Feryal Gülman'ın Yaşam Öyküsü

Her zaman zarafeti ve içtenliğiyle tanıdığımız Feryal Gülman ile çocukluğundan ilk gençlik yıllarına, kariyerinin ilk adımlarına uzanan bir söyleşiye davetlisiniz.

ABONE OL
18 Mayıs 2021 Salı 17:29 | Son Güncellenme:
7 dakika okunma süresi
Feryal Gülman'ın Yaşam Öyküsü

Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?

Ankara'da doğdum. Ankara'yı çok seviyorum, seviyordum diyeyim daha doğrusu. Yedi yaşında ilkokul ikinci sınıfa geçtiğim sene İstanbul'a taşındık babamın işi nedeniyle. Teyzelerim, halalarım, amcalarım bütün ailem Ankara'daydı. Nasıl denir tam bir bürokrat ailede, devletle iç içe yetiştim. İstanbul'a taşındığımız zaman özellikle anneme büyük bir şok etkisi oldu. Çünkü Ankara'yla İstanbul arasında ciddi bir uçurum vardı o senelerde.

O zaman daha mı farklıydı Ankara ile İstanbul? Bürokrat, kuralcı bir ailede mi büyüdünüz?

Ankara ile İstanbul arasında aile yapısı çok farklıydı o dönemde. Şimdi bence Ankara'daki o aile yapısı tarzı değişti, İstanbul'a benzer oldu. Ankara'daki sohbetler farklıydı, aile sohbetleri daha değişikti, konuşulan konular da öyle. İstanbul'a geldiğimiz zaman annemin yaşadığı kültür şokunu hakikaten hiç unutamam. Tabii ben daha küçüktüm.

İki kardeşsiniz değil mi?

İki kardeşiz, bir abim var. İstanbul'da geniş ailemiz yoktu ama kısa sürede ailemin dostlukları oluştu. İstanbul'a taşındıktan hemen iki yıl sonra, çok büyük bir şanssızlık eseri babamı kaybettik; henüz dokuz yaşındaydım. Çok ağır bir iş yüküyle geldi İstanbul'a babam; istenilen, aranılan bir kişiydi. Ankara'da çok başarılı bir bölümden emekli olmuştu ve ticari olarak aranılan bir pozisyona geldi, herhalde bünyesi kaldırmadı ani bir kalp krizi sonucunda 45 yaşında kaybettik babamı. Abimle benim 12 yaş var aramızda, ben biraz geç doğmuşum. Pek beklemiyorlarmış beni, tek çocukta kalmayı düşünüyorlarmış ama sürpriz bebek olmuşum. Dokuz yaşında baba kaybını yaşadım. Annem, abim ve ben çekirdek aile olduk.

Ve üç kişi olarak ailece İstanbul' da yaşamaya devam ettiniz...

İstanbul'da devam ettik ama ailemizin tamamı Ankara'da olduğu için oradan hiç kopamadık. Mesela şöyle söyleyeyim sömestr tatilinde 15 gün Ankara'ya giderdik. Yaz tatillerinin bir kısmında denize gidilir belki ama bizim gibi çok azdır yaz tatilinin yarısında da Ankara'ya giden aile. Benim hayatım İstanbul'da yaşamama rağmen Ankara'dan hiç kopmadı. Ne kadar İstanbulluysam o kadar da Ankaralıyım diyebilirim. O zamanki Ankara'nın yeri bambaşka, sevgim çok büyük. Ankaralı olmak bana göre çok özel bir şey, çok seviyorum ve bununla gurur duyuyorum. Bana da çok şey kattığını düşünüyorum. Aile sohbetlerinin, ailemin bana verdiklerinin, orada yaşamış, büyümüş olmanın insana çok şey kattığını düşünüyorum. Bu pek anlatılır bir şey değil. Bunu ancak bu röportajı okuyan Ankaralılar bilir ve anlar. Sonra okul hayatım İstanbul'da geçti ve İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'ne girdim.

Mimar mı olmak istiyordunuz?

Hayır mimar olmayı düşünmüyordum. Çok başarılı bir okul hayatım oldu. Başarılı olunca hep doktorluk mesleği biçilir çocuklara. Hep sınıf birincisi, okul birincisi olarak devam etti okul hayatım. Ama okul hayatım boyunca hiçbir zaman sınıfın en ön sırasında oturan gözlüklü kız da olmadım.

O zaman da sosyal miydiniz?

