Eray ERKOCA – [email protected]
Sanatın yüce olduğunu bağnazca iddia eden ana akım görüşe karşı, “Neden sanat önemlidir?” sorusunu soran ünlü filozof Alain de Botton ve John Armstrong’un “Art as Therapy” kitabı, müzelerin eser sınıflandırma protokolünü ele alırken, Aydınlanma Dönemi’ne damgasını vuran Rasyonalizm’in küratöryel pratiklere etkisini enine boyuna tartışıyor. Hristiyan sanatı kilise duvarlarını süsleyip izleyiciyi bütünlüklü bir duygunun paydaşı kılsa da modernitenin ilk çocuklarından olan müzeler, sanat eserlerini 17. yüzyıl, Barok dönem veya İtalyan Rönesansı başlıkları altında sınıflandırdılar, eserlerin duygusal bütünlüğünden ziyade tekniğine, anlatısından ziyade ait olduğu ulus-devlete parmak bastılar. Rakamlara ve tarihlere indirgenen sanatın hem birey hem de toplum nezdinde iyileştirici bir potansiyeli olduğunu iddia eden de Botton ve Armstrong; benzer anlatılar kuran, ortak duygu durumları ile uğraşan yeni bir müze, yeni bir küratöryel pratik önerdiklerinde 2013 yılının son günlerini yaşıyorduk. Aradan neredeyse yedi yıl geçti; kendisini “yenilik”i fetişize eden, biçimsel deneysellikten övgüyle, geçmişten yergiyle bahseden Modernizm’e adayan MoMA geçtiğimiz günlerde yenilendi. Belki Matisse ve Picasso MoMA’nın duvarlarını süslemeye devam edecek ancak müzede bundan sonra daha fazla kadın ve çevre ülkelere mensup sanatçı göreceğiz. Geçmiş ve gelecek arasında köprü kurmak, disiplinlerarası bir yaklaşımla sanatın farklı alanları arasında yapıcı bir diyaloğu mümkün kılmak için çalışmalarına devam eden MoMA, 2019’un son günlerinde bizi heyecanlandıran sanat haberlerinden yalnızca bir tanesi oysa ki. Gözlerimizi New York’tan Amsterdam’a çevirdiğimizde, yaşadıkları yüzyılda birbirleri ile muhtemelen hiç karşılaşmamış iki büyük ustanın hoş sohbeti ile karşılıyor bizi Rijksmuseum. “Rembrandt-Velázquez. Dutch & Spanish Masters” isimli sergi ile 17. yüzyılın iki büyük ressamının eserleri arasında diyalog kuran Rijksmuseum, tahayyül edilmesi zor bir birlikteliğin ne kadar verimli olabileceğini gösteriyor. Ortak paydası Realizm ile ilişkilenen estetik anlayışları ve dini temalara yaklaşımları olan Rembrandt ve Velázquez’e sergide Murillo, Hals, Zurbarán and Vermeer gibi 17. yüzyılda kan kaybeden Katolik İspanya ile gövde gösterisi yapan Protestan Hollanda’nın birbirinden heybetli ustaları eşlik ediyor. İki ülke arasındaki mezhep farkının altını çiziyorum çünkü biri Kuzey’de, diğeri Güney’de borusunu öttüren bu iki ülkenin Realizm’den nasibini alan sanat anlayışlarını ortaya dökeceksek, teolojinin olanaklarından yararlanmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Zira Ribalta’nın “Christ Embracing Saint Bernard” tablosu ile Rembrandt’ın “Isaak and Rebecca” resminin omuz omuza durmasının bir nedeni var. Ribalta ve Rembrandt’ın insana özgü evrensel durumlara farklı gözlüklerle bakmaları, izleyiciyi tıpkı de Botton ve Armstrong’un iddia ettiği gibi bir duygusal bütünlüğe ortak etmelerini engellemiyor.
HABERİN TAMAMI BU HAFTA ALEM’DE.