Serda Büyükkoyuncu - serda.buyukkoyuncu@gmail.com
Fotoğraflar iStock
Canlı yaşamı, sıcakkanlı insanları, ılıman iklimi, Las Fallas Bayramı ve müzeleri, Valencia’yı daha da cazip hale getiriyor. Valencia enteresan bir şehir. İlk bakışta beton blokların istilasındaki sıradan bir yerleşimde olduğunuzu zannediyorsunuz. Tarihi bölüme ve fütüristik ‘La Ciutat de les Arts i les Ciències’ isimli komplekse gittiğinizde ise fikriniz değişiyor ve Avrupa’nın güzel bir kentinde olduğunuzu anlıyorsunuz. İspanya’da Comunidad Valenciana özerk bölgesinin başkenti olan şehrin ilk ismi Latince güç, kuvvet anlamına gelen ‘Valentia’. Madrid ve Barselona’dan sonra İspanya’nın üçüncü büyük şehri olan Valencia narenciye ve palmiye ağaçları ile süslü bir Akdeniz kenti. Geçmişte Turia Nehri Valencia’ya hayat katmış ve Roma döneminden itibaren önemli bir yerleşim olmasını sağlamış.
Günümüzde kurumuş olan nehir yatağı yemyeşil bir parka ev sahipliği yapıyor. Tarihe baktığımızda Romalıları Vizigotlar, onları da 714 yılında Kuzey Afrika’dan gelen Mağribiler takip etmiş. Arap dönemi 1238’de sona ermiş ve Aragon Krallığı’nın bir parçası olmuş Valencia. Uzun bir süre Araplar ve Hristiyanlar bir arada yaşamışlar, ta ki V. Şarl dönemi başlayana kadar. Ardından Araplar İber Yarımadası’nın diğer kısımlarından olduğu gibi, Valencia’dan da ayrılmak zorunda kalmışlar.
İspanya’da karnavallar ve dini bayramlar çok önemli. Bunlar bölgelere göre farklılık gösterebiliyor ve genel olarak ‘fiesta’ olarak adlandırılıyorlar. İspanyolların yaşama bakışını ‘Viva la fiesta’ olarak özetlemek mümkün. Mart ayındaki Las Fallas Bayramı şehirdeki en keyifli kutlamalardan biri ve benim bugüne kadar gördüğüm en eğlenceli olaylardan diyebilirim. Las Fallas Bayramı, Orta Çağ’da baharı kutlayan işçilerin yaktıkları ateşlerle çıkmış ortaya, daha sonra kilisenin devreye girmesiyle bu ateşleri yakma zamanı San Jose’nin gününe denk getirilmiş. Meryem Ana’nın eşi ve marangozların azizi olan San Jose (Hz. Yusuf) anısına kutlanan bayramın diğer bir hikayesi ise şöyle: Çocuklara oyuncak yapan San Jose’nin atölyesi bir gün bütün oyuncaklar ve yaptığı her şeyle birlikte yanmış. Bunun ardından Valencialılar her sene mart ayında tahta ve kağıttan kocaman kuklalar yapıp, 19 Mart’ta da hepsini yakarak San Jose’yi anmaya başlamışlar. Günümüzde geleneksel giysileri içindeki ‘fallera’ denen kızlar bu kuklaları ateşliyorlar, itfaiye görevlileri de ateşi söndürüyorlar, ardından da kalabalığı ıslatıyorlar. Bazıları 30 metreyi bulan, tanınmış kişileri de sembolize eden bu kuklalara ‘falla’ deniyor. O yılın en güzel kuklası ise yakılmayarak Monteolivete Meydanı’ndaki müzeye kaldırılıyor. Bayram zamanı çatapata benzeyen ‘mascleta’lar gün boyunca kulakları tırmalıyor. 15, 16, 17 ve 18 Mart geceleri 12:00’den sonra başlayan havai fişek gösterileriyle eğlence doruğa çıkıyor, bayram renkleniyor ve sabaha kadar dans edip, içilerek Las Fallas kutlanıyor. İki milyona yakın insan eğlencelere katılıyor.
Trenle Barselona’ya üç, Madrid’e ise üç buçuk saat mesafede bulunan Valencia, yürüyerek keşfedilecek bir şehir. Önce inşaatına 1262 yılında başlanan katedralin olduğu Kraliçe Meydanı’na (Plaza de la Reina) gidin. Katedralin içinde Hz. İsa’nın çarmıha gerilmeden önceki son yemeğinde kullanıldığı söylenen kutsal kase de var. Binanın yapımı çok uzun sürdüğü için üç kapısı da farklı dönemlere ait. Biri Gotik, diğeri Romanesk, üçüncüsü ise Barok mimarinin esintilerini taşıyor. 68 metre yüksekliğindeki çan kulesi de katedrale ayrı bir hava veriyor. Şehrin sembolü olan ve Miguelete dedikleri kule 1420 yılında tamamlanmış. İsterseniz tepesine çıkıp manzarayı seyredebilirsiniz.
