"Sanatçı olmak bir yaşam tarzıdır" diyen Osman Dinç, Türkiye'nin önde gelen heykel sanatçılarından biri. Minimalizm ve Arte Povera akımlarından beslenen; çelik ve cam heykellerle dünyaya hikayeler anlatan sanatçı, çocukluğunda kendi oyuncağını yapmak zorunda olduğu günden beri yaratıcı gücünü kullandığını ifade ediyor. Bu yaz Baksı Müzesi'nde yeni bir sergiyle sanatseverlerle buluşmaya hazırlanan Dinç, sanat yaşamının kültürel kodlarını "Bir ağaç düşünün ki kökü Türkiye'de ve dalları Fransa'ya kadar uzanıyor" cümlesiyle açıklıyor.
Dinç, eserlerindeki yaratım sürecini ise "İlk ne zaman yaptığınızı hatırlamadığınız iş, bir sonraki işinize fikir verir ve böylece bir yerlere varırsınız. Siz bile bunun nereden geldiğini unutmuşsunuzdur. Kısacası yaratma süreci unutmaktan geçer. Bildiklerinizi unutmalısınız ki yeni serbest kompozisyonlar, sentezler oluşsun. Başka bir deyişle sanat yapmak yol almak gibidir, anlamlı bir yol... İlk attığınız adımı unutursunuz çünkü çok uzun bir yoldur sanat" şeklinde ifade ediyor.
Dışavurumcu anlayışın egemen olduğu figüratif yapıtlarıyla tanınan Komet, modern sanatın Türkiye'deki en önemli temsilcilerinden biri. "Sanat özgürlük meselesi" diyen Komet, çağın ressamı olmayı düşlediğini ve 80 yaşında bu rüyasını gerçekleştirdiğini ifade ediyor. Soyut çalışmalarıyla ünlü olan sanatçı, sanatseverlerin severek takip ettiği isimlerden biri.
Komet, sanatının beslendiği kaynakları "Sinema, edebiyat, felsefe. Gelmiş geçmiş ve çağdaş yaratıların çoğu beni etkilemiştir. Bilhassa Rönesans öncesi Floransa ve Flaman resmi. Tabii ki büyük Bruegel, Siyah Kalem. 20. yüzyılda Bonnard, Gauguin, Stella, Jasper Johns, Poliakoff gibi sevdiğim ressamlar var" cümleleriyle anlatırken; tek derdinin, yaşamda merak ettiklerini, gözlemlediklerini olduğu gibi tuvale aktarmak olduğunu ifade ediyor. Sanatçı eserlerinin yaratım sürecini ise "Her şeyin başı merak. 'Merak' kitabım aslında hayatımın özeti. Küçük yaştan itibaren hep 'neden?' diye sordum kendime. Bugün geldiğim noktada beni var eden hep merak olmuştur. Merak ve gözlem, eserlerimin çıkış noktası diyebiliriz" sözleriyle anlatıyor.
Louis Vuitton'un İstanbul mağazasının cephesini tasarlayan, Maldivler'de Joali Being'de içine girilebilen "Gate of Zero" heykelini yaratan Seçkin Pirim, son dönemlerde yaptığı işlerle adından uluslararası arenada da söz ettiren isimlerden biri. Çağdaş heykelin ve tasarımın önemli isimlerinden biri olan Pirim; minimalist, optik, teknolojik ve tasarımsal dokunuşlarla oluşturduğu eserleriyle izleyicinin ilgisini çekiyor. Kağıt ve akrilik bazlı heykeller üreten sanatçı, son dönemlerde çalışmalarında ise mermer malzeme kullanmaya başladı. Mermer heykeller üreten sanatçı, kendi yaşamından yola çıkarak çalışmalarını oluşturduğunu belirtiyor.
ALEM Dergisi'nin kapağına konuk olan Pirim, kendini keşfetme öyküsünü "Biraz kader olduğunu düşünüyorum. Kuzguncuk'taki o meraklı çocukluk süreçlerimin, orada yaşıyor oluşumun, atölyelerin tüm kapılarının bana hep açık olmasının etkisi çok fazla. Usta- çırak ilişkisiyle büyüdüm. Heykeltıraş atölyesi, resim atölyesine girip çıktım ve işlere yardım ettim. Sürecim böyle başladı diyebilirim" sözleriyle anlatmıştı. Pirim, sanat yolculuğunda onu besleyen kaynakları ise, "Beni ilk başta çalışmak, bir de çok bakmak besliyor. Sanat anlamında neler oluyor bitiyor diye dünyaya çok bakıyorum. Haftanın yedi günü atölyeye gidiyorum; en mutlu olduğum yer orası. Ben elimdekiyle mutlu olan bir insanım" cümleleriyle ifade ediyor.
