EKAV / Eğitim, Kültür ve Araştırma Vakfı ressam Nezih Çavuşoğlu’nun son eserlerinden oluşan “Melankolik Dalgalar” isimli sergisine 30 Nisan’a kadar ev sahipliği yapıyor.
“Melankolik Dalgalar”, yaşadığı yoğun duygusal gelgitlerin sanatçının yapıtlarına yansımasıyla ortaya çıkmış bir dalgalanma. Nezih Çavuşoğlu izleyicinin hem görme hem de hissetme algısı üzerine güzel bir oyun kurguluyor. Onun son resimlerine bakarken içsel duygulanmaları, toplumsal dalgalanmaları, ya da denizin maviliğinde dinginlik sunan rahatlatıcı bir yaz melteminin titreşimlerini bulabilirsiniz.Çavuşoğlu sergisini, Türkiye’nin ilk online sanat televizyonu www.ekavart.tv’de de izlemeniz mümkün. Nezih Çavuşoğlu ile “ Melankolik Dalgalar”ı ve sanat yaşamı üzerine bir söyleşi yaptık.
Nezih Bey, tablolarınızda dalgalı bir ruh hali var. Dinlendirici, insanı içine çeken sıcak tonlar; ancak teknik olarak farklı bir teknik; çalışma tekniğinizden bahseder misiniz?
Sanatçı farklı olan kişidir. Bu dogmatik bir yapıdır. Akademiler bizlere teknik bilgileri, temel kavramları, sanatsal bakış açılarını, sanat tarihini öğretirler ama asla bizleri birer sanatçı yapamazlar. Resim sanatı ciddi bir tecrübe, görsel, zihinsel ve duygusal bir birikim gerektirir. Yıllar itibari ile her sanatçı kendi yorumunu bulmak zorundadır. Esinlenmek gayet doğaldır. Ancak; orijinal ve kimseye benzemeyen bir tavır ve ifade sergilemek zorundasınız. Bunu yapmak içinde teknik ve zihinsel güç devreye girer. Bizim yaptığımız tam anlamı ile bir yaratıcılıktır. Bu bağlamda ben de şahsıma münhasır bir teknik geliştirdim. Bu tekniği geliştirmek ve bulmak için yıllarımı verdim. Eserin alt yapısından başlayarak final yüzeye kadar şahsıma ait bir teknik içerisinde yürütüyorum çalışmalarımı. Burada; malzeme, araç - gereç, kuruma süreleri, boyanın terbiye edilmesi gibi pek çok detay giriyor işin içerisine.
Tuvalin karşısına geçtiğinizde nasıl olursunuz? Huzursuz, gergin mi, doğaçlama çalışır mısınız? Yoksa kafanızda her şey belirgin midir, nasıl yol alacağınızı bilir
misiniz?
Neticede hepimiz insanız. Duygusal, yorgun, sorunlu veya mutlu günlerimiz oluyor. Sanatçı duygusal bir kişiliktir ve bu tür ruh halleri rutin çalışmalarda tabii ki etkili olabiliyor. Ama bunlar sıra dışı hallerdir, o gibi durumlarda ya çok başarılı işler çıkar ya da tamamen başarısız bir mücadele ile günü tamamlarsınız. Temelde disiplinli çalışan bir sanatçıyım. Tuvalin başına geçtiğimde %60-70 oranında ne yapmak istediğimi bilirim. Gerisi de tuvalin beni götürdüğü bir savaş alanıdır. Mücadele başlar, kazasal, rastlantısal öğeler oluşur. Bunlardan keyif alırım. Bazılarını bırakır, bazılarını kontrol altına almak isterim. Bir noktaya gelirim ki eser bana “Ben bittim artık, dokunma bana” der ben o
zaman dururum.
“Melankolik Dalgalar”ın oluşma sürecinden biraz bahseder misiniz. Tuvalin karşısında her seferinde ruh halinizi tam anlamıyla yansıttığınızı, yeni bir şey yaptığınızı, kendinizi aştığınızı nasıl hissedersiniz? Resmi “oldu” diye bıraktığınızda, sizi rahatsız ettiği olur mu?
