2021'de Zilberman İstanbul'da kapılarını açan "A Murder Of a Mannequin" sergisinde yer alan "Yapısöküm (Venüs)" eseriniz, Los Angeles County Sanat Müzesi (LACMA) tarafından satın alındı. Hikayesini sizden dinleyebilir miyiz?
LACMA Nisan 2023'te kadın ve kimlik konulu bir sergi yapmaya karar veriyor ve sergiye Linda Komaroff küratörlük yapıyor. "Women Defining Women" isimli bu sergide "A Murder Of a Mannequin" çalışması müze tarafından satın alınarak müzenin daimi koleksiyonuna katılıyor.
LACMA gibi köklü bir sanat kurumunun eserinizi satın alması hangi duyguları beraberinde getirdi?
Daha önce de başka müzeler çalışmalarımı almışlardı. Tabii müzelere eser vermiş sanatçıların sanatsal kişiliği önemli bir çerçevede kanıtlanmış oluyor. Buna kim sevinmez?
"A Murder Of a Mannequin" sergisinin ana teması neydi? Sanat yaşamınızda bu serginin önemi nedir?
Çalışmalara başlarken "femicide" kavramı beni çok etkilemişti. Bu kelimeyi ilk kez yazar Diana Russell, 1976 tarihli bir mahkemede "kadınların erkekler tarafından, cinsiyetlerinden dolayı öldürülmesi" tanımıyla kullanmış. Bu adlandırma sayesinde meselenin görünür hale geleceğini ifade etmişti. "Femicide" kadına mal olarak bakan bir zihniyetin cinayetle sonuçlandırdığı durum için kullanılan bir kavramdır ve kadın cinayetleri olarak sıklıkla pek çok dilde kullanılmaktadır. Benim için, bir vitrin mankeninden kopyaladığım formlar, meseleyi bir nesne üzerinden anlatmak kolaylığını sağladı. Bazen sanatta asıl anlatılan değil de onun yerine kopyası gösterilir. Kopya burada vitrin mankenidir. Vitrin mankeninden form kopyalanması, özdeşlik meselesinin karmaşasından olabilir. Vitrin mankeni, hem fark hem özdeşliği açıklar. Biraz açmak gerekirse, sergide gösterilen saydam kağıt çalışmalardaki müphemlik bazı soru işaretlerini doğurmakta. Mesela, "Bu formlar bir mankenden mi ya da insandan mı kopyalandı?'' çok soruldu. Çalışmalarımdaki temel noktanın, bu sorunun sorulması olduğunu düşünüyorum. Manken burada kadın bedenine gönderme yapar, simge olarak onun yerini alır ve onunla yer değiştirir. Aslında burada anlatılmak istenen ne vitrin mankeni ne de kadın bedenidir; aradaki değişken katmanlara bir göz atmak gerekir. Sergide işaret edilen alanlar bunlardır. Tarihin sürekliliği içinde bazı sorunlar değişkenlik gösterdiği halde kadının nesneleştirilmesi, yani sürekli el altında yedeklenebilir zihniyeti akışkanlığını devam ettiriyor. Bunun nedenlerini sorgulamak için yola çıktığımda şu soruyla çalışma hazırlıklarına başladım: "Dünya ve yaşamın doğuşuna asırlar boyu kaynaklık eden bir dişi enerji nasıl oluyor da toplumsal düzeyde kayboluyor?" Bu sorunun yanıtını mitolojide ve eski çağlarda aramaya çalıştım. Okuduğum birçok feminist yazar Antik Çağ'a göndermeler yaparak bu sorunun yanıtını bulmaya çalışıyordu. Ben de bu konuya eğildim. "Petlos" adındaki heykel ile çalışma temposu başladı. Kısacası bu sergi yaşam ve ölümü ilgilendiriyor; yani toplum ve beden, yanılsama, kurgu, gerçeklik, farklılık ve özdeşlik kavramlarına eğiliyor.
"Yapısöküm (Venüs)" eseri nasıl ortaya çıktı? Yaratılışında size ilham veren unsurlar nelerdi?
