Çocukluğumda tutkuyla resim yaptığımı hatırlıyorum. Cam macunlarından, tebeşirleri yontarak yaptıklarım ilk heykellerimdi. Ailem de benim bu kadar istekle çalışıyor olmamı destekledi. Heykele yönelmemin bir sebebi de yetenek sınavlarına çalıştığım dönemdeki lise öğretmenim Fadime Özmen Tomar oldu. O da heykel bölümü mezunuydu. Benim için çok önemli bir örnekti.
1996'da Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü'nden mezun oldum. Şimdi adı değişti Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi oldu ama ben okulumun eski halini sevdiğim için hala o adıyla anmak istiyorum. O günden beri hem İstanbul'daki atölyemde hem de yurt dışında üretmeye devam ettim. Şu anda Çin, Japonya, Kore, Dubai, Mısır, Amerika Birleşik Devletleri, Meksika, Bahreyn, Suriye ve Almanya, Fransa, İtalya gibi Avrupa'nın pek çok ülkesinde heykel parklarında ve bazı müzelerde büyük boyutlu mermer, metal, bronz malzemelerden yaptığım heykeller var. Gittiğim her ülkede uzun süreli kalıp heykellerimi orada kurulan atölyelerde gerçekleştirme imkanım oluyor. Bu üretim sürecinde o kültürü de yaşayıp, unutulmaz anılar biriktiriyorum. Bir sanatçı için atölyeden uzaklaşmak; farklı şehirlerde, farklı sanatçılarla karşılaşmak, başka kültürlerle tanışmak besleyici ve ufuk açıcı oluyor elbet.
İlham aldığım tek şey "Hayat". Güncel konular beni etkiliyor. Sürekli gözlemliyorum.
Her malzemenin verdiği duygu farklı elbette. Benim farklı malzemelerle çalışırken hissettiğim duygu da farklı. Kullanacağım malzemenin seçimi, heykelin boyutu, formu, kavramsal alt yapısı, hepsi bir bütün aslında. Farklı dönemlerdeki heykellerimde farklı malzemelerle çalışmış olsam da ifade biçimi olarak hep mizah tarafı da olan çocuksu bir tavırla anlatmayı seçtim. Devasa bir mermer yontarken de kilden küçücük bir heykeli yaparken de çocuk ruhum hep var.
Sanat eserinin çıkış noktası yaşadığın coğrafyaya göre değişkendir ama heykele baktığında hissettirdiği duygu evrenseldir. Herkesin kendinden bir parça gibi hissetmesi en önemli kısmı bu. Bir çocuğun yaşadığı hayatlar bambaşka ama hissettiği mutluluğu ya da acısı burada da, Güney Afrika'da da, Japonya'da da aynı.
İlk bu serim, taşın içinde saklı kalan cenin pozisyonundaki heykelimle başladı. O eserimde bu figürler doğmamış çocuk formunda yer alıyor. Taşın içine hapsolmuş ve patlayacak bir çocuk. Çocuk figürlerim oluşmaya başladığında ve çok beğenildiğinde, zamanda geriye gidince bu heykelden meğer bu çalışmalar çıkacakmış diye düşündüm. Aslında bu eseri birisine hediye etmiştim. Ondan bir süreliğine ödünç istedim. Şu an atölyemde bu serimin başlangıç hali olarak bana ilham veriyor.
İlk bu eserin büyüğünü Almanya'da yaptım. Sonra aynısının gökkuşağı renkli halini Amerika'da yaptım. Daha sonra bu seri oluşmaya başladı. Bu serimin hepsinde aslında toplumsal konulara değiniyorum. "Kral Çıplak", "Big Fish", "Rainbow", "Tam İsabet"... Hepsi bir mesaj taşıyor.
Her heykelimi benim çocukluğumdan fotoğraf kareleri diye tanımlıyorum. Dondurulmuş "an" lar. Hala çocuk ruhumu koruyorum ve merak duygumu hep canlı tutmaya çalışıyorum. Heykellerimle karşılaşanların duygusal bağ kurmasının, kendine yakın hissetmesinin sebebi de bu; konu izleyene tanıdık geliyor, kendinden bir şey bulabiliyor. Heykellerimde direkt mesaj vermek gibi bir niyet olmasa da altındaki katmanları sürprizli olarak göstermeyi tercih ediyorum. Sevimli halleriyle heykellerim dikkat çeksin, hikayeleri gizli olsun, keşfedilsin.
Bu dönemde sanatımda mermere dönüş var. Ama bu malzemeyle çalışmanın dezavantajı var. Onun için ayrı bir atölye kurmak ve vinç kullanmak gerekiyor. Böyle bir yerde mermer çalışmam mümkün değil. O yüzden talep oldukça 10-12 metrelik mermerden heykel yapıyorum. Mermerle bu atölyede küçük boyutlu çalışabiliyorum ancak. Ağırlıklı olarak yurt dışında mermerle çalışıyorum. Çünkü bunun için özel ortam hazırlanıyor. Şimdi Marakeş'te böyle bir tezgah kuracaklar mesela. İki hafta boyunca gidip orada mermeri çalışacağım. Uluslararası bir organizasyon, başka sanatçılar da olacak yurt dışından.
