İsimlerin yaşadıkları yüzyılların çekiciliğine ek olarak hayat tarzlarının farklılığı da ekleniyor. Dönemlerin ressamları postmodernizmin içinde de yerini alıyor. Tabloları kadar yaşantıları kadar da dikkat çeken geçmişten günümüze kadar gelebilmiş ressamların izinden sürükleneceksiniz.
SALVADOR DALI
İspanya’nın Katalonya bölgesinde büyümüş ünlü ressam, ölen ağabeyinin ismini almış. Ailesinin kabullenemediği bu durum kişiliğini etkilemiş. Daha sonra hep kardeşinin izlerine basarak yürüyen Salvador Dali, ilk self-portresini de o dönemlerin yansıması kabul etmiş ve ‘Hasta Çocuk’ ile bunu göstermiş.
‘İki su damlası gibi birbirimize benziyorduk, fakat yansımalarımız farklıydı. O, herhalde benim fazla mutlak olarak tasarlanmış ilk versiyonumdu.’
Dali, Madrid, Paris, Amerika’ya kadar uzanan seyahatlerinin her birinde farklı işleri yapabilme imkanı bulmuş, ressamlığın dışında heykelcilik, fotoğrafçılık ve sinema ile ilgilenmişti. Madrid’de geçirdiği yıllarda kendisi gibi avangart sinemasına meraklı olan kişilerle tanışmış, birlikte çalışmaları da olmuştu. Bu dönemlerde tanıştığı tutkulu bir ilişkisi olan Gala’yla olan birlikteliği evliliğe dönüşmüştü.
Ressamın Madrid’de geçirdiği yıllarda çalışmalarında Kübizm ve Dadaizm etkilerini göstermişti. O sırada Madrid’de yeni görülen bu akımlar sayesinde Dali’nin eserleri ilgi görmüş, büyük saygı duyduğu Pablo Picasso ile Paris’te tanışmıştı. Daha sonralarda eserlerinde Picasso’nun etkisi görülmeye başlamıştı.
‘Dünyada iki büyük ressam vardır, biri Pablo diğeri de benim, ancak ben daha büyüğüm.’
Dali’nin en önemli eseri olarak bilinen ‘Belleğin Azmi’ daha çok kullanılan adıyla ‘Eriyen Saatler’ veya ‘Yumuşak Saatler’ herkes tarafından farklı yorumlanıyor. Bunlardan biri zaman karşıtı, katı ve değişmez zaman kavramını protesto etmek için yapmış sürrealist bir eser.
‘Düşmanlarımın, arkadaşlarımın ve halkın resimlerime aktardığım imgelerin anlamını çözemediklerini söylemeleri bence son derece anlaşılır bir durum. Onları yapan kişi olarak ben bile anlayamazken,başkaları nasıl olur da bu imgeleri anlamayı umabilir.’
Tüm Avrupa’yı etkisi altına alan 2. Dünya Savaşı’ndan kaçan Dali ve Gala ABD’ye yerleşmişler. Sansasyon yaratan bir sergiyle Dali, Amerika’da büyük bir şöhrete kavuşur. Sanatçının New York’da açtığı sergide içinde Eriyen Saatler de bulunuyor.
Dali hayatı boyunca sanatı kadar giyimi, davranışları, sözleriyle de dikkat çekmiş, bu durum kimi zaman sanatını takdir edenleri de etmeyenler kadar usandırmıştır. Bu davranışların getirdiği kötü şöhret geniş kesimlere dağılmasını sağlamıştı.
‘Efendim iyi bir ressam olmak çok kolaydır. Sadece iki şart vardır. Birincisi İspanyol olmanız gerekir. İkincisi de adınızın Salvador Dali olması gerekir.’
PABLO PICASSO
1881 yılında İspanya’da Malaga’da doğmuş, babası ressam ve resim öğretmeni olduğundan Picasso’nun yeteneği kısa sürede keşfedilmiş. Güzel Sanatlarda okuyup üstün başarı elde eden ressam kendine özgü stilini de oluşturmuştu.
‘Küçük bir çocukken annem bana şöyle demişti, eğer asker olursan general olacaksın, rahip olursan papalığa yükseleceksin. Ama ben ressam oldum ve Picasso olarak kaldım.’
Sanatçının, kariyerinin Mavi Dönem ve Pembe Dönem olarak adlandırılmış olması tablo yaşamını, ayırmak için kullanılır. Picasso ilk Paris’e gittiği dönemlerde sıradan insanların, sirk akrobatlarının, palyaçolarını resmeder. Tablolarında yansıttığı hüzünlü davranışları sanatçının Mavi Dönemi olarak adlandırılır. Picasso’nun Kübist yaklaşım öncesinde resmettiği eserlerinde üzgün ifadelere rastlanır. Çalışmalarında hüzün ve melankoli hakimken, mavi tonlarının ağırlıkta olduğu kompozisyonlarında fırçası sert ve belirgindir.
‘Sanat, gerçekleri tanımamıza yardımcı olan bir yalandır.’
Paris’e ikinci gidişi Mavi Dönem’den Pembe Döneme geçiş olarak görülür. Ressam Kübizmin temellerini bu zamanlarda atmıştır. Kübist tabloları Fransa ve dışında büyük ün kazanır. Tablolar Münich, Berlin ve Köln’de enternasyonal sergilerde önemli yer tutar. Aynı zamanda Eva ile tanıştığı zaman bu dönemde anlatılır.
‘İnsan ne kadar büyük ruhlu olursa, aşkı o kadar derin bir şekilde duyar.’