Sergimiz 30 Nisan tarihine kadar EKAVART Gallery’de. Öncelikle şunu ifade etmek isterim, EKAVART çok önemli bir galeri. Biliyorsunuz burası bir vakıf, sağlanan kazanç Eğitim Kültür Ve Araştırma Vakfı olarak EKAV tarafından öğrencilere burs olarak veriliyor. Sayın İnci Aksoy’ u ve galerisini bu açıdan tercih ediyorum. Ayrıca vakfın şemsiyesi altında, Ekavart TV gibi Çağdaş Türk Sanatına büyük hizmetler veriliyor. “ Melankolik Dalgalar”, sergimin adı üstünde zaten. Duygularını yoğun yaşayan biriyim. Yaşadığım ve içsel derinliklerime teneffüs ettiğim olaylar o an değil ama sonrasında beni farklı bir yola sürüklüyor ve çoğu kez ben bunun tam anlamıyla farkında olmuyorum. Bu şuur altındaki kalıntıların adeta sessizce bir yerden sızması gibi. Hayatın içinde, tam ortasında yaşayan biriyim. İnzivalar bana göre değil. İnsandan, tarihten ve denizden besleniyorum. Tüm eserlerimde bu coğrafyaya ait izler var. Akdeniz var, Ege var, İstanbul, Bizans var, Efes var… Yaşanmışlığın izleri var. Akdeniz’in, Ege’nin renkleri hakim. Deniz hakim, denizin üzerinde gördüğüm yüzlerce renk hakim. Tabiatın korozyonuna uğramış nesnelerin görüntüsü hakim. Tabii ki ruh halimi tamamen yansıtamıyorum. Yansıttığım gün sanat bitmiş olur benim için. Bu sonsuz arayış sürdükçe sanat var olacaktır. Hiçbir eserim beni tam anlamıyla tatmin etmez. Bu devam eden ve değişken bir süreçtir. Fevkalade çok tuval parçalayan bir ressamım. Beğenmediğim bir eseri anında yok etmek isterim. Bu beni huzursuz eder. Öncelikle yaratıcılığımı beynimde aşarım. Bu süreç içerisinde beynim ile duygularım beraber hareket etmek zorundadır. Bu da sık sık olan bir durum değildir elbette. Soyut tarzda çalışan bir ressam için en zor kararlardan biri, eserin ne zaman bittiğinin kararını vermektir. Bu noktada tuval devreye girer, bilginiz, görsel hazineniz ve tuval birlikte konuşurlar ve beraberce bittiğine karar verirler.
Kendinizden bahseder misiniz? Sanata yönelmeniz, kendi çizginizi bulmanız nasıl oldu? Üslubunuzu nasıl tanımlarsınız? Etkilendiğiniz sanatçılar ya da ekoller hangileri, bizden ya da dışarıdan var mı?
Kendimden bahsetmeyi pek sevmem. Bence sanata yönelme diye bir şey yoktur. Öyle doğarsınız zaten. Bu ruhsal bir yolculuktur, bir arzudur. Karşı duramadığınız bir çekim gücü, bir aşktır ve bundan sonrası da tamamen sizin elinizdedir. Ben Amerika’da üniversite tahsilini yaparken pazarlamanın yanı sıra Görsel Sanatlar da okudum. Amerika’nın çok değerli illüstratörlerinden Tomie De Paula’nın talebesi olma şansına nail oldum. Renk teorisi konusunda uzmanlaşmamı Tomie sağladı. Ona çok şey borçluyum. Ama ne olursa olsun sanat okumaya, sanat eğitimi almaya kararlıydım. Bu aşk ortaokul yıllarında net bir şekilde belirginleşti ve önlenemez bir hal aldı. Ben soyut lisanı tercih ettim. Benim okuduğum yıllarda, 1977- 1981 Willem De Kooning idolümdü. Doğal olarak çağdaş Amerikan sanatından etkileniyorduk ve ben de bir renkçiydim. Picasso’nun sanatını tanımak benim için sanat tarihinde 2. Rönesanstır. Sonraları etkilenmediğim ressam kalmamıştır diyebilirim. Sık sık dünya müzelerini gezen biriyim. Ayrıca; küçümsenmeyecek bir sanat kütüphanesine sahibim. Bir Gerhard Richter eseri karşısında ayaklarım yerden kesilebiliyor. Türkiye’de de çok büyük ustalar var. Nejad Melih Devrim, Mübin Orhon gibi ustalar beni çok etkiler. Ayrıca; sadece Çağdaş Türk Sanatı toplamış bir koleksiyonerim ben.