Çok sosyaldim. Okul gazetesini çıkaran, okul partilerini düzenleyen biriydim, çok uslu bir çocuk değildim. Yaramazdım da, ilkokul birinci sınıfta baya bir çöp tenekesinin yanında tek ayak üstünde beklediğimi hatırlıyorum. O da şundan kaynaklandı, çok hızlı öğrendim okuma yazmayı sonra çok sıkıldım. Genelde sınıfta en arkada otururdum ama dersi derste öğrenirdim. Okuldan geldiğimde çok hızlı bir şekilde derslerimi bitirirdim. Hemen kendimi sokağa atardım ya bisikletimin üstündeydim ya patenlerimin. Bütün çocukluk anılarım boyunca o patenler ayağıma ayakkabı gibi yapışıktı.

Anneniz de mi çok sosyaldi, ondan mı aldınız bu özelliğinizi?

Annem de çok sosyaldi ve tam bir kitap kurduydu. Ondan bana en büyük hediye kitap ve film oldu. Şöyle söyleyeyim "Doktor Jivago" filmini seyrettiğimde dört yaşındaydım. Annem sinemaya giderken beni de götürüyordu yanında. Biz çocuklarımızı dört yaşında çocuk filmine götürüyorduk; o zamanlar o tarz filmler olmadığı için kendi gittikleri filmlere götürürlerdi bizi. Biz anne ve babalarımızın hayatında yanlarında ellerinden tutulup gezdirilirdik. Onlar ne yapıyorlarsa biz de onların yanında onu yapardık. Bize ait program yapılmazdı, onların programına bir şekilde biz uyum sağlıyorduk. Kendi çocuğumu yetiştirmeme bakıyorum hayatım çocuğumun önceliklerine göre oldu. Planlarımı, her şeyimi ona göre yaptım. Ama bizim zamanımızda öyle bir şey yoktu. Ama bir sakıncası da olmamış anladığım kadarıyla... Hiç sakıncası olmadı. Keyifli bir çocukluk geçirdim. Beslendim, bu da annemin tarzından oldu diye düşünüyorum. Film izlemeyi çok sevdiği için. Babam da Türk filmlerini çok severdi, akşamları da Türk filmlerine gidilirdi. Özellikle Türkan Şoray filmleri. Gündüzleri de beni alır yabancı film izlemeye götürürdü. Sinema hayatında inanılmaz bir yer tutardı. Rahmetli Monik Benardete de çok sevdiğim bir insandı. O hayattayken gündüz matinelerine giderdik, annemle yapıyormuş gibi keyif alırdım. Herkesin çok hoşlanmayacağı, ağır bulacağı filmlere giderdik. Annemle gittiğim filmleri hatırlardım. Rahmetli Monik Benardete'yi de buradan yad edelim. Gerçekten benim hayatımda çok değerli bir insandı. Çok şey paylaştım onunla, çok şey öğrendim ondan. Hem bilgisi hem eğitimiyle, her alanda her yönden kendini çok geliştirmiş bir insandı. Ben de kendimi yetiştirmeyi, kendimden daha çok bilen insanlarla olmayı çok sevdiğim için ondan çok şey öğrendim. Monik Benardete benim için çok özel bir insandır. Çok erken yaşta kaybettik maalesef. Benden büyüktü, abla gibiydi. Çok disiplinliydi, erkenden uyanırdı ben de hep erken kalkarım.

Hep öylesiniz değil mi, ben sizi tanıdım tanıyalı erkenden uyanırsınız, çok disiplinlisiniz. Hep mi öyleydiniz?

Evet ben Alman ekolünden değilim ama bütün arkadaşlarım hep şunu söylüyorlar: "Allahtan ki Alman ekolü değilsin.''(gülüyor) Çünkü gerçekten bir de öyle eğitilmiş olsaydım çok aşırı olurmuş. Çok disiplinliyim her sabah 07:00'de kalkıyorum. Gece de çok erken yatmıyorum 01:00'de uyurum ama beş-altı saatlik uyku bana yetiyor. Çocukluğumda biraz fazla uyuyordum ama üniversite hayatımdan kalma alışkanlık oldu.

Tekrar geriye dönersek, mimarlığı seçiminizi anlatıyordunuz.

