Sayın hocam, adınıza düzenlenen Saygı Günü çerçevesinde “Sahne ve Perde Çalışanlarının Hukuki Sorunları” ele alındı. Bu konulara yıllarını vermiş biri olarak, sanatçıların hukuki hakları konusunda ne söylemek istersiniz?
15 Aralık 2015 tarihinde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi İş ve Sosyal Güvenlik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Gülsevil Alpagut başkanlığında, adıma düzenlenmiş olan Saygı Günü beni hem çok mutlu etti ve onurlandırdı. Sanat ve sanatçılar bir ülkenin yüzüdür. Ülkemizde de özellikle sahne ve perde sanatı üçüncü bin yılda dünya standartları ile boy ölçüşebilir düzeydedir. Teknolojinin sağladığı imkânları kullanarak çeşitli efektlerin yaratıldığı batı dünyası filmlerinin sanatsal değerini tartışmadan, ülkemdeki sanatçıların performansının son derece başarılı olduğunu belirtmeliyim.
Perdenin ve sahnenin görüntüsünü en üst düzeye taşıyan icracı sanatçıların emeklerini arz ettikleri işveren karşısında, işçi niteliğinde sayılmamaları bu sektörün başarısını da zaman içinde olumsuz etkileyebilir. Hatta böyle giderse etkileyecektir. Bu nedenle bu sektör çalışanları ve çalıştıranlarının tümünün insani değerleri koruyarak kabul edilmiş kuralları dolanmadan uygulamalarını sağlamak gerekir. Sahaya uygun kural yok ise düzeni sağlamak için yeni kurallar geliştirilir.
Sanatçıların hukuki hakları konusunda diğer ülkelerle kıyaslama yapılırsa batıda bu alanda en elverişli koşullar hangi ülkeler? Amerika’daki çalışma koşulları nasıl?
Sanat dünyası bağlamında ülkeler açısından da farklılıklar olduğunu düşünüyorum. Bu konuda kesin bir bilgi vermek için güncel uluslararası çalışmalara ve AB direktiflerine bakmak gerekir. Ancak hatırladığım kadarı ile gerek UNESCO ve gerekse AB kurumları genel olarak sanatçıların durumlarının iyileştirilmesi için çalışmalar yapmaktalar. Özellikle icracı sanatçılar ki bunlardan işçi niteliğinde çalışanlarına tipik sözleşme ilişkisi ile çalıştıklarından, kural uydurmanın zorluğu işverenlerin bu sanatçıları istismar etmesine neden olmaktadır. Böylece sanatçıların ekonomik olarak çok zor durumda kalmaktalar. Amerika’da sanat sanatçı ve çalışma koşulları daha farklı.
Sanatçıların özellikle sahne ve perde çalışanlarının hakları açısından güncel uygulama hakkında şimdi inceleme yapmadan açıklama yapmam mümkün değil. Çünkü eyaletler arasında farklı hukuki statülerin varlığı sanatçılara uygulanan kurallarda da değişiklik gösterecektir. Türk vatandaşı olarak Amerika’da bir anlaşmaya dayanarak sanat icra etmek ile sanat öğrenmek ve eğitim almak için gitmek arasında fark var. Amerikan sanat okullarının, eğitim merkezlerinin, sağlanan staj olanaklarının teknolojik açıdan gelişmişliği tartışılamaz. Sanattaki özgürlük, sanata sanatçıya değer verme, insanın gelişmesinde önemli faktördür. Sanatçının icraatının, emeğinin meta olarak görülmediği, sektörde iş sahibi ile eşit düzeyde kabul edilerek bunların birbirlerini tamamlayan ikili olduklarının özümsendiği bir ortama erişilmesi özgür eğitim ile sağlanabilir.
Bizde geçmişten bugüne sanatçı haklarında yeterli bir düzeyde gelişme var mı?
Sanatçı kavramını genel olarak alırsak ve sahne ve perde çalışanlarını tüm sanat dalları ve sanatçıları içinde değerlendirirsek yeterli bir gelişme olduğunu söylemek güçtür. Sanat ve sanatçı geçmiş yıllara göre gerçekten performansta çok büyük bir aşama göstermiştir, gelişmiştir ve özellikle sahne ve perde sanatı ile ilgili sektörün gelişmesine canlanmasına neden olmuştur. Ancak hukuki haklar bakımından aynı sonucu söylemek mümkün değildir. Özellikle bağımlı olarak sanatını icra eden icracı sanatçılar açısından işverenlerin yasaları dolanmaları sanatçıların istismar edilmesine neden olmaktadır.
