Pek çok yayın kuruluşunda editörlük deneyimi sonrasında sanat dünyasında gördüğü boşluğu doldurmak için Outlet gibi bir oluşuma imza atan Azra Tüzünoğlu; uluslararası tecrübesi fazla, ancak Türkiye'de çok tanınmayan sanatçıları Outlet'e davet ederek onların daha fazla görünür olmasını sağlamış. Sanat dünyasında bir ihtiyaçtan doğan Outlet, zamanla değişim ve dönüşümle PİLOT Galeri'ye evrilmiş. Türk sanat piyasasında yeniliklere kapı açan galerinin anlayışını Tüzünoğlu, "PİLOT, hem ortamı hem kendini daha iyi tanıyan, değişim talep eden ve bu değişimi gerçekleştirmeye hevesli, denemekten korkmayan bir galeri anlayışıyla çalışmaya başladı ve halen bu düsturlarla hareket etmekte." şeklinde ifade ediyor. Sanatı yaşamının kodu haline getiren Azra Tüzünoğlu ile PİLOT Galeri'nin dününü, bugününü ve yarınını konuştuk.
Sanat benim için her zaman, hayatla baş etmenin, dünyayı anlamanın ve anlamlandırmanın en zevkli yollarından biri oldu. En hararetli tartışmaları, sanattan örneklerle açtığım, yapıt okumalarını sosyolojik analizlere tercih ettiğim bir dönemden geçtim. Sanat, bana hep hayatı öne alan, bastığın alanı yeniden tanımlayan, seni pozisyon almaya zorlayan bir şey olarak göründü. Sosyolojinin dışarıdan, kapsayıcı ve teorik tavrına karşı sanat, çok daha içeriden, minör ve aydınlatıcı geldi bana. Bu açıdan, sosyoloji okumuş olmama rağmen, tezimi sanat üzerine yazdım. 90'larda Türkiye'de çağdaş sanatın dönüşümünü araştırmak, bugüne daha derinlikli bir perspektifle bakmak konusunda çok yardımcı oldu. Yanı sıra, Radikal, Hürriyet, Birgün gibi gazeteler ve art-ist, Sanat Dünyamız, ArtPapers dergilerindeki yazı, editörlük deneyimleri, profesyonelliğe geçiş anlamında önemli adımlardı. Yazı alanındaki üretimim, sanatçılar ve sanat profesyonelleriyle yakın bir iletişim kurmamda çok faydalı oldu. Outlet'in kurulması da bu çevrenin istek ve desteğiyle gerçekleşti. 2000'li yılların ortalarından itibaren Türkiye'de sanat üretimi artmasına karşın, duyulan farklı sesler giderek azalmaya, sanatsal nitelikten ziyade eş-dost-akrabalık ve çıkar ilişkileri önemli olmaya başlamıştı. Bir yandan da banka galerileri ve büyük ailelerin müzeleri ile inisiyatifler arasında ciddi bir ayrışma, boşluk vardı. Bu dikotomi arasında ise kendini ne biri ne de diğerine yakın hisseden sanatçılar kalıyordu ve bu sanatçılar biraz da mecburen çalışmalarını hep Türkiye dışında göstermek durumunda kaldılar. Outlet'e ismini de veren "İhraç Fazlası" esprisi buradan çıktı. Bienallerde görmeye alıştığımız sanatçıların sadece iki yılda bir değil, sürekli sergiler yapmaları fikri bana bir zorunluluk olarak göründü. Sanatçılar mekan azlığından, yeni çalışmalarını gösterecek mekanlar bulamamaktan yakınıyorlardı. Outlet, onlar için bir açık alan oldu. Tabii işin bir de galeriler kısmı var. Sanatsal değeri Türkiye sınırlarını aşamayan bir üretimin tekel olarak görüldüğü bir dönemden geçtik. Ancak işin hiç de öyle olmadığını görmek ve göstermek gerekiyordu. Bizim yola çıkış amaçlarımızdan biri de uluslararası tecrübesi fazla, ancak Türkiye'de çok tanınmayan sanatçıları geri çağırmak ve tanıtmaktı. Outlet, bir alev gibiydi; fazlasıyla genç, heyecanlı, enerjik, değişim talep eden bir kuşağın "Uçurumdan atlayalım, nasılsa uçmayı öğreniriz." tavrıyla başlayan bir girişimdi. Outlet, ihtiyaçlardan doğdu ve o ihtiyaçların değişmesiyle PİLOT'a evrildi. PİLOT, hem ortamı hem kendini daha iyi tanıyan, değişim talep eden ve bu değişimi gerçekleştirmeye hevesli, denemekten korkmayan bir galeri anlayışıyla çalışmaya başladı; halen bu düsturlarla hareket etmekte.