Evet, mimar olmayı hiç düşünmedim. Okul hayatım boyunca liseye gelene kadar bana hep doktorluk biçildi. Lise yıllarımda arkadaşlarımı biraz fazla savunduğum için öğretmenlerim tarafından hukukçu olmam konusunda yönlendirildim ama sanıyorum kendimi daha sayısalcı hissettim hep. Sayısal bir üniversiteye gitmeye meyilliydim matematiği çok sevdiğim için. Sonra birden bire üniversite son sınıfta estetik merakı başladı bende. Sadece mimarlık olarak değil de İTÜ'ye girmek istedim ya da Ankara'da olsaydım ODTÜ'ye giderdim.

İTÜ yıllarınız nasıl geçti?

İTÜ yıllarım çok güzeldi. Ben özgür bir genç kız değildim. Babasız yetişmiş olduğum için annem çok disiplinli ama aynı zamanda çok açık fikirli ve modern bir insandı. İlkokul yıllarımdan itibaren özellikle okuyacağım kitapları, izleyeceğim filmleri her şeyi planlayan programlayan ama açık fikirli bir insandı. Katiyen kapalı düşünen bir insan değildi. Bizim zamanımızda şimdinin Danielle Steel'i gibi Barbara Cartland romanları vardı ama asla o tarz kitaplar okumama izin vermezdi. Ama ben onun bana oku dediği ağır edebiyat kitaplarının içine saklar yine okurdum onları. Çok uzun seneler sonra anneme itiraf ettim ben hepsini okudum diye. Neyse IQ ile beraber EQ gelişmiş o zaman demek ki "İyi yapmışsın" dedi, kızmadı yani sonrasında da bana. Gerçekten onun da bir faydası olmuş demek ki hayatımızda. Genel anlamda disiplinli büyüdüm, özgür bir öğrencilik hayatım olmadı. Zaten sabah 09:00 akşam 18:00 mecburiydi okul. Fakat mimarlık çok ağır bir eğitim. Şimdiki gençlerle de konuşuyorum acaba bilgisayar sistemine geçildiği için çizimler falan daha mı kolaylaştı diye soruyorum, öyle değil diyorlar. Proje teslimleri hala rapido kalemlerle aynı şekilde çizimle yapıyorlarmış. Mimarlık ağır bir eğitim. Uykusuzluk sorunumu o günlere borçluyum.

Peki iş hayatına geçişiniz nasıl oldu?

Üniversite son yılında mecburi stajlarımız vardı. Bir sene inşaat bir sene büro stajımız vardı. Son sene büro stajımı Alarko Holding'te yaptım. Stajı yaparken okulu bitirip Alarko'da işe başlamamı istediler. Çok enteresan bir şey oldu staj yaparken Sedad Hakkı Eldem'le çalışma fırsatım oldu, büyük bir şans. Allah'ın sevgili kulu olmak gibi bir şey. Daha staj döneminde Sedad Hakkı Eldem'le mesai yapıyorsunuz. Alarko'nun o dönem projelerini Sedad Hakkı Eldem çiziyordu. Çok sevdiğim ve saygı duyduğum iki isim rahmetli İshak Alaton ve rahmetli Üzeyir Garih bana "Seni kıskanıyoruz" derlerdi. Üzeyir Bey'in hayaliydi mimar olmak ve ben çok yakın birebir çalıştım onlarla, o da büyük bir şans. Okulumu bitirip Alarko'da çalışmaya başlayınca tekrardan Sedad Hakkı Eldem ile çalışmaya başladım. O sırada Leyla Alaton Amerika'daki eğitimini tamamlayıp Türkiye'ye geldi. Leyla Alaton ile birlikte Satış ve Pazarlama departmanını kurduk. Türkiye'de daha emlak satış ve pazarlaması tam olarak bilinmiyordu. Emlakçılar vardı. Bir siteyi yaptıktan sonra o sitenin içinde satış ofisi diye bir şey yoktu. Biz o zaman Türkiye'de bunu yeni kuruyorduk. Mimarım ama satış ve pazarlamada bilgim yoktu, bununla alakalı eğitim aldım. Ardından mimarlığı tamamen bıraktım; Üzeyir Garih bizi Leyla Alaton ile birlikte satış ve pazarlamaya geçirdi.

Tabii eminim sizin orada kişisel özelliklerinizin de çok artısı olmuştur.

