Eray ERKOCA – eray.erkoca@alem.com.tr
Fotoğraflar: Matt HOLYOAK, Joseph SINCLAIR
Geçtiğimiz Pazar günü Netflix yapımı “The Crown”ın üçüncü sezonu nihayet izleyici ile buluştu. Bu sezon zamanda ileriye gidiyor, 1964-1977 yılları arasına odaklanıyoruz. Soğuk Savaş paranoyasından uzay çağına, 60’ların çalkantılı politik ikliminden 70’lerin hızlı sosyal hayatına… Kraliyet Ailesi daha modern, daha özgür olan bu çağa ayak uydurmak, kendini yenilemek zorunda. Kişisel hırsları, romantizmi ve siyasal rekabeti ele alırken, 20. yüzyılın ikinci yarısının sosyo-politik atmosferine ışık tutan yapım bizleri Kraliçe II. Elizabeth’in uzun soluklu hükümdarlığının ikinci perdesi ile baş başa bırakıyor. Üçüncü sezonu iple çekmemizin bir başka sebebi ise oyuncu kadrosunun tamamen yenilenmesi. Belki Claire Foy’un Elizabeth’ine, Matt Smith’in Philip’ine çok alışmıştık ama geçtiğimiz yıl Yorgos Lanthimos imzalı “The Favourite” filmi ile “En İyi Kadın Oyuncu” Oscar’ına layık görülen Olivia Colman’ın ve 2016’da “Outlander” dizisi ile Altın Küre’ye aday gösterilen Tobias Menzies’in meşaleyi devralacağını duyduğumuzda hepimizin içine su serpilmedi mi? Muhteşem bir oyunculuk çıkararak Foy ve Smith’i aratmayan Colman ve Menzies’e bu sezon Prenses Margaret rolünde, sıra dışı performansları ile tanıdığımız Helena Bonham Carter ve Prens Charles rolünde Josh O’Connor eşlik ediyor. “The Crown” heyecanı hepimizi sarmış, fötr şapkalarımızı çıkarıp başımıza geçirmişken üçüncü sezon ile ilgili merak ettiklerimizi dizinin yeni oyuncularına sorduk.
Kraliçe Elizabeth rolü için görüşmelere çağrıldığında ne hissettin?
Ailemle arabadaydım ve menajerim arayıp potansiyel bir rol olduğunu söyledi. İlk başta gizemli olmaya çalışıyordu ve rolün taçlarla ilgili olduğunu söyledi. Ne dediğiyle ilgili hiçbir fikrim yoktu. Menajerim “The Crown”dan bahsettiğinde çok heyecanlandım ve bir an önce yapımcılarla buluşmayı kabul ettim. Çok da istekli görünmemeye çalışıyordum ama son derece heyecanlandığımı itiraf etmeliyim.
Rolün senin olduğunu öğrendiğinde, nasıl bir hazırlık sürecinden geçtin?
Dropbox’ta The British Library ile karşılaştırılabilecek kapsamda bir araştırma bölümü var. Şimdiye kadar Kraliçe hakkında yazılmış ve beyaz perdeye uyarlanmış her şeyi kapsıyor. Anlayacağınız, okuyacak ve incelenecek çok şey vardı.
Ses tonun üzerinde nasıl çalıştın, merak ediyorum. Tekniklerinden bahseder misin biraz?
İnanılmaz bir ses ekibi ile çalıştım. Açıklamak çok zor, ekibin bana yap dediğini harfiyen yapıyordum.
Dizinin üçüncü sezonunda nasıl bir Elizabeth ile karşı karşıyayız?
Kraliçe ve Prens Philip’in evliliğinin oturmuş olduğunu görüyoruz. İkisi de yetişkin ve daha olgunlar. Bir taraftan hayatın getirdiği dertler ve sıkıntılarla uğraşırken, diğer taraftan çocuklarını büyütüyorlar. Sanırım her ailede olduğu gibi gençler yuvadan uçmaya hazırlanıyorlar, tabii oğlunuz prens ise durum biraz daha karışık. Bence Elizabeth görece stabil. Kaya gibi sert bir mizaca sahip. Hayatındaki sorunları çözmeye çalışıyor ve farklı sosyal koşullar altında öğrenmeye devam ediyor olsa da üçüncü sezonda aynı sert mizaçlı Elizabeth’i izliyoruz.
Peter Morgan’ın senaryosunu okuduğunda ilk tepkin ne oldu?
Peter ve ekibi umutlarımı ve hayallerimi fazlasıyla karşılıyorlardı. İlk iki sezonun hayranıydım ve senaryo mükemmeldi. Senaryonun mükemmelliğinden bir şey kaybetmeden ekrana taşınması beni inanılmaz heyecanlandırdı. Peter’ın kalemine bayılıyorum, kelimeleri o kadar güzel bir araya getiriyor ki…
TOBIAS MENZIES (PRENS PHILIP)
Prens Philip rolü için teklif aldığında ne hissettin?
