Dünyanın en ilgi çekici ve popüler şehirlerinden olan Paris'in opera binası Palais Garnier, Louvre Müzesi, Notre-Dame Katedrali ve Eyfel Kulesi ile birlikte bu güzel şehrin sembolleri arasında yer alıyor. III. Napolyon zamanında inşa edilen bina, adını mimarı Charles Garnier'den alıyor ve The Phantom of the Opera hikayesinin geçtiği mekan olarak biliniyor. Mimarisi ve ihtişamıyla büyüleyen Palais Garnier'ye hayran olmak işten bile değil.
Bir opera ve konser salonu düşünün ki gün ışığı ile iç içe olsun. İşte Barselona'nın tarihi ve ihtişamlı atmosferiyle uyum içinde olan Palau de la Musica, böyle bir özelliğe sahip. Tavandaki vitraylı kısımdan içeriye dolan gün ışığı, bu binayı çok özel kılıyor. UNESCO Dünya Kültür Mirası olarak tescillenen bina, Gaudi'nin şehrine çok yakışıyor.
Günümüze kadar pek çok restorasyon geçirse de 1778'deki ilk açılışından beri orijinalliğini koruyabilen ve dünyanın en ünlü opera binalarında olan La Scala, pek çok ünlü operanın ilk sergilendiği mekan olarak hafızalarda yer ediyor. Özellikle Verdi'nin pek çok eserinin ilk kez sergilendiği bina, dünyaca ünlü "Madama Butterfly" eserine de ilk kez ev sahipliği yapmış.
Ünü, Londra sınırlarını aşan ve dünyanın en bilinen opera binalarından olan The Royal Opera House, 2008 yılından beri BAFTA ödüllerine ev sahipliği yapıyor. Covent Garden'da yer alan bina, 1700'lü yıllardan beri dünyaca ünlü pek çok temsile ev sahipliği yapıyor. 2256 kişilik kapasitesi ve görkemli binasıyla büyüleyen The Royal Opera House, Londra'nın simgeleri arasında yer alıyor.
Moskova'nın en popüler yapılarından olan Bolşoy Tiyatrosu, 1825'te inşa edilmiş ve Fernando Sor'un "Kül Kedisi" bale performansıyla açılış yapmış. Apollon'un heykelinin ve arabasının bulunduğu ve Neoklasik revaklarla çevrelenen bina, her göreni etkilemeyi başarıyor. Dünyaca ünlü opera ve bale gösterilerine ev sahipliği yapan Bolşov Tiyatrosu, Rusya'ya gelenlerin mutlaka ziyaret ettiği yapılar arasında bulunuyor.
Romanian Athenaeum, Bükreş
Bükreş'in ikonik yapılarından olan Romanian Athenaeum, görkemli barok kubbesi ile göz alıcı bir manzara sunuyor. 1888 yılından beri varlığını koruyan bina, Neoklasik tarzda inşa edilmiş ve dış cephesiyle adeta bir Yunan tapınağını andırıyor. Festivallere de ev sahipliği yapan Athenaeum'da bir temsil izlemek unutulmaz bir deneyim sunuyor.