Picasso’nun gerçekçi tutumunu simgeleyen klasizm ve mantıksal öğelere yönelen Kübizm tablolarını yönetmeye başlar. Kübizm akımının en önemli örneklerinden Avignonlu Kadınlar Fransa’da çizilmiştir.
Picasso’nun yaşama olan tutkusu, duygularını yoğun yaşayabilmesi onu üstün kalan özelliklerindendir. Picasso’yla beraber resim sanatına ilk defa sadece gerçek ve tutkular değil, gerçeği kapsamaya yarayacak mantıksal öğeler de girer.
‘Cisimleri gördüğüm gibi değil, düşündüğüm gibi boyarım.’
FRIDA KAHLO
21. yüzyıl popüler kültür ikonu haline gelen ressam inişli çıkışlı özel hayatı ve politik görüşleriyle tanınır. Sanatı, sürrealist olarak tanımlanmışsa da bu tanımı reddeder. 1907 yılının Meksika’sında doğmuş sanatçı, küçük yaşta geçirdiği çocuk felcinin sonucu bir bacağı özürlü kalmıştır. Bu özrüyle baş etmesini bilen Kahlo, en iyi okullarda eğitim görmüş, 18 yaşında geçirdiği trafik kazası hayatını tümüyle değiştirmiştir.
‘BEN AŞKIN, ACININ, DEVRİMİN KADINIYIM.’
Kazadan bir ay sonra hastaneden çıkan Kahlo, ailesinin de teşviği ile resim yapmaya başlar. Yatağının tavanındaki aynaya bakarak oto-portreler yapar, ilk oto-portresi ‘Kadife Elbiseli’ adlı portresi olur.
‘Kendi portremi resmediyorum çünkü çoğunlukla yalnızım, çünkü en iyi tanıdığım insanım.’
Resim çizmeye devam eden Kahlo, hayranlık beslediği ünlü ressam Diego Rivera ile tanışır. Resimlerini göstermek isteyen Frida Kahlo romantik bir ilişkinin başlangıcı için adım atar. Diego ve Frida birbirilerinin hem aşkı hem yoldaşı olur ve tanışmalarından kısa bir süre sonra evlenir. Her ne kadar aşkı yaşatmış olan o olsa da, büyük acıları da o yaşar.
‘Hayatımda iki büyük kaza geçirdim; biri Diego’ydu ve diğerinde ise bir tren az daha beni öldürüyordu. Diego kesinlikle çok daha yıkıcıydı.’
Sık sık rahatsızlan Frida, acılarıyla başa çıkmak için resim yapmış, yalnız ülkesinde değil Amerika ve Fransa’da da sergiler açmıştır. Bu sırada sanat okulunda öğretim üyeliğine başlayan sanatçı, sağlık durumunun kötüleşmesine rağmen eğitim vermeyi sürdürür. Frida’nın son eseri ‘Yaşasın Yaşam’ isimli natürmort olur. Arkasında bıraktığı son eserle geçmişindeki sıkıntılara rağmen hayatı nasıl yaşadığını ve Frida’nın gözünden yaşamı nasıl seyretmemiz gerektiğini gösterir.
‘Yaşasın hayat!’
OSMAN HAMDİ BEY
Osmanlı arkeolog, müzeci, ressam 1842’de İstanbul’da doğmuş. Batı terbiyesiyle yetişmiş ancak içinde bulundurduğu kültürden uzaklaşmamış en önemli ressamlardandır. Arkeoloji alanında da bir çok çalışmaya katılmış hatta Türkiye’de ilk Türk Müzesi’nin kurucusudur. Babasıyla olan seyahatlerinin birinde Viyana’da bulunmuş, burada bulunan sergilerden ve müzelerden çok etkilenmiş ve geri döndüklerinde eğitim hayatına yurt dışında devam etmek istediğini söylemiştir. Fransa’da Hukuk Bölümü’nü okuyan sanatçı, kalan vakitlerinde resimle ilgilenmeye başlamış, Osman Hamdi Bey okul yıllarında bir süre hem hukuk hem de resmi birlikte yürütmek istemiş ancak sonunda resimde karar kılmıştır. Paris’te dünyanın çeşitli yerlerinden gelen ressamların sergilediği resimler arasında Osman Hamdi Bey ülkesini eserleriyle temsil eder. Daha sonralarda Osman Hamdi Bey, Paris’te tanıştığı eşiyle birlikte ülkesine dönmeye karar verir. En önemli eseri ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ olan Osman Bey’in tabloyu 1906 ve 1907 yıllarında yaptığı biliniyor. Yorumlardan bahsedilirken geri kalmış toplumu çağdaşlaştırmaya çalışan bir aydının yorgun halini anlatmak için resmedildiği anlatılır. Diğer yandan düşünceli şekilde dikilen adam sabır gerektiren zor bir iş olan kaplumbağa terbiye etme işini, elindeki ney ve sırtındaki nakkareyi çalarak başarmayı ummaktadır.
Bir yoruma göre de terbiyeci, Osman Hamdi Bey’in kendisidir. İlham kaynağının ise, Tour du Monde isimli Fransızca bir derginin 1869 tarihli sayılarından birinde gördüğü bir gravür olduğu anlatılır. Bağdat’tan babasına yolladığı mektupta ‘Bana yollamış olduğunuz Tour du Monde’u okudum.’ diye yazdıdığı için Osman Hamdi Bey büyük olasılıkla dergiyi 1869 yılında okuduğu ve Kaplumbağa Terbiyecisi’ni çizerken bu gravürden etkilenmiş olabileceği düşünülüyor.
‘Bana yollamış olduğunuz Tour du Monde’u okudum.’