Çocuk figürlerinden oluşan heykelleriyle sevimli hallerin ardında farklı hikayeler paylaşan Ayla Turan, son dönemin ilgiyle takip edilen sanatçılarından biri. Çocukluk yıllarında cam macunlarından, tebeşirlerden heykeller yapan Ayla Turan, günümüzde yarattığı çarpıcı çalışmalarla dikkatleri üzerine topluyor. Ayla Turan'ın heykellerinde çocukluğun saflığına, merakına ve güzelliğine dair birçok şeyi keşfetmek mümkün. Hayattan ilham aldığını ifade eden Turan, heykellerindeki ifade biçimini, "Her heykelimi benim çocukluğumdan fotoğraf kareleri diye tanımlıyorum. Dondurulmuş 'an' lar. Hala çocuk ruhumu koruyorum ve merak duygumu hep canlı tutmaya çalışıyorum" sözleriyle anlatıyor.
Mermer, metal ve polyester gibi malzemeleri yapıtlarında kullanan sanatçı, esin kaynaklarını "İlham aldığım tek şey 'Hayat. Güncel konular beni etkiliyor. Sürekli gözlemliyorum" cümlesiyle açıklıyor. "Sanat eserinin çıkış noktası yaşadığın coğrafyaya göre değişkendir ama heykele baktığında hissettirdiği duygu evrenseldir" diyen Turan, yaratım sürecini ise "Her malzemenin verdiği duygu farklı elbette. Benim farklı malzemelerle çalışırken hissettiğim duygu da farklı. Kullanacağım malzemenin seçimi, heykelin boyutu, formu, kavramsal alt yapısı, hepsi bir bütün aslında. Farklı dönemlerdeki heykellerimde farklı malzemelerle çalışmış olsam da, ifade biçimi olarak hep mizah tarafı da olan çocuksu bir tavırla anlatmayı seçtim. Devasa bir mermer yontarken de, kilden küçücük bir heykeli yaparken de çocuk ruhum hep var" sözleriyle ifade ediyor.
Heykelden yola çıkarak makine estetiğini duygularla buluşturan Server Demirtaş, çocukluk yıllarında televizyonda Leonardo da Vinci belgeselini izledikten sonra "Bu işte benim yolum" diyerek sanat yolculuğunun başladığını ifade ediyor. Makinelere olan ilgisini sanatla buluşturan Demirtaş, şiirsel anlatılarında kinetik heykellerle dikkatleri üzerine topluyor. Demirtaş, eserlerinin ortaya çıkış noktasını şu şekilde anlatıyor: "Merak ve backround diyebiliriz. Senin belleğine iyi-kötü ne birikmişse o senin motivasyonun oluyor. Sanatçı olarak sen seçmiyorsun. Background'dakilerle birlikte seçiyorsun aslında."
Duygu yüklü hareketli heykellerle izleyiciyle hikayelerini paylaşan sanatçı, yaratım hikayesini ise "Heykellerimde insanın farklı duygularını yansıtıyorum. Örneğin en son heykelim 'Aşk' tan bahsedelim. Sadece aşk gibi bir duyguyu anlatmaya odaklandım. İzleyicinin çok fazla duygularının içinde olduğu bir şeyi seyretmesini de istemiyorum. Aşk gibi bir duyguyu sade bir şekilde anlatmanın yollarını arıyorum. Kendi kendime şu soruyu soruyorum: "Ne yapmam lazım ki hikayemi anlatabileyim?" sözleriyle anlatıyor.
Hiper-realist portreleri ve otoportreleriyle tanınan Alican Leblebici; fotoğraf, enstalasyon, video ve heykel gibi farklı disiplinlerde üretimler gerçekleştirmekte. Eserlerinde kimlik, suç, portre, politika, sanat tarihi, adalet gibi kavramlar üzerinden yapıtlarını şekillendiren Leblebici, farklı disiplinlerden beslendiğini ifade ediyor. Sanatçı, eser yaratım sürecini "Kimlik, suç, portre, politika, sanat tarihi, adalet, benim bütün sanat hayatımın özeti diyebilirim. Bu bağlamda kendi sürecimde kavramsal olarak pek değişen bir şey yok. Görseller değişiyor ancak kavramsal çerçevesi yine bu kelimeler üzerinden oluşuyor. Yaratım sürecim bu kavramlar üzerinden şekilleniyor" şeklinde anlatıyor.
Fenomen olan "Otoportre ve Kimlik Kartları" portre eserinin yaratım sürecini, "kimlik kartıma basılmak üzere çektirdiğim vesikalık portre fotoğrafımı resmettikten sonra, resmin fotoğrafını çekip nüfus müdürlüğünde kimliğimi yenilettim" sözleriyle anlatan Leblebici, portre yapma arzusunun eserlerinde beden, kimlik ve suç politikalarına dönüştüğünü ifade ediyor.