Hala mücadele ettiğimiz pandemi sürecine, hepimizi çaresizliğe sürükleyen orman yangınları da eklenince 'eko anksiyete' dediğimiz endişenin etkisine girdik. Peki, nedir bu eko anksiyete? Amerikan Psikiyatri Birliği (APA) tarafından 'çevresel felaketin kronik korkusu' olarak da adlandırılan eko anksiyete, gezegendeki değişikliklerle ilgili artan umutsuzluğun tetiklediği, bireylerin çevre ile ilişkisinde meydana gelen kronik veya şiddetli kaygı türü. Eko anksiyete, orman yangınları dahil olmak üzere iklimle ilgili aşırı hava koşullarını yaşamaktan, kendinizin ve sevdiklerinizin risk altında olmasından dolayı duyulan endişeden kaynaklanabilir. Eko anksiyete hali hazırda herhangi bir durum olmadığı halde kronik şekilde devam eden, her an doğal bir felaket yaşanacağına dair endişe durumudur. Kişinin gündelik işlevlerinde bozulma, umutsuzluk hissi, duyarsız kalan kişi veya kurumlara karşı öfke duyma şeklinde belirtiler ortaya çıkabilir.
Toplumdaki her bireyin sağlıklı bir düzeyde bu kaygıyı deneyimliyor olması ve kolektif bir şekilde bu duygunun yönetilmesi, uzun vadede hem kişilerin ruhsal ve bedensel sağlığı için hem de çevrenin daha yaşanılabilir olması için önemli.
Kaygı belirli bir noktaya kadar normal ve gereklidir. Hatta gündelik hayatta harekete geçmek için belirli dozda kaygı duygusu da gereklidir. Bu sebeple eğitim, sağlık, hukuk gibi toplum düzenine doğrudan ve dolaylı yoldan etkisi olan alanlarda görev yapan insanların bu kaygı konusunda bilinçli olmaları ve zaten bunu belli düzeyde yaşamalılar.
Bilinçlendirme grupları ve çalışmaları özellikle bu dönemde son derece önemli. Çevre bilincini ve duyarlılığı artıracak, doğayı koruyacak, önlenebilmesi mümkün durumların önüne geçebilmek ve bu durumlara yönelik kaygıyı azaltabilmek adına bu grupların ve çalışmaların artırılması, devletçe de desteklenmesi etkili adımlar olabilir. Burada amaç, hem çevreye karşı duyarlılık geliştirmeye yardımcı olmak hem de eko anksiyete sürecini sağlıklı yönetebilmek.
Bugün gündemde ne yazık ki orman yangınları var. Herkes elinden geldiğince yardım etmeye çalışıyor, destek oluyor, üzülüyor, kızıyor, kaygılanıyor... Ancak ne yazık ki bu duyarlılık sadece felaket esnasında oluşuyor. Her şey yolundayken bu hassasiyet çok yüksek düzeyde olmuyor. Bu felaket geçince herkes hayatına kaldığı yerden devam ediyor ama kaygısı yüksek kişiler bu kaygıyla baş etmek zorunda kalıyor. O nedenle toplumsal bilincin oluşması, hem kaygılı kişilerin kaygılarını yönetebilmesi açısından kolaylık sağlar hem de iklim değişikliğinin ortaya çıkardığı olumsuz durumlarla baş etme becerilerinin gelişmesine katkıda bulunur.
İhtiyacınız dışında alışveriş ve ulaşım tercihlerinizi daha sürdürülebilir olanlarla değiştirip karbon ayak izinizi azaltabilir ve yakın çevrenizle bu konudaki kaygınızı paylaşıp onların da çevreye karşı duyarlı tercihler yapmasına destek olabilirsiniz.
Mahallenizde geri dönüşüm kutusu bulunmuyorsa belediye ile iletişime geçip bu konuda bir adım atmasını isteyebilirsiniz.
İmkanınız varsa bahçecilikle uğraşabilir yoksa balkon bahçeciliği denilen ve saksıda yetiştirilebilen bitkiler ekebilirsiniz.
Çocuğunuz varsa birlikte doğada vakit geçirebilir; çocuğunuza erken yaşta doğa bilincini aşılayabilirsiniz.
Geri dönüşüm, gıda atığını azaltma gibi konularda araştırmalar yaparak; sosyal sorumluluk projelerine katılarak ve hatta bu projelerde öncü olarak kendinizi ve etrafınızdakileri çevre bilinci konusunda geliştirebilirsiniz.