Bu çalışmada, kadın imajını günümüzde temsil ettiğini düşündüğüm endüstrinin üretim nesnesi olan vitrin mankeninin de artık postfeminizm süreci içinde parçalanmaya (dekonstruksiyon) uğradığı anlatılıyor. Geçmiş senelerdeki yapma bebeklere veya vitrin mankenlerine bakıldığında, onların bugünkülerden daha farklı tasarımlar olduğunu görüyoruz. Moda ile şekillendiği bir gerçek olan vitrin mankeni, kadına da olması gerektiği ölçüleri dikte etmiş yıllar boyu. Kadınların bu mankenlere benzemesi, modanın dayattığı ve kontrol altında tuttuğu bir unsur. Yani erkek mankene benzeme diye bir zorunluluk eril kişilerde söz konusu değilken kadının, kadın mankenin ölçülerine uyma zorunluluğu bir yaşam ölçüsü olmuş durumda. Bu konu, Humboldt Üniversitesi'nde profesör olan Sosyolog Christina von Braun'un "Ich Nicht" adlı kitabında da, İtalyan Rönesansı'nda tuval üzerine idealize edilmiş kadın oluşumu ve kadının yeni bir ütopyası olarak karşımıza çıkıyor. Sanat dünyasına sadece model olarak giren 'kadın'dan üretilmiş hiçbir eser görülmüyor. Her türlü yaratıcılığı elinden alınan Rönesans kadını kültür yaratmak yerine kendisi kültür nesnesi olmuş. İlk defa Rönesans'ta keşfedilen aşık olma gibi duygulanımlar gerçek kadına değil, idealize edilmiş haliyle eserdeki kadına yöneliyor. "Sandro Botticelli'nin Venüs'ün Doğuşu adlı eserinde ona model olan Simonetta Vespucci'nin kendisi değil, onun temsil edildiği Venüs gerçek bir kült olarak Floransa'da şöhret olur" sözleriyle yazar bu konuyu örneklendiriyor. Yani kadın günümüzde bile başka nesnelerle yerinin her zaman değiştirilebileceği karmaşık bir ağ içine eklenmiş halde. Burada imaj üretiminin ve tüketiminin hiç durmaksızın akışkanlığı söz konusu.
"Yapısöküm (Venüs)" eserinizle izleyiciye neler anlatıyorsunuz?
Sanat aracılıyla bir şeyler anlatmaya ya da öğretmeye kendimi yakın hissettiğimi açıklamam çok yanlış olur. Bakın şöyle anlatayım; sanatsal çalışma ortaya atılmış suçsuz bir olgudur. Yeni bir doğuş gibi. Onu seyredenlerin ne düşündüğünü sanatçı belirleyemez zaten böyle bir amaçla da sanatsal çalışma ortaya çıkmaz. Derdini sözle anlatamayan bir bebek ağladığı zaman "Bu bebek niye ağlıyor?" diye sorduğunuzda, yakınları veya deneyimli kişiler birtakım nedenler söyleyebilirler. Bunlar göz önüne alınıp bebeğin ihtiyaçları giderilse bile, bugün psikiyatristlerin söylemlerinden biliyoruz ki bebeğin neler anlatmaya çalıştığını tam olarak bilemeyiz. Sanatın bir iletişim aracı olmadığı aşikar. Sanat bir bilgiyi de insanlara sunmaz. Sanat ne bir ihtiyaç giderir ne de toplumun derdine deva olur. O da yeni doğmuş bir bebek gibi yaşamaya çalışır. Sadece suçsuzdur. Bir hıçkırık, bir itiraz, bir direniştir. Rehavet veren bir olgu değildir. Ama sanat eseri, uygun zaman ve yere bazen bir bomba gibi düşebilir. Bu açıdan "Yapısöküm (Venüs)'', özne olmaktan çıkmış kadın imajının parçalanmasını anlatıyor diyebilirim.
Toplumsal cinsiyet sanatınızın başat karakteri. Sanatınızda yer alan kadınların karakteristik özelliklerini nasıl ifade edersiniz?
Belirli bir kadını anlatmıyorum. Bir sistemin parçalarını çözmeye çalışıyorum. Yalnız bu konuda düşüncemi şöyle ifade edebilirim. Sadece kadınların değil, bütün var olanların nesneye dönüşmesine karşıyım. Çünkü nesneye dönüşen, kendi canlı karakterini kaybeder; el altında olma, yedeklenme durumuna girer. Bu da öznenin yok oluşu demektir. Yani gerçek kimliği kaybolur, imajı kalır. Bu imaj zaten topluma mal olmuş olan medyanın yarattığı bir suretten başka bir şey değildir.
Önümüzdeki dönemde gerçekleştireceğiniz yeni projeler var mı?
İçinde yaşadığımız dönemin temel problemlerinin doğasını ve kökenlerini anlamak için çalışacağım.