizce bir sanatçı için eğitim, yetenekle karşılaştırıldığında ne derece önem taşıyor? Siz hangi okullarda eğitim aldınız?
Eğitim, size çalışma ortamı verdiği ve sizi, sizin gibi arayışlardaki farklı yaş, ortam ve kültürden gelen insanlarla (diğer öğrenciler, akademisyenler, sanatçılarla) bir araya getirdiği müddetçe anlamlı olabilir. Kısacası küçücük çalışma alanlarıyla, öğretmen-öğrenci hiyerarşisiyle sanat eğitimi veren kurumların, yarardan çok zarar verdiğini düşünüyorum. Bununla birlikte yetenek denen şeye de pek pirim vermem. Sadece başlangıç için iyi bir kıvılcım olabilir. Bir sanatçı için en iyi okul şehirdir. Ben ilk olarak Trabzon Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi'nde çok şey öğrendim. Sonra Eskişehir'de Anadolu Üniversitesi GSF Resim Bölümü'ne girdim. Çok değerli birkaç hocam olsa da berbat bir okuldu. Uzaklaştırıldım ve eğitimime Viyana Güzel Sanatlar Akademisinde devam ettim. 2010 yılında mezun oldum ve iki yıldır da aynı kurumda öğretim görevlisi olarak çalışıyorum.
Viyana'daki atölyenizde çalışmalarınızı sürdürüyorsunuz. Bu şehrin sanatınıza olan katkıları neler?
Sanırım en büyük katkısı çalışmak için zaman ve stressiz bir alan sağlıyor olması. Sanki kırsalda gibi. Öte yandan İstanbul'a kıyasla küçük bir şehir olmasına rağmen Viyana birbirinden farklı birçok galeri ve sanat kurumuyla uluslararası sanatçıları sergileyen bir şehir. Benim için resimleri orijinal görmek önemli bir tecrübe. Ayrıca sosyal devletin varlığı ve düşük kiralar sürdürülebilir bohem bir hayata olanak da sağlıyordu. Ev ve atölye kiralayabilmek için kötü bir işte haftada dört gün çalışmam yeterliydi ve sürekli resim yapmak için zaman yaratabiliyordum.
Eserlerinizde sizi tanımlayan, özgün çizginizi nasıl açıklarsınız?
Birkaç şeyi vurgulayabilirim. İlk olarak, tuval yüzeyinde belli bir kayıtsızlıkla ve aynı zamanda ne yaptığımın çok farkında olarak hareket ediyorum. Çoğu zaman zevksizlik, kasıtlı bir amatörlük, hoş olmayan renkler, bulanıklık amaçlıyorum. Eski ile yeninin çatışması, tarih ve mitleri öznel veya güncel politik olanla birleştirmem, melankoli ve mizahın birlikteliği, yaptığım resmin özellikleri diyebilirim. Ayrıca her ne kadar anlatımcı bir resmim olsa da pedagojik ya da didaktik olmaktan kaçınırım. İsterim ki izleyici, resme baksın ve baktıkça daha fazlasını görsün; o yüzden kompozisyon örgüsünü genelde izleyiciyi içine alacak şekilde kurarım. İzleyiciye tamamen homojen ve tutarlı bir resim vermektense, onu heterojen bir evrenle karşı karşıya bırakmak isterim. Bu yüzden izleyicilerden çoğu zaman bir şeye tanık oluyorlarmış gibi hissettiklerini duydum.
Sanatta yaratıcılıkla ilgili neler söylemek istersiniz?
Sanatta yaratıcılık dediğimiz şey, belli bir farkındalıkla, kapasitemizin izin verdiği şeyi kavramsallaştırmak, bunda ustalaşmak ve daha sonra bunun için belli kurum ya da kişilerden onay alabilmek demek.
Yaratım sürecinizden bahsetmenizi istesek, nasıl gelişiyor?
Huzursuz ama keyifli bir süreç. Bir şeyler aklıma geliyor, eskiz yapıyorum, sonra beğenmiyorum. Beğenmemekten yorulduğum an, düşünceden eyleme geçmem gerektiğini anlıyorum, tuvalin önünde oluyorum. Tuvaldeki ilk resim neredeyse her zaman sıkıcı oluyor. Sonra eğlenmek için bu sıkıcı resmi bozmaya başlıyorum. Kura boza, koya çıkara ama her zaman eğlenerek, keyif alarak resim yapıyorum. Eğer sıkılıyorsam hemen o işten uzaklaşmam gerekir.
Renkli ve oldukça canlı bir paletiniz var. Sizin için renk, imgeleri ifade etmede nasıl bir önem taşıyor?
Renk, resmin sınırlı olanakları içinde bir tercih ve son üç-dört yıldır resimde rengi de kullanmaya karar verdim. Renk benim için vazgeçilmez değil ancak figüratif bir resimde, ressamın lehine çalışır. Çünkü onu gözün ve kameranın doğada gördüğünün ötesine taşıyabilecek etkili bir araç.
Galerist'teki ilk kişisel serginizi sanatseverlerle buluşturuyorsunuz. Bu sergi hangi tema üzerinden şekilleniyor?
Sergi sürekli ileri gitmek, büyümek ve gelişmek çıkmazında olduğumuz fikri üzerinden şekillendi. Her bir tuval özgün bir hikayeyi betimliyor olsa da resimlerdeki ifade bütünlüğü tek bir duyguyu işaret ediyor. "Daima İleri" başlığını seçtim çünkü çağrıştırdığı cengaver iyimserlikle, çok şey vadediyor gibi ama yanıltıcı...
"Daima İleri" serginizden sanatseverlerin hangi duygu ve düşünceyle ayrılmasını dilersiniz?
Sanırım ben izleyici huzursuz olsun istiyorum. Sanki çok rahatlarmış gibi ve bu resimlerin satılmak gibi bir derdi yokmuş gibi. Aslında iyi bir romanı sefil karakteriyle bile özdeşlik kurarak okuruz ya, severek bitiririz ve bu bizi başka kitaplara sürükler, isterim ki böyle ayrılsınlar sergiden.
Sanat sizin için nasıl bir yolculuk?
Özünde, özgürlükçü, özgürleştirici bir yolculuk.
Gelecekte bir sanatçı olarak kendinizi nerede görüyorsunuz?
Çok uzun vadeli düşünmemeye çalışıyorum, kısmet...
Porte Fotoğraf: Silva Bingaz