Tabii ki, seçilmiş oldum biraz orada ben. Kişisel özellikler onun için çok önemli. Oradaki eğitimcilerin söylediği çok önemli bir şey vardı. Satış ve pazarlama öğrenilir ama hakikaten bununla doğarsın. Yapıyla da alakalı bir şey. Elbette mimar olup bir projenin özünü bilerek satmanın da artısı var. Ama tabii ki o proje satış pazarlama ofisini kurmak çok önemliydi çünkü Türkiye'de bir ilkti. Alkent'te kurduk ilk, daha yeni mezunum ve başıma bunlar geliyordu. O dönem Leyla'yla çok yakın dost olduk.

İshak Alaton ve Üzeyir Garih ile birebir çalışarak iş yaşamına başlamak da büyük bir deneyim olsa gerek...

İshak Alaton ve Üzeyir Garih ile çalıştığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. Okulda öğrendiğim birçok şeyden fazlasını onlardan öğrendim. Dalia Garih benim çok yakın arkadaşım bazen ona da "Üzeyir Garih senin babandı çok şey öğrenmişsindir ondan ama ben senden daha fazla şey öğrenmiş olabilirim" diyorum. Çünkü çok mesai yaptım. Hayatımda o kadar çok ders aldım ki. Bazen bana "Her yere gitmek zorunda mısın?" derler; çok değerli bir sözü vardır Üzeyir Garih'in: "İnsanları kırma, bir yere davetliysen oraya icabet etmeye çalış.''

Benim söyleşimizde gelmek istediğim yerlerden bir tanesi de buydu. 15 yılı aşkındır tanıyorum sizi. Sizi tanıyıp da hakkınızda kötü söz söyleyen birini görmek imkansız. Adab-ı muaşeret kuralı deyince aklıma Feryal Gülman gelir diye hep söylerim. Bunların da biraz arka planını dinlemek isterim.

İşte anlatmak istediğim bu, tabii ki de bu aileden de alınan çok önemli bir şey. Hem aileden aldığınız hem öğrenebilen de bir şey aynı zamanda. Size değer vermiş, sizi önemsemiş, sizi bir yere davet etmişse insanlar o insanları kırmamak çok önemli. Beş dakika da olsa insanları kırmayıp oraya uğramak benden asla bir şey götürmez. İnsanların ayna gibi olduğunu düşünürüm. Ne verirseniz, nasıl bakarsanız onu alırsınız. İnsanları asla ayırmam, ön yargım yoktur. Kimse için söylenilen hiçbir şeyi ciddiye almam. Kendi fikrim ve kendi yorumum benim için önemlidir. O insanla alakalı kendi fikirlerimi oluşturmam gerekir. Her zaman karşımdaki insana 100 puanla başlarım. Kimseyi de birbirinden ayırmak gibi bir huyum yoktur. Ne titriyle ne cemiyetteki pozisyonuyla ne de olduğu konumla değerlendiririm. Ben insanları yanlarındaki çalışan insanlara davranışlarıyla, seyahatte, bir restoranda garsona olan tutumuyla değerlendiririm. Mesela bunları çok izlerim. Bir garsona davranışı benim için çok puan eksiltebilir. Çünkü bana davranışı ben olduğum içindir ama diğerine davranışı bambaşka bir şey. Bunlar o insanın gerçek gönül ve ruh değeri. Benim için önemli olan da bu. Bunlar da zaman içerisinde deneyimlerle öğrenerek oluşuyor. Çocukluktan aldığınız değerler çok önemli, bunun için ben anneme öncelikle minnettarım. Bana okuttuğu kitaplara minnettarım. Kitapların insanlara çok şey öğrettiğine inanıyorum. Gençlere en büyük tavsiyem çok kitap okumaları. Kitapta hayalinizde canlandırdığınız şeyi gerçek hayata çeviriyorsunuz bambaşka bir şey oluyor.

Kendi çocuğunuzu yetiştirirken de bunlara mı önem verdiniz?

