Berin SOMAY – berin.somay@alem.com.tr / Fotoğraflar: Ertan DEMİRBİLEK
Sanatçı Çağatay Odabaş’ın hayatı, henüz dört yaşında küçük bir çocukken Süreyya Sinema’sında izlediği E.T. filmi ile değişmiş. “Bütün filmi ağzım açık izlemişim ve iş buralara gelmiş” diyen Odabaş, ‘pointilizm’ tekniği ile ürettiği işleri sanatın bir başka kolu olan sinemayla harmanlıyor. Bugüne kadar Marilyn Monroe, Jack Nicholson, Al Pacino ve Robert De Niro gibi önemli isimleri binlerce noktayla resmeden sanatçı, her filmdeki karakterin sadece bir kere resmini çiziyor. Eserin ‘unique’ olması, onun için olmazsa olmaz özel bir kural… ALEM’in 13. Contemporary Istanbul kapsamında hayata geçirdiği ‘What Collectors Collect’ adlı sergi projesiyle de yakın zamanda sayfalarımıza konuk olan Çağatay Odabaş ile Moda’daki atölyesinde bir araya gelerek sinema ve sanattan konuştuk.
Sanatla yollarınız nasıl kesişti?
Çok küçük yaşlardan beri çizimle iç içeyim. Üç-dört yaşındayken yaptığım çizimler bile atölyemde duruyor. Bu süreç bende oyun gibi gelişti. Çocukken aynı zamanda çok film izliyordum. 80’li yılların video kaset dönemi çocuğuyum ben. İzlediğim çizgi film karakterlerini hep resimlerime konu ediyordum. Daha sonra karikatür ve mizah dergilerine dönmeye başladım. Babam o dönem Gırgır, Hıbır gibi mizah dergilerini çok okurdu. Ben de dergileri okurken, çizimlerini taklit ederken bir anda mizah dergilerinde ufak tefek çizimler yaparken buldum kendimi. Rahmetli Oğuz Aral gibi önemli insanlarla birlikte o ortamda bulunma şansını yakaladım. Üniversite yıllarına gelince de çizimle ilgili sevdamı devam ettirmek isteyerek Güzel Sanatlar Fakültesi’ne girdim. Sanat maceram böyle başladı diyebilirim.
Peki sanat eğitimi almasaydınız, yine ressam olur muydunuz?
Ressam veya heykeltıraş olmak için sanat eğitimi bence şart değil. Bu eğitim sadece bir araç. Yeteneklerinizin daha hızlı ortaya çıkması veya daha hızlı şekillenmesi adına belli yöntemleri öğrendiğiniz bir kurum aslında Güzel Sanatlar Fakültesi. Sanatçı olmak başka bir şey... Bu kurumlardaki eğitim, sadece sizin yeteneğinizin gelişmesine sebep oluyor. Ülkemizde de Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okumamış olup, çok başarılı olmuş birçok sanatçı var. Ben iki tane Güzel Sanatlar Fakültesi bitirdim ama bunun bir şart olduğunu düşünmüyorum açıkçası.
Stilinizi ve eserlerinizi nasıl tanımlarsınız?
Benim stilim sinema ile çok iç içe bir stil. Dolayısıyla başlı başına sadece plastik sanatlardan faydalanarak oluşturduğum bir sistem yok burada. ‘Pointilizm’ adında kullandığım belli bir teknik var. Bu teknik daha önce de kullanılıyordu zaten fakat ben bunu şu anda çok disipline bir şekilde kullanıyorum. Pointilizmi, bir başka sanatın kolu olan sinemayla harmanlıyorum. Dolayısıyla hem teknik hem de içerik birbirini tamamlayarak yeni bir dil oluşturuyor. Buradaki önemli nokta, sinemayla plastik sanatlardaki başka bir şeyin birleşerek ortaya yeni bir dil, yeni bir ifade biçimi çıkarması.
İlham aldığınız kişiler var mı?
