Kutsal bir gün olduğuna inanılan; kasım ayının ilk gününe denk gelen Azizler Bayramı, her yıl olduğu gibi 1755 yılı sabahı da Lizbon kiliselerinde sabah ayiniyle başlar.
Eski Yunan’da Poseidon’un memnuniyetsizliğinin karşılığı, Judeo Hristiyanlarının kültüründe bireysel ve kolektif günahların cezası olduğuna inanılan depremler, 1755 yılında altmış bin insanın hayatını alır.
Avrupa’nın dördüncü büyük şehri olan Lizbon’un büyük bölümünü yok eder. Birçok insan bu depremi sabah ayininde kiliselerde yaşar. Yaşamlarının son anları olacağını bilmeden; muhtemelen dua ederken.
Yüzyıllar boyunca doğaüstü kuvvetlere sahip olduğu varsayılan deprem artık Avrupalı düşünürler tarafından da yazılıp çizilecektir. Doğaüstü güçlerin, toprak altında hareket eden bir takım hayvanlar yüzünden yaratılan sallantıların sadece bir hikaye olarak kalması an meselesidir artık.
Çin kültüründeki kurbağa, Japon kültüründeki kedi balık,artık masalsı hikayelerde kalacak, hatta belki yeni roller arayacaklardır kendilerine.
Voltaire, Jean Jacques Rousseau, Immanuel Kant, yeryüzündeki sarsıntılar hakkında düşünecek, yazacak ve hatta yeni sorumlular bulacaklardır.
Artık depremin kendisinden ziyade, dünya üzerinde yarattığı zararın sahipleri düşünülecektir. Sorumluluk, hiç şüphesiz doğaüstü güçlerin değil, Jean Jacques Rousseau’nun sözleriyle, yapılırken alınan ‘zayıf’ kararların sonucudur.
Kant, durumu yeniden tanımlamaya hazırlanırken yüzünü bilime, sırtını da mistisizme çevirmiştir.
Zamanı ve yeri belli olmayan bu doğal afet, ‘yeniden yapma’ enerjisini, kuvvetini gittiği her yere götürür! Yeniden yapmak, yeniden yapılandırmak... Japonya’nın 1257 tarihinde yaşadığı Kamakura’sından; Çinliler’in 1556 tarihinde yaşadığı Shaanxi’sinden sonra mimari anlayışın dahi değiştiğini hatırlayalım...
Sanat, varoluş ile ilgilenir. Dolayısıyla yüzyıllar içinde filozofların, düşünürlerin, yazarların, sanatçıların depremi irdelemesi oldukça doğaldır.
Günümüze yaklaştıkça, çağdaş sanat dünyasının kral koltuğuna oturan Ai Wei Wei’nin; Çin hükümetinin uyguladığı kontrol ve sansüre baş kaldırarak, 2008 Sichuan depreminde yok olan seksen bin kişinin hayatının peşine düştüğünü görürüz. Ai Wei Wei depremde esasen okul binalarının çökmesiyle yok olan çocukların hayatlarını arar. Hükümetin yasakladığı bu arayışı; kendi gibi yok olan hayatları aramaya adayan, zaman içinde sayısı yüzü bulan ekibiyle gerçekleştirir.
Bir yıl sonra, depremde hayatını kaybeden beş bin iki yüz on dokuz çocuğun ismini bulmuşlardır, tek tek kapıları bizzat çalarak üstelik.
Bir sonraki, Münih’te gerçekleştireceği sergisini de tamamen bu bakış açısıyla tasarlar. (2009)
Tarih öncesinden günümüze uzun atlamalar yaparak geldiğimizde, birçok temel meselenin hala irdelendiğini görüyoruz.
Deprem, yıkıcı gücüyle ’yeniden yapma’ enerjisini yeryüzünün üzerine taşırken; kendi gizeminden taviz vermeyip, yer altında kalmış sırları da gün ışığına çıkarıyor. İnsanlığı birbirine kenetliyor, temel değerleri, varoluşu, hayata tutunmayı, taviz vermemeyi de hatırlatıyor.
Güvenli yarınlara, güzel İzmir’imize sevgiyle.