Berin SOMAY – berin.somay@alem.com.tr / Portre fotoğrafı: Doruk SEYMEN – Eser fotoğrafları: Kayhan KAYGUSUZ
Kendine has stili ve kullandığı farklı baskı teknikleriyle öne çıkan Ardan Özmenoğlu, “Sanatın ve üretmenin sonu yok” diyerek yine alışılmışın dışında bir sergiye imza atıyor. Anna Laudel Gallery’de ‘Bu İşin Sonu Yok’ başlıklı kişisel sergisini düzenleyen Özmenoğlu’nun post-it notlarla ürettiği resimlerine, cam katmanlı heykelleri ve neon çalışmaları eşlik ediyor. 7 Mart’a kadar devam edecek sergi kapsamında bir araya geldiğimiz sanatçı ile bugünün kültürünü yaratan yaşam anlayışını nasıl yansıttığını konuştuk.
İmzanız haline gelen post-it çalışmalarınızla başlamak isteriz… Post-it gibi günlük bir objeyi sanat eserine dönüştürme fikri nasıl gelişti? Neden post-it?
İmzam haline gelmesinin sebebi, dünyada tek olmaları ve ilk defa benim tarafımdan yapılması. Bir çeşit buluş veya yeni bir sanat tarzı gibi, insanların hiç görmediği yeni bir resim anlayışı diyebiliriz. Artık dünya orijinallikle ilgileniyor, özel fikirlerle buluşmak istiyor.
‘Bu İşin Sonu Yok’ adlı sergi nasıl ortaya çıktı? Nasıl bir kreatif süreçten geçtiniz?
Bu sergide daha önce üzerinde çalışmış olduğum bir tema olan Osmanlı kavukları ve sultan portrelerini yeniden ele aldım. Louise Bourgeois’nın sanatçılara yönelik bir tavsiyesi vardır: “Aynı temaları tekrar tekrar ele alın (Fakat denemeler yapmaya da devam edin)”. Bu kez Osmanlı figürlerini iskambil kartları konusuyla birleştirmeyi deniyorum.
Dediğiniz gibi, sergide Osmanlı padişahlarını ve kadın sultanları oyun kağıtlarıyla birleştirdiğiniz işleriniz var. Bu seriyi oluştururken nelerden ilham aldınız?
Osmanlı portrelerini ilham verici, güçlü ve büyüleyici buluyorum. Osmanlı figürlerinin iskambil kartları üzerinde olmaları hem çok etkileyici hem de tartışmalı.
Sergi için sadece atölyenizde değil, galeri alanında da çalıştınız değil mi? Bu daha önce alınmış bir karar mıydı yoksa üretim aşamasında mı gelişti?
Sadece bu sergi için değil, diğer bütün sergilerimde de galerinin mimari özelliklerine uygun olarak eserlerimi yerleştiriyorum. Bu durum galeri alanında çalışmamı gerektiriyor ve bunu yapmaktan çekinmiyorum. Mekana özgü enstalasyonlarda, galeri içinde, sergi öncesi ve sonrası vakit geçirmek zorundasınızdır. Mesela bu serginin oluşması için sadece galeri alanında değil, üç başka atölyede daha çalıştım. Anna Laudel Gallery, Osmanlı döneminden kalma tarihi bir binada konumlanıyor ve üç kata yayılıyor. Galeriye gelen birinin dikkatini çekmek çok daha zor çünkü bina, mimarisiyle ve manzarasıyla sanatçıya adeta bir rakip gibi. Dolayısıyla galerinin tüm bu özelliklerine uygun bir yerleştirme süreci oldu.
RÖPORTAJIN TAMAMI ALEM'DE!