Nergis Abıyeva, Argonotlar'da yayımlanan bir yazısında son sergilerimizden biri olan Emir Erkaya'nın "Büyücü Eve Geliyor" ile ilgili; "Bu resimler günümüzde 'politik sanat' tanımının nasıl farklılaştığını bir kez daha gösteriyor." demişti. Sanıyorum sadece eserlerle değil, galerinin çizgisiyle ilgili söylenmiş en doğru tanımlardan biri bu. Politik alanı da kavramsal alanı da estetik alanı da verili ve sabit gerçeklerden ziyade; zaman/mekan/ortam içinde değişen/dönüşen parametreler olarak değerlendirdiğinizde, her zaman hem bulunduğunuz alanı araştırmaya ve yeniden tanımlamaya, hem de risk almaya açık oluyorsunuz. Bu bıçak sırtı hal, sizi uyanık tutuyor. Bugün Ece Ağırtmış, Emir Erkaya, Melih Çebi gibi genç kuşak sanatçıların da, Zeren Göktan, Serra Tansel, Gözde Mimiko Türkkan, Ali Miharbi, Uğur Cinel, İrem Tok gibi orta kuşak sanatçıların da Halil Altındere, Hamra Abbas, Murat Şahinler, Constantinos Taliotis, MK Perker, Tufan Baltalar gibi usta sanatçıların da kendilerine yer buldukları, yeni denemeler yapabildikleri bir galeri olmayı önemsiyoruz.
Akıntıya karşı kürek çekiyoruz ama bugün dünkü kadar yalnız değiliz. 2008'de bu işe başladığımda, çok daha yalnızdım. Başka türlü bir dünyanın mümkün olduğunu kanıtlamak ister gibi çalışıyordum. Sanat ortamı bu 15 yıllık süre içinde çok gelişti, dönüştü ve büyüdü. Belki ortam, 2010'lardaki kadar hareketli görünmüyor ama farklı aktörleriyle çok daha dengeli. Benim sanat ortamındaki rolüm, sanıyorum hep bir rahatsızlık yaratmak. Sürekli yenilenmek. Farklı konu, yaklaşım, estetik denemeleri çekinmeden savunmak. Yeninin ne olduğunu araştırma halinde olmak...
PİLOT bir deneme alanı. İsmi, hem yeniliğin ilk denendiği yer anlamından hem de uçurmaktan geliyor. Pilotlar, sorumluluk alan, zorlu bir görev üstlenen kişiler. Heyecanlı da bir iş yapıyorlar; türbülanslarda sakin kalmak, yolcuları gidecekleri yere sağ salim götürmekle sorumlular. Sanıyorum "pilot" kelimesinin içerdiği tüm bu anlamlar, yapmak istediklerimizle kesişiyor.
PİLOT'ta Hamra Abbas, Halil Altındere, Fikret Atay, Tufan Baltalar, Ece Ağırtmış, Emir Erkaya, Uğur Cinel, Özgür Demirci, Zeren Göktan, Ali Miharbi, M. K. Perker, Murat Şahinler, Constantinos Taliotis, Serra Tansel, İrem Tok ve Gözde Mimiko Türkkan ile çalışıyoruz. Hayata ve sanata karşı net tavırları olan, yaptığı işe inanan, dünyayı yakından takip eden, dahası yeni dünyalar kuran, bizleri bu dünyaların içinde dolaşmaya davet eden ve algılarımızı değiştiren insanlar, sanatçılar. Her biri, mesele ettikleriyle, bize yeni ufuklar vadetmekteler.
Temsil ettiğimiz sanatçılar hem kavramsal, hem de estetik açıdan birbirlerine neredeyse hiç benzemiyorlar. Kullandıkları malzemeler, konu ettikleri meseleler kimi zaman benzese de yaklaşımları birbirlerinden oldukça farklı ve bu farklılıklar onları özel kılıyor. Örneğin, geçtiğimiz sezon hazırladığımız "Suyun Bildikleri" sergisi, içinde bulunduğumuz dönemin belirsizliklerini ve krizlerini "su" üzerinden okumak isterken, bir gerçeklik ve metafor olarak "su"yun akışkanlık, uyum sağlama, şekilsizlik özelliklerini tartışmaya dahil etmeye çalıştı. "Su", dünyadaki yaşamın temeli ve canlılığın en belirgin özelliğiyken, kimi zaman belirsizliği göğüslemenin de bir yolu olarak görünüyordu sanatçılara... Sergide yer alan sanatçılar, zaman zaman doğanın tehdit edici gücü, bazen de bir engel ve risk altındaki bir kaynak olarak suyla olan ilişkimizi sorguladılar. Bilimsel gerçeklerden olduğu kadar, kişisel deneyimlerden de yararlanan çalışmalar, yaşamın, toprağın ve hatıraların su ile birlikte değişimini/yok oluşunu mesele ediyordu. Serra Tansel bu sergi için hazırladığı çalışmasında, Boğaz'ın balıklarına bakarken, kapitalizmin işleyiş mekanizmalarını sorguluyordu. Gözde Mimiko Türkkan, akışa odaklanarak bilincin sınırlarını, derinliğini, hafızasını ve değişimini konu ediyordu. Uğur Cinel, mermerin sertliği ile suyun yumuşaklığı arasında bir korelasyon kurarken, Halil Altındere, akışkan cinsiyetler ile ilgileniyordu.