Gerek işsizlik ve ekonomik koşullar ve gerekse örgütlenme bilincinin gelişmemiş olması sanatçıların haklarına kavuşmasını engellemektedir. Günlük kazançlar daha önemli görülerek geleceğe yönelik yatırımlar düşünülmemektedir. Sanatçıların insan haysiyet ve onuruna yaraşır bir biçimde yaşamalarına imkân verecek, gelecek kaygısından uzak, eşitlikçi hakların sağlamasını mümkün kılabilecek emredici hükümlerin olmaması, günümüzde çözülmesi gereken sorun olarak karşımızda durmaktadır. Çözüm, bireylerin haklarına sahip çıkma bilincine erişmesi ve sübjektif düşünceden uzaklaşmaları ile mümkün olacaktır.
Kendinizden bahseder misiniz? Yıllar sonra geriye dönüp baktığınızda yaşamınızda etkili olan kişiler ya da dönemeçler oldu mu?
Uzun yıllardır bu planette yaşayan birisi için kendinden bahsetmek pek kolay sayılmaz. Eğitimle başlayalım, ilginç bir serüvenim var. Tıp tahsili için sınava çalışıp Hukuk Fakültesi sınavına girmek zorunda kalmış biriyim. Tıp Fakültesi Dekanı ve yönetimdeki profesör amcalar diyeceğim, çünkü babamın arkadaşları idiler; beni ikna etmediler ama yolumu saptırdılar diyelim. Sonunda hukuk da bana cazip geldi, fakülteye onunculuk ile girip dört senede bitirip hemen asistanlık teklifi aldım. Hukuk keyif aldığım ve bana kolay gelen bir bilim dalı oldu. Prof. Dr Rabi Koral ve Prof Dr. Halit Kemal Elbir’i burada anmak isterim; ışıklar içinde olsunlar beni sürekli korudukları için onlara minnettarım.
Gelişmemde çalışmamda istediğimi yapmakta bana hiç engel olmadılar. Geriye baktığımda olmadılar mı olamadılar mı diye de düşünüyor değilim. Ancak özgürlüğümün bilincinde olarak görev bilinci ile bana verilen tüm görevleri isteyerek ifa ettiğim gibi, inisiyatif kullanarak yapmam gereken tüm görevlerin de üstesinden geldiğimi ve onları hiç üzmediğimi söyleyebilirim. Benim için her iki hocamın da burada anlatması uzun süren işler yaptıklarını ve sevildiğimi belirteyim. Tabii her kurumda olduğu gibi bilinçli veya bilinçsiz çekememezlik, kıskançlıklar, hırslar üniversite hayatında da olabilmektedir. Bu tür davranışların yansımasının insanın varlık nedenine uygun olmadığını görerek benim altımda çalışanlara hiçbir şekilde gereksiz ve yanlış işlem yapmamanın mutluluğunu yaşamaktayım.
Gençlere rehber olması bakımından, başarınızı neye borçlusunuz, kısaca özetler misiniz?
Ben başarılı mıyım, evet istediklerimi gerçekleştirdim. Arkama baktığımda keşke şunu da yapsaydım diye bir düşünceye sahip değilim. Zaten ilerlemek için geriye bakmamak felsefem. Başarılı bir eğitim ve çalışma hayatının nedenini yine aileme bağlamak istiyorum, çünkü bana imkânlar tanıdılar. Değer verdiler, özgür bıraktılar ve çalış demediler. Neyin ne zaman ve nasıl yapılacağını sadece gösterdiler. Paranın gerekli olduğunu ve fakat önemsiz olduğunu hissettirdiler. Eğitim sistemindeki bana göre yanlışlıklar genç dimağları zorlamakta. Ancak temel sorun, ailelerden kaynaklanmakta diye düşünüyorum. Gençlerin öncelikle sevgiye ve ailelerine güven duymaya gereksinimi vardır. Gençlerin ailelerine güven duyması başarı için kaçınılmazdır.
Bir gününüz nasıl geçer? Güne nasıl başlamayı tercih edersiniz? Boş vakitlerinizi nasıl değerlendirirsiniz?
Sorunuzdaki boş vakit lafını kaldıralım. Hoşuma gitmeyen sorulardan en başta geleni boş vakit konusu. Şöyle ki bana göre bir insanın boş vakti hiç yoktur. İnsan denen varlık bu hayata bir iş yapmak çalışmak kendini geliştirmek başkalarına yararlı olmak gibi bir çok niteliklere sahip olabilmek için gelmiştir. Sonuç olarak insanın boş vakti olmayacağı için ben de hiç boş vaktim yok diyeceğim. Güne nasıl başlarım, hızlı ve çok aktif olduğum dönemlerimde sabahtan gece yarılarına kadar çalıştığımı hatırlıyorum. Araba kullanırken ders çalıştırdığım arkadaşım bile oldu. Halen onu anlatır ve güleriz. Şimdi ise Türkiye’de isem genelde telefonlarla güne başlamaktayım. Aynı zamanda güne sağlıklı ve dinç başlamak için gerekli ritüelleri ifa eder ve hafif bir kahvaltıdan sonra, pilates günlerinde hocam ile çalışır, sonra işyerimde yapılacak bir şey varsa veya yardımımı talep eden birisi ile görüşmem varsa onu gerçekleştiririm.