1238 yılında bir zafer takı gibi inşa edilen Torres de Serranos, Gotik mimarinin güzel örneklerinden. Bu görkemli kuleler aslında şehri korumak amacıyla yapılmış. La Lonja ise 1482 ve 1498 yılları arasında şehre kazandırılan Geç Gotik dönemin görkemli eserlerinden biri. Pere Compte tarafından yapılan bina sarmal kolonlarıyla ünlü ve sergiler için kullanılıyor. Geçmişte tüccarların mekanıymış. İşlev olarak bizdeki loncaya benzeyen bu yapı UNESCO’nun Dünya Kültürel Mirası listesinde de yer alıyor. Şehrin tarihi kısmında dolaşmak, sokaklardaki birbirinden ilginç yapıları keşfetmek yapmanız gereken belki de en önemli şey. İlk katı çok gösterişli bir şekilde dekore edilmiş olan Palau de la Generalitat, Valencia hükümetinin bulunduğu yer.
17. yüzyıldan kalma bir kilise olan Basilica de la Virgen de los Desamparados (Terkedilenlerin Meryemi) ise şehirde keşfedilmesi gereken diğer eserlerden biri. Museo Nacional de Ceramica, Valencia şehrinin önemli müzelerinden biri ve içinde çok güzel seramik eserler var. Güzel Sanatlar Müzesi olan Museo de Bellas Artes eski çağlardan 19. yüzyıla kadar olan geniş bir yelpazedeki, 2.000 civarında heykel ve tabloyu bünyesinde barındırıyor. Goya’ya ait altı tablo, El Greco’nun San Juan Bautista (Vaftizci Yahya) tablosu ve Velazquez’in otoportresi de bu eserler arasında. Güzel bir kafesi olan bu müzenin yanında ise çok bakımlı olan Jardines del Real (Kraliyet Bahçeleri) var. 20. yüzyılın şaheserlerine göz atmak istiyorsanız nehrin karşı yakasındaki Institut Valencia d’Art Modern’e (IVAM) uğrayın. Museo Domingo Fletcher ise Taş Devri’ne ait sıra dışı çizimleri görebileceğiniz bir müze.
Valencia’da konaklama için Plaça del Ajuntament ve Plaça del Mercat ideal yerler arasında. Şehirde 200’ün üzerinde pilav çeşidi bulunuyor, en ünlüleri ise doğum yeri Valencia olan ‘paella’. Şehrin en güzel pazarlarından biri olan Mercado Central’de 1.000 civarında tezgah var. Bu renk cümbüşü içinde yemek yiyecek yerler de bulunuyor. Yer bademini susam tohumu, arpa ve pirinçle karıştırınca boza ve hindistan cevizi karışımı bir içecek ortaya çıkıyor. Valencia’da çok popüler olan ‘horchata de chufa’ isimli bu içeceğin tadına kafelerde bakabilirsiniz.
Şehirde bar ve pub’lar Carmen bölgesinde, diskolar ise üniversite civarında bulunuyor. Yaza doğru şehirdeki metro sayesinde doğu istikametinde kalan El Cabanal, La Malvarrosa ve Las Arenas gibi plajlara gidip Akdeniz güneşinin tadını çıkarabilirsiniz. Sahildeki marina da çok güzel. Marina, 2007’deki Amerika Kupası yelken yarışında da kullanılmıştı.
Dünyaca ünlü Lladro porselenleri Valencia yakınlarındaki Tavernes Blanques kasabasında üretiliyor. Buradaki Lladro Müzesi’nde Lladro kardeşlerin üretimine başladığı porselenlerin ilk örneklerini de görmek mümkün. Valencia, Barselona ve Madrid gibi turistlerin akın ettiği bir şehir değil ama gittiğinizde hoş bir kentle karşılaşıp güzel anılarla ayrılıyorsunuz. Sürprizi sevenlerdenseniz görülecek yerler listenize koymayı unutmayın.
La Ciutat de les Arts i les Ciències (Sanat ve Bilim Şehri) isimli kompleks tam bir modern zamanlar harikası. Santiago Calatrava dehasını konuşturmuş ve Félix Candela ile birlikte mimariye apayrı bir yorum getirmiş. Avrupa’nın bu en büyük şehir kompleksi 36 hektarlık bir alana yayılmış ve öğrenmeyi eğlenceli hale getirmek amacıyla inşa edilmiş. Kompleks beş bölümden oluşuyor. L’Hemisfèric’in içinde bir Imax sinema merkezi ve planetaryum bulunuyor. Bina göz şeklinde yapılmış ve yaklaşık olarak 13.000 m²’lik bir alanı kaplıyor.
Veliaht Prens Felipe’ye ithaf edilmiş olan Museu de les Ciencies Principe Felipe ise bilim ve teknoloji düşkünleri için adeta bir oyun alanı. Burada interaktif bir şekilde eserlere dokunarak vakit geçirmek mümkün. L’Oceanografic büyük bir akvaryum olarak hizmet veriyor. 42 milyon litre sudan oluşan dokuz farklı tankta, 500 farklı cinsten 45.000 adet deniz ve okyanus canlısını barındırıyor.
Palau de les Arts Reina Sofia (Kraliçe Sofia Sanat Sarayı) sahne ve gösteri sanatları için kullanılıyor. L’Umbracle ise heykellerle süslenmiş büyük bir bahçe olarak hizmet veriyor. Projenin inşaatı 1996 yılı Temmuz ayında başlamış ve bölüm bölüm bitirilmiş.