Sanat tarihinin dehlizlerine dalıp gözlerimizi ressamların ev yaşamının binbir halini resmeden tablolarına çevirelim.
9 Nisan 2020 Perşembe 10:23 | Son Güncellenme:
8 dakika okunma süresi
Vincent’ın odası
Herhangi bir sanatçının odasını düşünmeye kalksak aklımıza ilk Vincent Van Gogh’un Arles’deki yatak odası gelirdi herhalde. Art İzlenimcilik akımının en önemli temsilcilerinden olan Van Gogh, Arles’deki evine taşındıktan sonra birlikte resim yapmak için ünlü ressam Paul Gauguin’i yanına çağırır. Misafir bekleyen her ev sahibinin yaptığı gibi odasını gözden geçiren, misafirini etkilemek için duvarlara tablolarını asan Van Gogh, “Arles’deki Yatak Odası”nı tam da bu bekleyiş döneminde resmeder. Yatağın yanındaki duvarda Van Gogh’un arkadaşları Eugène Boch ve Paul-Eugène Milliet'nin portreleri, arkasındaki duvarda ise “Kayalıklar ve Meşe Ağacı” asılıdır. Orantısız boyutlarda ve sarı ağırlıklı resmedilen odanın solundaki kapı, Arles’de dokuz ay geçirecek olan Gauguin’in odasına açılıyor.
Müzik ruhun gıdası
17. yüzyılın gündelik yaşamını betimleyen tür resimleri ile tanınan Hollandalı Barok ressam Johannes Vermeer’in "Virginal'da Oturan Genç Kadın" tablosu evde geçirdiğimiz bugünlerde ruhumuzu müzik ile dinlendirebileceğimizi hatırlatmıyor mu? Resimde virginal başında oturan genç kadın bir taraftan virginal’i çalarken diğer taraftan izleyiciye dönerek “Sıkılmaya zaman yok, evde yapacak çok şey var” der. Vermeer’in aynı isimdeki iki tablosundan biri olan bu resim, 19. yüzyılda yazıları ile sanat camiasında Vermeer’e olan ilginin doğmasına önayak olan Théophile Thoré-Bürger’e aitken, 1910’da Londra’da bulunan Ulusal Galeri’nin koleksiyonuna katılmış.
Okuma alışkanlığı
Evde yapılabilecek en güzel şeylerden bir tanesi kuşkusuz kitap okumak. Rokoko akımının temsilcisi, Ancien Régime’in en üretken ressamlarından Jean-Honoré Fragonard’ın “Kitap Okuyan Genç Kız” tablosu, 18. yüzyılda Fransız üst sınıfının yaşadığı entelektüel özgürlüğü vurguluyor. Hedonizm ve Libertinizm felsefelerini kıvrımlı motiflerle bir araya getirerek üslubunu oluşturan sanatçının bu resmi ünlü cerrah Théodore Tuffier tarafından satın alındıktan sonra 1930’da doğru A.B.D’ye getirilmiş ve eşi Anna Edith McCann Erickson’ın 1936’daki ölümünden sonra Washington Ulusal Sanat Galerisi’nin koleksiyonuna katılmış.
Çocuklarla evde
19. yüzyılda da, günümüzde de çocukları evde oyalamak zor. İzlenimcilik akımının en önemli ressamlarından kabul edilen Pierre Auguste Renoir’ın 1895-96 tarihli “Gabrielle ve Jean” tablosu Renoir’ın oğlu, geleceğin ünlü yönetmeni Jean ile bakıcısı Gabrielle’i birlikte oyun oynarken betimliyor. Gabrielle’in elindeki belli belirsiz inek figürüne dikkatini veren Jean’ı resmeden sanatçının arka planda kullandığı çiçekli duvar kağıdını ünlü ressamın diğer tablolarından tanıyoruz. Tablonun günümüzde özel bir koleksiyonda yer alan diğer versiyonunda figürler daha belirginken, Gabrielle’in elinde inek yerine yavru bir horoz görüyoruz.
Azıcık pudra
Bizler belki evden çıkmadığımız için kendimize her zamanki özenimizi göstermiyoruz ama 19. yüzyılın insanları evden çıksınlar ya da çıkmasınlar en alımlı halleri ile günlük hayatlarını idame ettiriyorlar. Renklerin eş zamanlı karşıtlığı ve mozaik noktaları ile Pointilizm akımının öncülerinden olan Georges Seurat’nın, metresi Madeleine Knobloch'u tasvir etiği “Pudra Süren Genç Kadın” tablosunda duvarda yer alan ayna, rivayete göre, Seurat’nın yansımasını gösteriyormuş. Seurat bir arkadaşının tavsiyesi üzerine aynayı rötuşlamış ve bugünkü haline getirmiş.
Açık hava özlemi
Bugünlerin şanslıları belki de evinin bahçesi, terası, geniş bir balkonu olanlar. 20. yüzyılın ilk yarısında sembolist ve sosyal gerçekçi resimler yapan Danimarkalı ressam Laurits Andersen Ring’in 1897 tarihli “Bahçe Kapısında. Sanatçının Karısı” tablosu, sanatçının 1896’da evlendiği karısı Sigrid Kähler’i evlerinin bahçe kapısında tasvir ediyor. Hamile Sigrid’in baş ucunda arz-ı endam eden mersin ağacı aşk tanrıçası Afrodit’i simgelerken bahçede açan çiçekler Ring’in karısına olan aşkını temsil ediyor. Okuyucularımıza baharın kapıda olduğunu, Ring’in tablosundaki gibi çiçeklerin açacağını hatırlatalım.
Kafesteki papağan
Danimarka resminin babası kabul edilen Christoffer Wilhelm Eckersberg’in “Bella ve Hanna. M. L. Nathanson’un Büyük Kızları” tablosu sanatçının Mendel Levin Nathanson’dan aldığı komisyonun ürünü. Neo-Klasisizm ve Romantisizm çizgisinde eserler üreterek Danimarka resminin altın çağının habercisi olan Eckersberg, benzer yüz hatları ile resmettiği Bella ve Hanna’yı kafeste alıkonan yeşil bir papağan ile tasvir ediyor. Kafesteki papağanın genç kızların baba ocağından çıkıp dış dünya ile karışma isteklerini temsil ettiği söyleniyor. Bella ve Hanna’ya dışarıya çıkmadan önce karantina günlerinin sona ermesini beklemelerini tavsiye ederiz.
Maaile bir arada
Resmettiği zarif balerinler ile sanat tarihine ismini yazdıran Edgar Degas’yı İzlenimcilik akımının babası olarak kabul etsek de ressam “Gerçekçi” olarak tanınmayı tercih etmiş. Ünlü sanatçının gençlik dönemi baş yapıtı kabul edilen “Bellelli Ailesi” isimli yağlı boya tablosu, Degas’nın Realizm’inin en önemli örneklerinden. Halası ve eşini iki kızlarıyla birlikte resmeden Degas, ölen babasının yasını tutan halasını matem giysileri içinde betimlerken eniştesini işlerine gömülmüş olarak tasvir ediyor. Degas’nın eniştesi “home-office” çalışıyor olsa gerek.