Ben çocuk yetiştirenlere de şunu öneriyorum. Benim oğlum kitap sevsin diye çok çabaladım. Bütün çocukluğu boyunca onu kütüphanelere götürdüm. Saatlerimizi geçirdik ve oğlum kitap okumaktan nefret etti. Amerika'ya okumaya gittiği zaman gittim bir baktım yatak odası kitap dolu ve muazzam kitaplar var, inanamadım gözlerime. "Aslan bu nerden çıktı?" diye sorunca; "Anne ben fark ettim ki geceleri uyumak için kitaba çok ihtiyacım oluyor, kitapla uyuyabiliyorum." dedi. Sanıyorum ilk senesiydi. Ben oğluma bakıyorum şimdi o kadar hızlı ve o kadar seri okuyor ki neredeyse beni yarılamıştır diyebilirim kitap okumakta. O kadar sene uğraştım bütün çabalarım çöpe gitti zannediyordum ama yanılmışım. Çocuklarla alakalı verilen emekler çöpe gitmiyor ve çocuklara söylenen hiçbir şey bir kulaktan girip öbür kulaktan çıkmıyor. Hepsi bir yerlerde kalıyor. Bir şeyi her gün söylemek lazım, o bir yerlerde kalıyor. Kitap okumak çok önemli. Ortaokul civarında annem sayesinde klasik kitapları okudum. İyi ki okumuşum sonrasında Alarko'da bu güzel deneyimleri yaşamaya devam ettim.

Ne kadar sürdü Alarko'daki deneyiminiz?

Beş sene kadar sürdü. O zaman rahmetli Turgut Özal başbakan olmuştu. TOKİ kurulmuştu ANAP zamanı ve prensler dönemi başlamıştı. Rahmetli Turgut Özal sözleşmeli personel olarak çok genç kişileri Ankara'ya getiriyordu ve üst düzeye yerleştiriyordu. İşlerin başında hep gençler vardı. Tabii o prenslerin içinde bir de prensesler vardı. Ben de onlardan biri oldum o dönem. TOKİ'de Daire Başkanlığına getirildim. Çok genç yaşta Dış İlişkiler Daire Başkanı oldum ve yine o dönem satış pazarlama bölümündeydim. Benim dönemimde Ataköy'deki 7.8. Kısım, Halkalı Konutları, Ankara Eryaman Konutları gibi projelerin satış ve pazarlaması oldu. TOKİ bana çok güzel bir tecrübe oldu. O zaman buna karar verirken Üzeyir Garih ve İshak Alaton'a sordum.

Çok memnun olduğunuz bir işiniz var, gerçekten parayla satın alınamayacak bir deneyim bunun da farkındasınız o genç yaşta. Üzeyir Garih ve İshak Alaton ile çalışırken bir iş teklifi alıyorsunuz. O dönem iş değişikliğine nasıl karar verdiniz?

Karar vermek çok zor oldu. Bir kere Üzeyir Garih ve İshak Alaton'un desteği olmasaydı ben böyle bir karar veremezdim. Ankara'ya gitmek büyük bir karardı. Muazzam şartlar sunuluyordu. Ben tamamen profesyonelce düşünüyordum iş hayatımda. Profesyonel olma yolunda da devlet tecrübesi tabii paha biçilemez bir şey. Bizim İTÜ'lülerin kafasında hep bir siyaset vardır. Binali Yıldırım'ın Başbakanlık yaptığı zaman bizim için ayrıdır çünkü o da İTÜ'lü. Şu dönem değil belki ama geçmiş dönemlerde genelde Türkiye'yi İTÜ'lüler yönetti. Bizim için bu çok kıymetlidir. Kafamda böyle bir oluşum yoktu diyemem acaba Ankara'ya gidersem sonrasında siyasete atılır mıyım diye düşündüm. Ama şöyle bir garantim vardı İshak Alaton ve Üzeyir Garih bana dediler ki "Bunu yapmalısın, bu senin için çok önemli bir deneyim. Bu deneyimi yaşadıktan sonra bilesin ki burada senin masan her zaman hazır, burası senin evin, ailen. Bunu görmelisin, çok gençsin senin için çok büyük bir fırsat." Bana böyle bir teklif gelme nedeni de Alarko'daki pozisyonum ve başarımdı. 25 yaşındaydım. Ankara'da da neler yaşayacağım bana büyük bir sürpriz olacaktı. Sadece şehir değiştirmek bana çok zor geldi. Benim için büyük bir deneyim oldu. Ankara'ya gittiğim zaman hiç anlamadım orada olduğumu, sabah 08:00'de işe gidip gece 00:00'da eve geliyordum. Bir buçuk yıl kaldım Ankara'da, bu sürede yemek sistemim bozuldu 11 kilo aldım. O zaman daha Türkiye'ye bazı fast food markaları yeni gelmiş; hepimiz genciz, başkanımız Can Cangır da çok genç. Gece 23:00'da toplantı esnasında ya pizza ya da hamburger geliyordu. Gerçekten sıcak yemek geçmiyordu boğazımdan.

TOKİ'deki bu başarılı görevden neden ayrıldınız?