Az önce sorduğunuz soruyla çok bağlantılı bir konu bu aslında. Hem plastik sanatlar hem de sinema alanında ilham aldığım çok insan var. Rönesans’tan günümüze kadar pek çok önemli sanatçı var. Caravaggio ve Gerhard Richter gibi. Bunlar tabii ki bizi besleyen, ilham veren sanatçılar. Bunun haricinde de yine sinemaya baktığımızda Christopher Nolan’dan tutun, Stanley Kubrick’e kadar çok önemli yönetmenler var. Keza yönetmenlerin yanı sıra Robert De Niro, Al Pacino gibi çok önemli oyuncular var. Bu oyuncuların filmlerini izlediğim zaman da ilham alıyorum. Ve ben şuna inanıyorum; her sanatçının sanatının haricinde bir hobisi, bir tutkusu, bir uğraşısı olmalı. Benim de çeşitli koleksiyonlarım var. Evimde çok büyük bir sinema arşivi var. Hepsi ‘limited edition’ filmler. Ben bu dili sinemadan beslenerek oluşturdum. Yaşadığımız şeyler, ilham aldığımız şeyler haline geliyor zamanla. Tutkularımız, hobilerimiz, meraklarımız… Dolayısıyla ben de sinemayla bu tutkumu harmanladığım için ilham aldığım kişiler de genelde sinema üzerinden oluyor.
Yaratım süreçlerinizde nelerden beslenirsiniz?
Yaratım süreçlerinde de demin bahsettiğim gibi sinemadan besleniyorum. Fakat burada önemli bir nokta var. Ben her filmdeki karakteri sadece bir kere resmediyorum. Bu benim olmazsa olmaz özel bir kuralım. Dolayısıyla bu yaratım sürecinde, filmdeki sahneyi seçerken mümkün olduğunca çok iyi etüt edip, kendimi çok iyi tatmin edecek bir sahne üzerinde durmaya özen gösteriyorum. Bazen karakteri çok iyi işaret eden bir sahne olduğu gibi, bazen de karakter üzerinden filmi işaret eden bir sahne oluyor bu. Dolayısıyla yaratım süreci, tamamen filmin üzerinden kendini buluyor.
‘Pointilizm’ tekniği ile nasıl tanıştınız? Binlerce noktayla bir eseri tamamlamak günlerinizi alıyor olmalı…
Ben bu tekniği çok eskiden farklı malzemelerle uyguluyordum. Özel akrilik döküm boncuklarla abaküs tarzında işler yapıyordum. Onlar da çok büyük boyutlu işlerdi. Hatta o teknikle yaptığım ilk resim de sevgili Cem Yılmaz’ın koleksiyonundadır. Boncukları abaküs şeklinde dizerek bu matematiksel pointilizm tekniğinde ilerledim. Her sanatçının ilkel dürtülerinde boyaya dönme isteği olduğunu düşünüyorum. “Bu tekniği boyayla nasıl çözerim?” sorusunu kendime sorarak bugüne geldim. Burada tabii ki işlerimin el yapımı olması, büyük bir prodüksiyonla ortaya çıkması ve sabırla meydana gelmesi, işi güzelleştiren etkenlerden. Tabii bir eseri tamamlamak çok zaman alıyor, bitirmemiz minimum 70-75 günü buluyor. Atölyede birlikte çalıştığım bir ekibim de var. Ama sabır olduğu zaman, her şey çok güzel bir sonuca ulaşıyor.
Eserlerinizle Contemporary Istanbul’da da yer aldınız. Fuar boyunca nasıl bir ilgiyle karşılaştınız?
Contemporary Istanbul muhteşem bir fuar. Pek çok sanatçının, koleksiyonerler ve sanatseverlerle buluşmasını sağlayan muhteşem bir köprü. Bu fuar, sanatçıların bir yıl boyunca en iyi üretimlerini yapıp, paylaştıkları bir ortam. Dolayısıyla ben de bir yıllık bir çalışma sürecinin üzerine fuara katıldım. Hemen hemen her sene de katılırım. Bu sene yine çok memnun ayrıldım, çok büyük bir ilgiyle karşılaştım. Aynı zamanda bir eserim yurt dışındaki bir koleksiyona satıldı. Keşke bu fuarların sayısı daha fazla olsa. Dediğim gibi bir tane yetmiyor, tadı damağımızda kalıyor. Bu da bence fuarın kalitesinden kaynaklanıyor.