Futboldan hiç anlamam ama "oyunu okumak" diye bir terimden haberdarım. Ben birkaç yıl süreyle merak ettiği oyuncuyu tribünden izleyen teknik direktörlerle empati kurabiliyorum. Dolayısıyla oyuncuyu da oyunu da iyi tanımak için vakit ve emek harcıyorum. Bu alan da bir oyun alanı ve farkı, oyunun kurallarını siz koyuyorsunuz. Pek çok dış etkenin, değişenlerin ve farklı bileşenlerin olduğu bir alanda, kurallarını kendinizin koyduğu bir alanı savunmakla/ yaşatmakla ilgili her şey.
Huzurlu bir cehennem, huzursuz bir cennet.
Alanın öncüsü olarak gördüğüm Rabia Çapa, Maçka Sanat Galerisi'nde; galericiliğin misyonunu, sanatta eleştirel ve sorgulamacı tavırlarıyla tanınan sanatçıların eserlerini sergilemek olarak tanımladı. Öncü tavrın bir göstergesi olarak, Türkiye'de kavramsal sanat başlığı altında üretilen işlerin izleyicilerle buluştuğu bir yer oldu. Sanat üzerine düşünülen, tartışılan ve öğrenilen bir kurum olarak, Türkiye çağdaş sanat sahnesi içinde kendine özgü bir yer edindi. Zamanın ana akım sanat eğilimleri dışında kalan ve bugünün tanınmış sanatçıları ilk kez Maçka Sanat Galerisi'nde açtıkları sergilerle sanat sahnesinde görünürlük kazandılar. Bu anlamda PİLOT, Maçka Sanat Galerisi yolundan giderek, sanat dünyasındaki bu öncü rolü sürdürmeyi misyon ediniyor.
Sağlıklı bir ekosistemin en önemli unsurlarından biri kuşkusuz ki koleksiyoncular. Yoğun ilgi ve destekleriyle sadece sanatçılar için değil, genel anlamda sanat dünyası için farkında olarak ya da olmayarak dönüştürücü bir rol üstleniyorlar. Sanıyorum ben şanslı biriydim; bugün de devam eden, zamana direnen güçlü ilişkiler kurdum. Ömer Koç, Tansa Mermerc Ekşioğlu, Agah Uğur, BanuHakan Çarmıklı, Yaman Erturan ve adını sayamadığım çok sayıda koleksiyoncu soruları, merakları, bitmez ilgileriyle, hem benim hem sanatçılarımızın yollarını açtılar. Sonuçta koleksiyonculuk, galericilik gibi bir yolda olmayı, bu yolda olmaktan mutlu olmayı, birlikte büyümeyi, dönüşmeyi içeriyor. Benim rolüm nihayetinde bir çeşit mihmandarlık, hem sanatçılar hem koleksiyoncular için...
Pandemi dönemi, her alanın olduğu gibi sanat alanının da dijitalleşmesini hızlandırdı. Pek çok galeri, müze, sanat kurumu sergilerini dijitale aktardığını iddia etti; online viewing room'lar, dijital fuarlar açıldı. Biz de 360 VR ile gezilebilen sergi deneyimleri kurguladık; online kanallara daha çok önem verdiğimiz bir dönem geçirdik. Ancak sanıyorum bu yoğun ekrana maruz kalma, sanatın sadece görmekle değil; deneyimlemekle, bir yerde bulunmakla, oradaki ısı, ışık, eserlerin yan yana duruşundaki iletişimle, o mekana giderken yolda rastladığınız bir arkadaşla ilgili olduğunu kanıtladı. Sanat görmekten/ duymaktan fazlasını içeriyor, dijitalde, o anda orada olmakla ilgili pek çok şey kaçırılıyor. Bu söylediklerimden dijitale karşı olduğum anlamı da çıkarılmamalı; bilakis, dijital alan için düşünülmüş/üretilmiş pek çok çalışma da olabilir. Geçtiğimiz yılın yükselen değeri NFT'ler, belki de metaverse'lerdeki yaşamlarımızın eşlikçileri olacaklar. Hayatın ve sanatın bizi nerelere taşıyacağını bilemiyoruz. Biz sosyal medya platformlarını en önemli iletişim kanallarımız olarak görüyoruz. Çok yakın zamanda TikTok'ta da varlık göstermeye başladık ve izleyici kitlemiz oldukça gençleşti. Sanıyorum artık çok az kimse basılı bir gazetede gördüğü bir sergiyi merak edip, galeri/müzeleri ziyaret ediyor.
Ece Ağırtmış'ın galerimizdeki ilk sergisi "Kare"den hemen sonra, Melih Çebi'nin "Baby on Board" başlıklı sergisini açacağız. Sonrasında ise Gözde Mimiko Türkkan'ın uzun zamandır üzerinde çalıştığı video ve fotoğraflarının yer aldığı sergisi açılacak. 10'dan fazla sanatçının katılacağı bir grup sergisi de 2023 yılı planları arasında.
Bu yıl galerimizin 15. yılını kutlayacağız. Bu önemli dönemeçte, şimdiye dek yaptığımız işlerin görünür olacağı bir yayın hazırlığı içindeyiz. Yanı sıra sürpriz projeler de 15. yıl kutlamalarına eşlik edecek.