Evlilik nedeniyle Ankara'daki işimden istifa ettim. O dönemde hükümet değişmişti. Var olan insanlar orada kalacak mı kalmayacak mı belli değildi. Fakat ben Ankara'da kalır mıyım, bürokratik bir geleceğim olur mu, siyasi bir geleceğim olur mu derken hayallerim de olmasına rağmen evlilik kararı alıp İstanbul'a geri döndüm. Bu hayallerimin hepsini de Ankara'da bıraktım.

Peki evlilik kararı sebebiyle İstanbul'a tekrar döndünüz. Sonra çalışma hayatını bırakmadınız...

Hayır, aile şirketinde çalışma hayatıma devam ettim. Çalışma hayatını hiçbir zaman bırakmadım, sadece oğlum 1996 yılında doğduktan sonra belirli bir süre çalışmadım ama aile şirketlerinde yönetim kurulundaki görevlerimi sürdürdüm. İş tempom azalsa da işim devam etti. Neticede biz bir inşaat ve emlak firması olduğumuz için benim de kendi mesleğim mimarlık olduğundan şirketin içinde her zaman var olmam gerekiyordu. Ağırlık ve dengem bozulmamakla birlikte iş saatlerimi sadece oğluma göre ayarlamaya çalıştım. Biraz da oğlumdan sonra çocukla birlikte olduğumuz için hayatımızın düzenini ona göre yapmaya çalıştık.

Aslan'ın doğumundan sonra anne olmak da size farklı duygular hissettirdi mi, kişiliğinizi farklılaştırdı mı, kendinizle ilgili yeni şeyler keşfetmenizi sağladı mı?

Anne olmak bambaşka bir şey. Bir kere anne olmadan önce böyle bir duyguyu tatmadığın için bunun tarifi imkansız. Başka türlü öncelikli bir sorumluluk. Siz istediğiniz için doğan bir canlı ve sizin ona karşı sorumluluklarınız var. Gerçekten bunu anlayabilmek, algılayabilmek çok zor. Bir evladı dünyayı getirmenin size mecbur kıldığı bazı sorumluluklar var, öncelikle onları yerine getirmeniz gerekiyor. Sevgi zaten başlı başına bir şey, kalbinizi ona veriyorsunuz. Bu röportajı yaparken oğlum askerde; her gün ondan bir ses duymak, küçük bir mesaj almak için ayrı bir heyecan, kalp çarpıntısı duyuyorum. Düşün ki doğduğu günlerden asker olduğu günlere... O kalbindeki mutluluk, aşk, keyif ne dersen de çocuğuna duyduğun his başka bir şey, sorumluluk başka bir şey. İnsanın her ikisinden de feragat etmesi mümkün değil. Evladın varsa bunlardan feragat edemiyorsun, tek başına düşünemiyorsun. Allah tüm isteyenlere, arzu edenlere nasip etsin.

Aslan'la olan ilişkinizi biraz anlatır mısınız? Sizin annenizle çok yakın bir ilişkiniz vardı. Bunun da etkisi vardır eminim. Nasıl büyüttünüz?

Aslan'la ilişkimde annem de biraz benden rol çaldı. Bir anneanne vardı, ciddi bir karakterdi. İster istemez hem bana baskındı hem Aslan'a. Bazen sorguluyorum beni mi daha çok seviyordu annemi mi diye. O güçlü, sert karakter (dışarıdan en azından öyleydi) birdenbire Aslan'dan sonra yumuşacık oldu. Bütün sertliği abim ve banaymış. Aslan'a bir melek anneanne oldu. Aşırı disiplinli olan ben oldum, annem de bir melek. Bütün disiplinimi altüst etti. Bambaşka bir anneanne modeli oldu. Kız çocukları ve erkek çocukları çok farklı. Erkek çocuklar biraz daha saflar açık söyleyeyim. Biz daha cindik. Oğlum akıllı bir çocuk olmasına rağmen küçükken her söylediğime inanırdı, korkuturdum yine söylediğime inanırdı. Bizim aile arasında en çok eğlendiğimiz şey Aslan'ın küçükken saflıktan inandığı şeyler oluyordu. Çok yaramazdı, biraz dizginleyebilmek için mecburen korkuturdum. Bir kere dünya insanı olsun diye çabaladım, lisan öğretmeye çalıştım, dört lisan konuşuyor şu anda. Çocukluğundan beri emek verdim, çabaladım. Bir lisan bir insan mantığıyla gittim. Dünya insanı olması için biraz fazla lisan üzerinde durdum.