Gündemimde danışmanlık yaptığım hukuk bürosuna gitmem gerekiyorsa onlarla toplantı, vesaire gibi faaliyetlerde bulunurum. Genelde haftanın hemen her günü faaliyetlerimde dernek, vakıf toplantıları , konserler yer almakta. Yurt dışında ise milli komite başkanlığı yaptığım uluslararası bir kuruluşun toplantılarına seminerlerine katılmak, konuşmacı veya moderatör olmak gibi faaliyetlerim sebebiyle de, yılın belirli zamanlarında yurt dışında olabilmekteyim. Bu arada yurt dışında önemli müzik festivallerini de kaçırmamaya gayret ediyorum. Müziği içine çekerek dinleyen nefes almaya bile korkan dinleyiciler ile birlikte konser dinlemenin inanılmaz keyfini yaşamaktan son derece haz duyduğumu da belirtmeden edemeyeceğim.
Siz sosyal sorumluluk projelerine desteğinizle de biliniyorsunuz. Bunlardan bahseder misiniz?
Fakülte de iken bazı projelerde yer aldım gerçekleştirmeye çalıştık. Bunlardan bana göre en önemlisi, engelliler ile ilgili olan çalışmalarımızdır. Yasalara birçok hükmün geçmesine neden olabilmek toplum için yararlı bir çalışma oldu. Emeklilik dönemim de ise şimdi sağlık ve eğitim konusunda bana göre çok önemli iki proje üzerinde ilgili arkadaşlar ile çalışmaya çalışıyoruz.
Hayat felsefeniz nedir, kısaca özetlemek isterseniz...
İyi insan olmak, adil olmak, dürüst olmak, kendi çıkarı için başkasına zarar vermemek, yanlışlıkların üzerini örtmemek, mücadele etmek, insanlara yardım etmek, topluma faydalı işler yapmak, başkalarına elimden geldiğince imkan sağlayabiliyorsam, bunu sunmak veya çevremden yararlanmaları halinde mutlu olacaklarsa, bu imkanları sağlamak gibi amaçlarım ve faaliyetlerim olduğu için bunları varlık nedenim ile birleştirerek açıklarsam hayat felsefem ortaya çıkar.
Moda hakkındaki düşünceniz nedir? Moda sizin için ne ifade ediyor? Sporla aranız nasıl?
Bu sorunuz da yukarıdakilerle ilişkilendirilmeli mi? Öncelikle belirteyim sporla aram gençliğimde çok iyi idi. TED Ankara Koleji’nden mezun oluncaya kadar konservatuvardan gelen bir eğitmenin de nezaretinde Türkiye’de ilk ritmik jimnastik grubunun en iyi jimnastikçisiydim. Birçok gösteri yaptık, bedene hâkimiyetin ne denli güven verdiğini bu sayede hissettim. Yine okulda basket ve voleybol oynadım, bizim zamanımızda moda onlardı. Halen pilates yapmaktayım. Vücut ile ilgili başka sistemleri eğitim verecek kadar bilmekteyim ancak artık uygulamıyorum. Modaya gelince, moda çok geniş bir kavram. Moda denilince sadece giyim kuşamı algılamamak gerek.
Yaşamın her noktasında kendini hissettiren değişim, yeni alışkanlıklar geliştiren, hırsları sonsuzluğa çeken, tüm değerleri yıkan yeni değerler yaratan bir akım. Bu şimdi cevaplanacak bir soru değil çünkü sosyolojik ve felsefi olarak değerlendirilmesi gereken bir konu olarak kısa bir anlatım içinde sınırlanamaz. Ancak, modayı insanları meşgul eden ve bazılarını çok mutlu eden bazılarını ise etmeyen hatta zor durumda bırakan bir sanayi dalı diye görüyorum. Benim için modayı takip etmek söz konusu hiç olmadı. Kendi alışkanlıklarım edindiğim birikimler benim modamdır diyebilirim. İnsanlar ne ile mutlu oluyorlarsa onu yapmaya hakları vardır diye de düşünüyorum.
Röportaj: Zülal ÜNALDI
Fotoğraflar: Metin ERDOĞAN