İlk iki sezonu büyük keyifle izledim. Dizinin fan’ıydım desem doğru olur. “The Crown”a ve muhteşem yetenekli bir ekibe katılacağım için çok heyecanlıydım anlayacağınız. Olivia zaten ekibe katılmıştı. “The Night Manager”dan sonra tekrar bir araya geleceğimiz için daha da heyecanlandım.
Philip için nasıl bir araştırma sürecinden geçtin?
Epey okudum ve izledim. Eski kayıtları izlemek, ses ve mimikler için önemliydi. Bu insanlar son derece iyi tanınıyorlar, görünürler ve herkes onların farkında. Nasıl yaşadıklarını, nasıl hareket ettiklerini, nasıl konuştuklarını biliyoruz. Philip’i insanlara göründüğü şekliyle canlandırmak istedim. Karakterinde zıtlıklar barındıran çok yönlü biri olduğunu gördüğümde inanılmaz şaşırdım. Geleneksel, muhafazakar bir kurumun üyesi ama aynı zamanda son derece yenilikçi. Kraliyet ailesinin bugünkü modern haline gelmesinde Philip’in rolü büyük. Taç giyme töreninin filme alınması için çabaladığını çoktan gördük. Bu sezonda ise aile hakkında bir belgesel yapılması için uğraştığını görüyoruz. Philip bir kez daha aileyi modernize etmek ve dışarıya açmak için çaba sarf ediyor. Ayrıca pozisyonu üzerine kafa yoruyor. “Consort” belli belirsiz bir pozisyon, bu nedenle kendi rolünüzü şekillendirebiliyorsunuz. Philip’in pozisyonuna yön vermek için uğraştığını izliyoruz. Karakterin farklı yönlerini anlatmak Peter’ın işi tabii. Ben ise Peter’ın yazdıklarını hayata geçirirken, Philip’e detaylar ekliyor ve gerçek olmasını sağlıyorum.
Senaryoyu okuduğunda ilk tepkin ne oldu?
Senaryo mükemmeldi. Peter gerçekten çok iyi bir yazar, işinizi epey kolaylaştırıyor. Hikayenin yapısı ve çerçevesi o kadar kuvvetli ki içini mümkün olduğunca doldurabiliyorsunuz.
Üçüncü sezonda Philip’in hayatında neler değişiyor?
Üçüncü sezon 1964’ten 1972’ye kadar geçen süreyi kapsıyor. Her bir bölüm başlı başına bir film gibi. Genel olarak konuşmak gerekirse, evlilikleri ilk iki sezonda izlediğimiz inişli çıkışlı halinden farklı bir tarafa gidiyor. Bu sezon Elizabeth ve Philip evlilik dışı sıkıntılar ile uğraşıyorlar. Philip yaşlanmaya başlıyor ama alfa erkeği ve lider olmakla boğuşuyor. Pozisyonu sebebiyle eşinin birkaç adım gerisinden geliyor, bu devamlı bir soruna neden oluyor. Bir de çocukları ile ilişkisi var tabii. Bu sezon çocukların rolü büyük. Charles ile annesi arasındaki ilişki bu sezonun dinamiğini oluşturuyor.
HELENA BONHAM CARTER (PRENSES MARGARET)
“The Crown” ekibine katılacağını öğrendiğinde ilk tepkin ne oldu?
İlk olarak senaryoyu istedim çünkü Peter Morgan’ın kağıda aktardığı Margaret’ın nasıl biri olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Sonrasında, Margaret’ın son derece iyi bir rol olduğunu fark ettim ve ekibe katılmaya karar verdim.
Önceki sezonları seyretmiş miydin?
Aslına bakarsanız, pek çok şey ile tanışmam epey geç olur. “The Crown” ile de geç tanıştım. İlk sezondan sadece birkaç bölüm izlemiştim. Başlarda seveceğimi hiç düşünmedim, diziden son derece keyif almak benim için sürpriz oldu o nedenle. Rolü kaptığımda bütün diziyi izledim ve bayıldım.
Margaret’ı canlandırmadan önce nasıl bir hazırlık yaptın?