Seyahat de sizin en büyük tutkularınızdan birisi..

Evet, seyahat en büyük tutkularımızdan. Farklı ülkelere seyahat ettik. Bütün seyahatlerimize Aslan'ı da götürdük. Elimden geldiğince ona bu fırsatları, imkanları vermeye çalıştım. Tarihle, sanatla iç içe büyüsün istedim. Çok müze gezdirdim. Aynı zamanda da küçük yaştan itibaren sosyal aktivitelerimin, dernek çalışmalarımın içine soktum. Arkadaş çevresi çok ve sosyal, güler yüzlü ve eğlenceli bir çocuk. Onunla vakit geçirmek çok zevkli. En önemli tarafı da benim hiç bilmediğim, sıfır bilgi sahibi olduğum yemek yapma konusunda o harikalar yaratıyor. Tam bir gurme. Eli muazzam iyi bir aşçı. Beş sene Amerika'da tek yaşadı, nasıl öğrendi bilmiyorum ama çok güzel yemek yapıyor. Yediğim bir balık, omlet, makarna aklına ne yemek gelirse elinden çıkan yemek başka türlü oluyor. Elinin lezzeti var çünkü yemeği çok seviyor. Hobileri olması benim hoşuma gidiyor. Film zevklerimiz çok uyuyor, beraber film izlemeyi çok seviyoruz. Kitap zevklerimiz uyuyor, benim yerime kitapları o seçiyor. Eğitim hayatında da beni hiç zorlamadı çok başarılı oldu.

Siz Aslan Amerika'dayken gidip geldiniz ve aslında onu özgür bırakmaya gayret ettiniz.

Amerika'da okudu ama ben biraz ürktüm. Şöyle ürktüm bu çocukları tek başına yurt dışına yolluyoruz okumaya ama orada çocukları tek başına bırakmayı da doğru bulmuyorum. İki ayda bir gittim. Bir haftalığına da olsa dört-beş günlüğüne de olsa gittim geldim. Uzun yol ama gözümde büyümedi. Korumanız gereken bir sürü şey var, oraya gidip başında oturmak da doğru değil. Ne olursa olsun oğlum gittiğinde 17 yaşındaydı. Evini tuttum, yerleştirdim. Yalnız başına bir evde yaşıyor, kendi sorumlulukları var. İlk aylarda elektrik faturasını ödemeyi unutup elektriğini kesiyorlardı, çünkü bilmiyordu ama öğrendi. Tek başına yaşamanın da insana getirdiği bazı avantajlar var. Çocukların bir şekilde yurt dışında okumasının ya da çalışmasının onlara deneyim kazandırdığını düşünüyorum. Zorlukları var çünkü. Bir de her şeyi bir tarafa bırak sen kendi ülkende her zaman birinci sınıf vatandaşsın. Yabancı ülkede öyle değilsin. Zorlukları var ve bu zorlukları yaşamak gerekiyor. Bence iş hayatı için bile bir, iki sene aynı zorluğu yaşamak gerekiyor. Türkiye'deki çalışma hayatı gibi kolay değil. Şimdi askerliğini bitirip geldikten sonra birkaç sene yurt dışında iş tecrübesi yaşamasını isterim.

Uzun dönemde Türkiye'de yaşayacağını düşünüyor musunuz Aslan'ın?

Ben Türkiye'de yaşasın isterim. Ülkesini bırakıp gitsin istemem. Ama bir iki sene yurt dışında çalışıp iş deneyimi kazansın çok isterim. Tabii ki pandemi bizi nereye götürecek, nasıl bir iş hayatı düzeni olacak bilmiyorum. Online olacaksa bir anlamı yok. İyi bir yerde çalışma şartları doğacaksa birkaç sene yurt dışında deneyim yaşamasını arzu ederim. Ama kendi ülkesine dönsün, kendi ülkesinden birisiyle evlensin isterim. Tabii ki onun kararı nerede mutlu olacaksa o olsun. Kesin ve net karışmam ama gönlümden geçen bunlar.

Biz bu röportajı yayınladığımızda Aslan dönmüş olacak değil mi?

Evet, tezkeresini almış olacak inşallah. Çok güzel, gurur verici. Asker annesi olmak da güzel bir duyguymuş. Tabii kısa dönem gidiyor devletin böyle sunduğu güzel bir imkan da var, bunu kullanıyorlar. Ben erkek olsaydım uzun dönem gitmek isterdim.

