NIKOL BASOĞLU / nikol.basoglu@alem.com.tr
Lise dönemimizin efsanesidir Akmerkez. Bizim için sadece bir alışveriş merkezi değil buluşma noktası, kıvırcık patates yeme, çay-kahve içme, ilk randevu yeri aynı zamanda. Üçgen planıyla yer, yön bulmak çok kolaydır, tuvalet dışında. Nedense TBS (tuvalet bulma sorunsalı) ile mücadele etmek zorunda kalıyorum her seferinde. Tuvalet oklarını takip ederek ya yangın çıkışına ya da Vakko’ya ulaşıyorum. Sonuç şu tuvaletim geldiğinde j-brand kotlarla haşır nesir oluyorum.
Akmerkez uluslararası alışveriş konseyi ICSC’nin 1995 yılında dikkatini çekerek Avrupa’nın en iyi alışveriş merkezi seçildi. Aynı konsey 1996 yılında dünyanın en iyi alışveriş merkezi olarak Akmerkez’i seçti ve bu dalda verilen en büyük ödül olan “ICSC international design and development” ödülünü verdi. 90’lI yıllar hem alışveriş hayatında hem de gece hayatında merkezi Etiler aldı. Sonra alışveriş de gece hayati da buradan yavaş yavaş kaymaya başladı.
İstanbul’un Galleria’dan sonra ilk göz ağrısı olsa da Cevahir, İstinye Park, Kanyon ve Zorlu gibi AVM’ler sebebiyle Akmerkez’in pabucu dama atıldı. Yenilenme yoluna girmesi de eski şaşalı günlerine dönme çabalarıyla başladı. La Sagrada Familia ile yarışacak kadar uzun bitemeyeceğini sandığım rezervasyon süreci aslında hala devam ediyor. Giriş kapısına bakınca bitmemiş eksik bireyler olduğunu anlıyorsunuz. Zaman içerisinde la Sagrada Familia mı yoksa Akmerkez mi önce bitecek göreceğiz.
Akmerkez’in üst yemek katı nedense yaşlılar yurduna dönerken alt katları beyaz fayans ve floresanlarla hastaneye döndü. Allah’tan AVM’nin dışına Çin’den gelen led’leri koyarak içi hastane dışı “hoppala” bar imajı yaratarak enerji katmışlar.
Her şeye rağmen Akmerkez bir efsanedir. Orada parfüm kokan kadınların arasında alışverişe dalıp ülke gerçeklerinden uzaklaşıp sonra da bir kahve içebilirsiniz. Hele de yeni eklenen restoranlarıyla artık yeme-içme açısından da merkez kuvveti yaratıyor.
Serafina da bu aileye yeni katılan bir İtalyan restoranı. Hoş bir ambiyans ve güler yüzlü garsonlar karşılıyor sizi. Servisin çok iyi ve kalabalık dahi olsa hızlı olduğunu söyleyebilirim. Serafina NY’da herkesin mekan ve lokasyondan çok yemeğin lezzeti için tercih ettikleri bir markadır, fakat İstanbul’da Serafina konumu ile dikkat çekip lezzetleri ile öne çıkmasa bile, yabancı markaların Türkiye’ye uyarlamalarında en başaralı markalardan biri.
Porsiyonların küçük olduğunu da hemen belirteyim. Sonra aç kaldım diye sızlanmak olmasın. İtalyan restoranlarında pizza yeme fetişi olmak yanlış olmasına rağmen vazgeçemediğim bir ritüel. Tabi ki başlangıç olarak yediğim marinada pizza ince hamuru ile etkileyici fakat biraz kuru oluşu ile beklenin altında bir lezzeteydi.
Ana yemek olarak “Sirloin steak” ve fırınlanmış sarımsaklı patates püresi ve roka yaprakları yedim. Orta pismiş istediğim et tam da istediğim gibi geldi. İtalya’da sarımsak her şeye bulaşır ve dozundadır. “Ben buradayım” der ama rahatsız da etmez. Nedense Türkiye’deki İtalyan restoranlarının çoğu her yemeğe 1 kilo sarımsak koyuyor. Sarımsaklı patates püresi değil, patatesli sarımsak püresi yiyorsunuz.
Pizzanın ince hamuru ile Nutella iyi gider diye düşünüp Nutella pizzayı denemeden kalkmayalım diyoruz. Nutella pizzayı çıtır çıtır hamuru ile mideye indirip bir öğünde iki pizza yemenin hafifliğiyle Akmerkez’de ne acilmiş, ne kapanmış, ne nereye taşınmış temalı alışveriş turumuza çıkıyoruz.
Afiyet olsun