Ben yalnızca canlı varlıkların değil, bazen canlı olduğunu dahi hatırlamadığımız ağaçların, dağların, akarsuların, toprağın hatta bina ve eşyaların bile ruhları olduğuna inanırım. Çoğu zaman yaşadığımız mekanların, kullandığımız eşyaların bizler tarafından seçildiği kadar, bizlerin de onlar tarafından seçilmiş olduğumuzu düşünürüm.
İnsanlar davranışları, konuşmaları, her zaman olmasa bile bazen dışa vurdukları düşünceleriyle ruh yapılarını ister istemez çevreleriyle paylaşırlar. Bizim dilimizden konuşamayan hayvanlar ise samimiyetleri ve bozulmamış saflıkları ile tıpkı biz insanlar gibi farklı ruhlar taşımakta olduklarını bir şekilde ifade ederler.
Peki ya bizlerin cansız olarak adlandırdığı diğer varlıklar ve onların ruhları?
Onları tanıyıp anlayabilmek için ise biraz daha hassasiyet göstermek gerekir. Belki onların içsel varlıklarını ruh yerine enerji olarak adlandırmak daha doğru olacaktır. Doğadaki bütün varlıkların içlerinde barındırdığı enerjiyi görmezden gelmek çoğu zaman etrafını tanımak ve anlamak için pek de gayret sarfetme lüzumunu göstermeyen insanlar için şüphesiz en kolay yoldur. Bu bilinçsizlikle insanoğlu çağlar boyunca birlikte yaşamak ve saygı duymak mecburiyetinde olduğu varlıkları çoğu zaman istismar edip onların tahammülünü sınamıştır.
Bu yüzeysel ve benmerkezci tutumu yüzünden de bazen ağır bedeller ödemek durumunda kalmıştır. Kesilen ağaçlar sonucunda ortaya çıkan heyelanlar, arsız yapılaşma sonucu dere yataklarına dikilen binaların sellerle devrilmesi, doğaya verilen tahribat sonucu değişen iklim, genetikleriyle acımasızca oynanan meyvelerin türlü hastalığa neden olması insanoğlunun çevresinin enerjisini hiçe sayan hırsının bir sonucu değil midir?
Bu olguya bir de daha küçük ölçekte bakacak olursak belki de olayı daha kolay kavrarız. Bizim kültürümüzde eşyaların enerjisi yüzyıllardır söylenegelmiştir. Yeni birşey aldığımızda onun uğurunu sınamaya daha çocuk yaşlarımızda başlarız. Uğur dediğimiz, aslında o eşyanın barındırdığı pozitif enerjinin bize aktarılış biçiminden başka birşey değildir. Ben bu konuda bile insanların olumlu düşüncelerinin büyük etkisine inanırım. Yeni sahip olduğumuz herhangi bir eşya ne kadar pozitif enerji barındırırsa barındırsın onun bu enerjisi bizim kendi pozitif düşüncemizle birleşmediği takdirde ortaya uğur olarak adlandırabileceğimiz güzelliklerin çıkması sağlanamaz.
Ben bir eşyayı, koltuğu, kanapeyi, tabloyu hatta bir giysiyi bile satın alırken onu gerçekten sevip sevmediğimi kendime sorar, o anki beğenimin içselliğini kontrol ederim. Böylelikle hayatıma soktuğum her eşyayla bir tür sevgi bağı kurmaya çalışırım. Onları kullanırken kendim mutlu olurken onların da benimle birlikte olmaktan mutlu olabileceklerini düşünmekten kendimi alamam. Böyle düşünüldüğünde salt beğeniyle değil, sevgiyle seçilmiş eşyalarla döşeli mekanlar, yaydıkları pozitif enerjiyle sadece sahiplerinde değil, ziyaretçilerinde de bir huzur hissi yaratırlar.,
Bu durum yalnız eşyalar için değil, binalar söz konusu olduğunda da fazlasıyla geçerlidir. Çoğumuzun bazı eski binalarda duyduğu huzur, bu binaların yapılışındaki el emeğinden, göz nurundan başlayan sevgi ve pozitif enerjinin aslında bize bir tür yansımasıdır. Ustanın göz nuru olan ahşap bir evin enerjisini çelik ve camdan, zamanla yarışarak inşa edilmiş bir gökdelenle kıyaslamak biraz güç değil midir?
Ancak her şeyin aşırı bir hızla değiştiği çağımızda eğer bizler kendimizi bilinçle donatırsak yeni çevremize ve yaşam alanlarımıza belki kendimiz de güzel enerjiler aktarabiliriz. Fabrikasyon eşyaları, beton ve cam yığını binaları belki de bizler pozitif bir güçle donatabiliriz. Bunun için yapmamız gereken tek şey, herhangi bir eşyaya veya mekana sahip olmadan önce lütfen onu sevip sevmediğimizi iyice ölçüp, iyice tartalım ki bizim ona aktaracağımız pozitif duygular bizlere uğur olarak geri dönsün.