Dahiyane fikirlerinin tohumlarını kapalı kapılar ardında atan, amiyane tabiriyle krizi fırsata çeviren zekalar arasında ilk aklımıza gelen, yazımızda üstleneceğimiz herhangi bir tanıtıma ihtiyaç duymayan William Shakespeare. Londra’da tiyatroların kapatıldığı veba yıllarında “Macbeth”, “Kral Lear”, “Antonius ve Kleopatra” oyunlarına imza atan Shakespeare’e Cezayir’de patlak veren veba salgınından üç yıl sonra “Veba” romanını yazan, 1957’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanarak Rudyard Kipling’ten sonra bu ödülü kazanan en genç yazar olan Albert Camus eşlik ediyor. Edebiyat tarihinde karantinanın izini sürüp gotik edebiyatın anası Mary Shelley’den bahsetmemek olmaz. “İnsanı insan yapan nedir?” sorusuna cevap arayarak toplumdan dışlanmışlığın, ötelenmişliğin, kalıtım ve çevre ayrımının nesirdeki en güzel örneklerinden biri olan “Frankenstein; ya da Modern Prometheus”u Shelley, Endonezya’da bulunan Tambora Dağı’nın 1816’da patlaması ile Avrupa’yı saran volkanik kış sırasında yazmış. Aynı dönemde vampir edebiyatının yaratıcısı kabul edilen, 1821’de 26 yaşındaki erken ölümü ile edebiyatseverleri nice olası korku hikayelerinden mahrum bırakan John William Polidori’nin Mary Shelley ve Lord Byron ile aralarında düzenledikleri yarışma kapsamında yazdığı “Vampir” romanı, Bram Stoker’ın 1897 tarihli meşhur “Dracula” romanına öncülük etmiş. İnsanları dehşete düşüren felaketlerin patlak verdiği yıllarda korku hikayelerinin yazılması rastlantı değil kuşkusuz. Topluma dair endişelerin vampir, canavar ve zombi bedeninde hayat bulduğu hikayelerin günümüzde popülerliğini koruması, sayısız dizi ve filme malzeme olması bilinçaltımızda toplumsal korkularımızı ikame ediyor olmamızdan kaynaklanıyor olabilir. Salgın hastalıkları konu edinen kitaplar arasında ayrıca Boccaccio’nun 1345-1353 yıllarında Veba salgınından kaçmak için bir şatoda toplanan insanları anlattığı “Decameron”una Thomas Mann’ın Venedik’teki kolera salgınını merkeze aldığı “Venedik’te Ölüm” öyküsü, José Saramago’nun 1995 tarihli “Körlük” romanına ise Türkiye’de Reşat Nuri Güntekin’in “Salgın ve Madalyonun Ters Tarafı” kitabı eşlik ediyor.
Karantina tipi üretim
Karantinadan maksimum verim alanlar edebiyat camiası ile sınırlı değil. 1665-67 yılları arasında Londra’daki veba salgınından sakınarak karantinaya giren, klasik mekaniğin babası Isaac Newton’ı da krizi fırsata çevirenler arasında sayabiliriz. Newton’ın meşhur elma hikayesinin inzivaya çekildiği Woolsthorpe’daki evinin bahçesinde geçtiğini göz önünde bulundurursak haklı sayılırız herhalde. Ayrıca tifoya yakalanan Rus besteci Stravinsky’nin “Bülbül” operasını karantinada bestelediğini, Norveçli dışavurumcu ressam Edvard Munch’un İspanyol gribine yakalandığı yıllarda “İspanyol Gribiyle Otoportre” tablosuna imza attığını, Orta Çağ’ın meşhur Fransız bestecisi Guillaume de Machaut’nun “La Messe de Nostre Dame” eserini veba yıllarında karantinada bestelediğini aklımızda bulunduralım. Son olarak tüm dünyada hit olan “Taht Oyunları” serisinin yazarı R. R. Martin, serinin son kitabını karantinaya çekilerek bitireceğini açıkladığında hangimiz üretkenliğin inziva ile ilişkisini sorgulamadık, “Ah zamanım olsa…” dediğimiz şeyleri yapmak için heyecanlanmadık? Belki de karantinada üretip üretmediğimiz değil, ne ürettiğimiz önemlidir, öyle değil mi?