Margaret için epey hazırlandım. Dersimi iyi çalıştım anlayacağınız. Ciddi bir sorumluluğunuz var. Çünkü gerçek hayattan bir insanı canlandırıyorsunuz ve dizinin hayranı binlerce insanı hayal kırıklığına uğratmak istemezsiniz. Yapılacaklar listemin ilk sırasında Vanessa’yı aramak vardı. Vanessa bana okumaya değecek bir sürü biyografi önerdi. İlk iki sezonu izledikten sonra gerçek Margaret ve dizideki Margaret olmak üzere iki kişinin olduğunu gördüm. Dramatik nedenlerden ötürü alınmış kararlar vardı. Ben de işin içine bir miktar yaratıcılık katabileceğimin farkındaydım. Margaret’a benzemiyordum. Yani gerçekten benzemiyordum. Rolü teklif ettiklerinde, doğru insana sorup sormadıklarından emin olamamıştım. Vanessa Kirby’ye kıyasla tek avantajım, boyumun uygun olmasıydı. Prenses Margaret gerçekten minyon bir kadındı. Ben uzun bile kalıyorum. Boyu onun karakteri için çok önemli. Tanıştığım biri Margaret’ın karakterinde boyunun kraliçe olup olmamasından daha önemli olduğunu söylemişti. Bu onun ablası kadar önemli biri olmadığı hissini besliyordu. Kısacası, biyografileri okudum, Margaret’ı tanıyan insanlarla tanıştım. Hatta bir medyum aracılığıyla Margaret’a onu oynayıp oynayamayacağımı sordum. Dayım Prenses’i uzun yıllardır tanıdığından, gençken kendisiyle birkaç kez aynı ortamda bulunmuştum. Bir kez Windsor’da yanıma gelip “Evet, daha iyiye gidiyorsun” dedi. Hem iltifat edip hem de eleştirmekte çok iyiydi. Belki de bu onun yaptığı en tipik şeydi.
Üçüncü sezon Margaret’ın hayatının nasıl bir dönemini anlatıyor?
1964’ten 1977’ye kadar geçen uzun bir zaman aralığını ele alıyoruz. İlk iki sezonda seyrettiğimiz aynı karakterleri canlandırdığımızı düşünmemelisiniz. Peter Morgan bir keresinde bize, “Hepiniz bir zamanlar gençtiniz” demişti. Margaret çok yönlü, karmaşık, değişken biri. Hiçbir zaman ondan sıkılmazsınız. Prenses’in hayatının bu dönemi çok iyiye gitmiyor. Bu sezon Margaret’ın evliliğindeki sıkıntıları ve hayal kırıklıklarını izliyoruz.
JOSH O’CONNOR (PRENS CHARLES)
“The Crown”ın üçüncü sezonunda Charles’ı canlandıracağını öğrendiğinde ne hissettin?
Adeta kendimden geçtim. İlginçtir, Olivia ile Belçika’da bir drama çekiyorduk. “The Crown”ı zaten çok seviyordum ve rolü oynarsam ortaya ilginç bir şeyler çıkacağını hissediyordum. Charles’ı farklı bir açıdan gösterebileceğimi düşünüyordum. İnanılmaz eğlenceliydi.
Charles rolüne girebilmek için nasıl bir ön hazırlık yaptın?
Kariyerimdeki her rol için, karakteri yaratmadan önceki hazırlık sürecini her zaman çok ilginç bulmuşumdur. Her bir karakter için genelde çizimlerden, renklerden ve resimlerden oluşan bir hafıza defteri oluştururum. Charles için video ve görsel bulmak kolaydı ancak dizi detaylara çok önem verdiğinden sıkı çalışmak gerekiyordu. Beni araştırma ekibi ile tanıştıran maili aldıktan sonra, onlara Charles hakkında hangi kitapları okumam gerektiğini sordum. Ertesi gün kapıma sekiz kitap geldi. Kitaplar gerçekten işimi kolaylaştırdı.
Araştırma yaparken, nasıl bir Charles ile karşılaştın?
Farklı duygu durumları yaşadım. Önce hem Charles hem annesi hem de babası için kendimi üzgün hissettim. Sonrasında neşe ile doldum çünkü Charles’ın çocukluğuyla ilgili şahane hikayeler vardı. Beni gerçekten etkileyen şey, annesinin ölümü ile hayatının anlamını yerine getirebilecek bir adamın varlığı. Bu gerçekten anıtsal, felsefi bir şey. İnanılmaz heyecan verici. Okuduğum her şeyde ve çektiğimiz her sahnede, Charles’ın aslında tek istediği şeyin annesinin kapıdan girip onu kucaklaması olduğunu aklımın bir köşesinde tuttum. Bu her sahneyi oldukça duygusal ve yürek burkucu kılıyordu.
Olivia ve Tobias ile çalışmak nasıldı diye sorsam?
Olivia tam bir takım kaptanı. İnanılmaz nazik, düşünceli, şefkatli, profesyonel ve yetenekli. Beraber sahnelerimiz olduğu için kendimi çok şanslı hissediyorum. Onunla oynarken sanki şu zamana kadarki en iyi oyunculuğumu çıkarıyorum gibi. Dizide baba ve oğul arasında ciddi bir mesafe var. Benim için ilginçti çünkü gerçek hayatta babamla çok yakınızdır. Tobias ile aramıza nasıl mesafe koymamız gerektiğini uzun uzun konuştuk. İletişimsizlik gibi yüzeysel bir biçimde olmamalıydı bu. Daha çok uyuşamıyorlar gibi olmalıydı. Tiyatro bölümünü bitirdiğimde, Tobias ve Olivia benim idollerimdi. Anlayacağınız, hayallerim gerçekleşti.
RÖPORTAJIN TAMAMI BU HAFTA ALEM'DE.