“Uyku ve uyanıklık hali bana oldum olası garip gelmiştir. Kâbus ve rüya. Hangisi hayallerimize daha yakın? Kimse uyanık halde kâbus görmeyi istemez. Olacaksa şayet, uykuyu tercih eder. Ama hayat o kadar adil değil. Kimine gün boyu kâbus gördürür, kimine gece dahi kıyamaz. Konuya diğer pencereden bakanlar için işin rengi çok farklı. Dünya başlı başına bir rüya zaten. Kısacık bir uyku hali. Ruh teslim olduğunda bitecek.
Kâbusa yatanlar belki de mükâfat görecek. Buna karşın tozpembe yaşayanlar kâbusla uyanacak”… Bir gazetede çalışan kahramanımız, “kış turizmi” yazacağıma klavye sürçer, “kız turizmi” yazar. Kıyamet kopar, sonuçta kahramanımız işsiz kalır. İş bulamaz, derbeder İstanbul sokaklarındadır artık. Kâh âşık olduğu kızı görmek için garsonluk yapar, kâh bir rüyanın peşine düşer, İstanbul’un gizli mevlevihanelerini keşfe çıkar. Hayatına bu sıralarda girer Ahmet Selim; birlikte hayatı sorgularlar, tasavvufa dalar; ama günün birinde Ahmet Selim geldiği gibi kaybolur ortadan…