Çalışma saatleriniz planlı bir şekilde belirli saatlerde mi olur, yoksa, ruh halinizin etkisiyle mi, içinizden geldiği zaman mı?
Temelde prensipli çalışırım. Haftanın 4 tam gününü atölyeme ayırırım. İşime zinde başlamak isterim. Dağınık kafa ile sanat yapılmaz. Aynı bir sporcu gibi yorgun olmadan, tam konsantrasyonla işime başlamak isterim. Her zaman bu mümkün olabiliyor mu? Büyük oranda evet, ama bazen araya davetler giriyor, bohem tarafımız ağır basıyor ve ertesi gün atölyede sadece temizlik ıvır zıvır gibi işlerle uğraşıyor tuvallere elimi dahi sürmüyorum. Ama özellikle Bodrum’daki atölyemde, gecenin bir saati uykudan uyanıp sabahlara kadar resim yaptığım da oluyor. Kafamda bir şeyi çözmüş oluyorum ve derhal tuvale aktarma duygusu ile harekete geçiyorum. Rönenans resminden bu yana resim tarihi hayli yol aldı; hatta bir yabancılaşma oldu belki de. Ama bir pınara bakar gibi resminkaynağı da orası gibi duruyor.
Bir çağdaş sanatçı olarak dönüp oraya baktığınızda sizin için, Rönesans ne ifade ediyor?
Rönesans, Batı Avrupa’da 14. , 15. Ve 16. Yüzyılı kapsayan insanlığın bir uyanışı, bir silkinmesidir. Orta Çağ’ın, batılın, teokratik düzenin dikte etmeye çalıştığı düşünce özgürlüğünü kısıtlayan dönemin sonlandırılmasına yönelik bilimsel, sanatsal, yeniden yapılanmadır. Rönesans sadece sanatla ilgili değildir. Felsefi boyutu çok güçlü ve derin olan tüm düzeni revize etmeye yönelik bir akımdır. Biz bu reformun sadece sanatsal kısmına bakarsak mimari, resim, heykel, edebiyat gibi kavramları irdelemek gerekir. Madem sohbetimiz resim sanatı ile ilgili isterseniz oradan devam edelim. Rönesans sanatta tetikleyici bir rol üstlenir. Özellikle insan bedeninin tekrar incelenmesi ve sanatta
var olan tüm estetik öğelerin, estetik değerlerin ön plana çıktığı, sanatın vizyonunun açıldığı tabuların yıkıldığı bir dönemdir. Sanat, tarihinde bu dönem hiçbir sanatçının es geçeceği bir dönem olamaz. Sanat, bir sürekliliktir. Fransa’nın, İspanya’nın mağaralarında bulunan ilk hayvan figürlerinden itibaren resim sanatı yeryüzünde mevcuttur ve bu serüven o günden beri devam etmiştir. Rönesans bütün bu süreç içerisinde yeniden bir yapılanmadır. Ancak tabii ki bu büyük reforma saygı duymakla birlikte, ondan alıntılar yapmakla birlikte, sanat daima ileriye gitmek zorundadır. Geldiğimiz noktada gerçek bir karmaşa mevcuttur. Bunu da kabul etmek zorundayız. Sanat, zanaat, teknoloji adeta iç içe girmiş ve bir kakafoni oluşmuştur. Her olayda olduğu gibi sanat tarihi her şeyi yerli yerine koyacaktır. Hangi referansı alırsak alalım, biz çağdaş sanatçılar özgün işler üretmeye mecburuz. Bu özgün işler mutlaka kaynağını var olandan almakta, üzerine farklı yorumlar katmaktadır. Temelde üretilen sanat eserlerinin ruhsal dengelere hitap etmesi, görsel ve düşünsel duyuları harekete geçirmesi gerekir. Ben eserin sahip olduğu samimiyete, sanatsal yeterlilik ve düzen içerisinde aktarılmasına, kimliği belirleyen aksiyona yönelik tavra, eserin arkasındaki felsefi duruşa ve bizzat sanatçının kişisel duruşunun, eserin gücünü ortaya koyduğuna inanıyor ve bu bağlamda eserler üretiyorum.
Röportaj: Zülal ÜNALDI
Fotoğraflar: Ertan DEMİRBİLEK