Türkiye'de de yurt dışında da kamusal alanlarda sergilenen heykellerimin olması daha çok insana ulaşabiliyor olması bakımından değerli. Yerel yönetimlerin desteğiyle gerçekleştirilen heykel sempozyumları oluyor. Bu sempozyumlarda kısa süreli atölyeler kuruluyor ve bu atölyelerde halkın, çalışma sürecini izleyebileceği sanatçılarla sohbet edebileceği, sorular sorabileceği bir ortamda heykeller üretiliyor. Önümüzdeki ekim ayında Bodrum'da bir ay boyunca dünyanın dört bir tarafından gelecek olan heykeltıraşlarla beraber çalışıyor olacağız. Bu sempozyumlar sanatçı ve izleyici arasında kurulacak bağ konusunda çok etkili oluyor.
Heykeli tasarlarken teknik çözümleri dışında mekanla ilişkisini de düşünmem gerekiyor. Kamusal alanlarda sergilenecek heykellerde bu ilişki daha çok benim kontrolümde oluyor. Tasarım sırasında mekan da ilham verebiliyor. Bazen mekanı hiç düşünmeden yaptığım heykeller de oluyor. Sergilenecek mekanlarıyla sonradan bütünleşebiliyor. Her konulduğu yerde etkisi bambaşka oluyor.
İki yıl önce PG Art Gallery ile sergi hazırlığı içeresindeydik ve açılış yapacağımız gün 11 Mart'ta ilk vaka açıklandı. "Herkesin maske taktığı dönemde açılış yapamayız" dedik. Ben sergimi kurdum ve öyle kala kaldım. O anda boğazıma bir şey düğümlendi. Ve biz online sergiyi kimse konuşmazken, o dönemde Türkiye'de ilk dijital buluşmaya imza attık. Açılışımızı online yaptık. Kemal (Tufan) ile atölyeye geldik, o bana soru sordu, ben cevapladım. Bu video tam açılış saatinde canlı olarak izleyiciyle buluştu. Sonrasında ise sergi YouTube'da yayınlandı. Bu benim için aşırı duygusal bir deneyimdi. Pırıl (Güleşci Konmaz) hep aynı şeyi söylüyor: "25 yıllık galericiyim, benim için en duygusal galeri açılışı buydu" diye. Benim için de hala öyle, ne zaman hatırlasam içim buruklaşır. Çünkü sergiyi sergi yapan izleyiciden gelen tepkilerdir. O heyecanla hazırladığım sergiyi video ile açılışını yaptıktan sonra kapısına kilit vurarak çıkıp gittim. Çok üzülmüştüm.
Bodrum, tarih boyunca farklı disiplinlerdeki sanatçılara hep ilham kaynağı olmuştur. Edebiyatçıların, müzisyenlerin, ressamların rüyası Bodrum'da, benim de yer aldığım bir sergide buluşmak önemliydi. İnanıyorum ki gelecek dönemlerde daha da çok izleyiciyle buluşabilecek mekanlarda bu sergiler devam edecek.
Özgürlük... Elinde kocaman gökkuşağını taşıyan bir çocuk. Şu dönemde en çok ihtiyacımız olan şey özgürlük. Akılda kalan sevimli tatlı çocuklar, tıpkı çocukken dinlediğimiz masallardaki "Pamuk Prenses", "Külkedisi Sindirella", "Kırmızı Başlıklı Kız"ın öykülerindeki gibi aslında. Sevimli görünen hikayelerin altındaki gerçeklikler.
Son dönemlerde, Instagram'ın da sayesinde işlerimin görünürlüğü arttı. Birçok koleksiyonerim oldu bu dönemde. Evinde kaldığım, uzun sohbetler ettiğim, atölyemde ağırladığım, yakın ilişki kurduğum koleksiyonerlerim var. Bu mekanı kurduktan sonra işlerimle ilgilenenleri burada ağırlamaya başladım. İşlerimi aldıktan sonra ise onların evine konuk oluyor, heykeli yerleştirmelerine yardımcı oluyorum. Gerçekten işimle duygusal bağ kuran da var, beğendiği için de alan da var. İşimle duygusal bağ kuranlarla daha samimi ilişki geliştiriyorum. Bazıları gelip, "Şu boyutlarda bir heykel istiyoruz" diyor. Onlara söylediğim ise " Görerek, beğenerek bir heykelime sahip olun." Asıl istediğim şey bu aslında. Mesela birisi vardı, atölyeme geldi ve bir heykelimi görür görmez ona sarıldı ve koşarak "Ben bunu istiyorum" dedi. Gerçekten heykellerimi severek alanları hissediyorum. Bir de tabii komşusunda görüp bende de olmalı deyip alan da oluyor.
PG Art Galery'deki sergimden sonra epey yoğun bir çalışma dönemine girdim yeniden. Önümüzdeki yıl belki yeni bir solo sergi daha olabilir. Yurt dışı projelerimiz maalesef hep ertelendi. Şimdi yavaş yavaş toparlanma süreciyle beraber yeni organizasyonlar başlıyor. Marakeş'te bir heykel sempozyumuna davetliyim; önümüzdeki günlerde orada mermerden bir heykel yapacağım. Ekim ayında Bodrum'da uluslararası bir heykel sempozyumunda yine mermerden heykel yapıyor olacağım. Yine yurt dışında Dubai'de gerçekleşecek bir projede heykelim yer alacak; bir yandan onun çalışmaları devam ediyor. Hiç durmadan çalışmaya devam ediyorum.