Peki siz şu an hayatınızın neresindesiniz, nerede görüyorsunuz kendinizi?

Ben çok enteresan bir şey söyleyeyim. Öyle bir dönemden geçiyoruz ki son bir yıldır hiçbirimizin hayatımızı nerede gördüğünü çok bildiğimizi düşünmüyorum. Kafamız çok karışık. Geçen sene seninle birlikteydik hatırlarsan 14 Şubat'ta, en son seyahatimizdi. Ondan sonra kapandık İstanbul'da. Sonra hayatımız bana film gibi geliyor. Hayatımız nereye evrilecek inan ki ben bilmiyorum. Onun için hayatımız ile ilgili bir yorum yapmak, karar vermek bana biraz zor geliyor. Ama benim hayatımın planı, yönelimi ve doğrultusu sanıyorum ki oğlumla çok bağlantılı. Onun kararlarına göre yönlenirim gibi düşünüyorum. Yurt dışına giderse çalışmak için zamanımızın çoğu onunla beraber orada olur. Sonrasında tabii ki Türkiye'ye dönerse yine birlikte olur. Oğlumla yol almayı düşünüyorum.

İnsanoğlunun ne kadar aciz olduğunu fark ettiği bir dönem oldu...

Biliyorsun maneviyata fazlaca değer veren biriyim. Benim için çok önemli. Maneviyata da yönelmenin önemini birçoğumuz belki de daha fazla kavradı. Ben bunu kavramış olduğum için zaten mutlu biriyim. Bu yaşadıklarımızın hiçbir zaman durup dururken olduğunu düşünmedim. Her zaman ilk günden beri dünyada olanları film izler gibi izlerken sonra hayatımıza girdiğinde bunun bize ders gibi olduğunu düşündüm. Bazı şeyleri çok yıprattığımızı düşünüyorum. Hepimiz yaptık bunu. Bazı değerlerin farkına vardık bu süreç içinde. Varmayanlar oldu mu çok oldu. Benim çok ümitlerim vardı kendi kendime. Bu süreçte insanlar benim hissettiklerimi hissedecekler zannettim. Benim böyle bir yanılgım vardır hep. Çok iyi niyetle pozitif baktığım için sanki herkes öyle bakıyormuş gibi gelir ve tersini görünce hayal kırıklığı yaşarım. Burada da böyle oldu. Bütün dünya sanki birbiriyle barışacak, herkes birbirini anlayacak gibi düşündüm. Bu başımıza gelen eşit, tıpkı ölüm gibi. Neredeyse böyle bir rüzgar, bu rüzgar kimseyi tanımıyor ve durup dururken geldiğini düşünmüyorum. Katiyen komplo senaryosuna inanan biri değilim. Ne yaparım ne dinlerim hiç böyle bir şeye inanmıyorum. Ama manevi açıdan baktığım zaman bir şeyleri anlamamız, değerini bilmemiz için bize bir şekilde gelmesi gerektiğini düşünüyorum. O kadar çok şeyin değerini ve kıymetini anladık ki.. Her şey için her gün şükretmeyi öğrendik bir kere.

Sizin özel hayatınızda yaşadığınız zorluklar karşısında da hep bir derin nefes alıp sonra şükredip öyle mücadele eden bir yapınız var. Güçlüsünüz ama belki de bazı şeyleri içinizde yaşıyorsunuz doğru mu?

Evet aynen öyle. Ben hiçbir zaman yaşadığım bir şeyi dışarı aksettirmem. Kendi içimde yaşarım. Bir kere dediğin gibi her zaman şükrederim.

Yaşadığınız zorlukları böyle mi aşıyorsunuz?

Bugüne kadar yaşadığım zorlukları sığınarak aştım. Eğer bir yere sığınmazsan şansın yok. Bir yerden güç alman, güvenmen lazım. Ama bu yer öyle bir yer olmalı ki gerçekten ona inanman lazım. İnandığın yere canı gönülden inanmalısın ve oraya da sığınmalısın. Sığındığım bir güç olduğu için ona şükretmeyi öğütledim kendime her zaman. Sığındığım bir yer olabildiği için ona şükrediyorum. Manevi gücü de oradan alıyorum. Hayatımda hiçbir zaman ne kimseye kin tutarım, ne beddua ederim ama bu demek değil ki kızmam. Çok kızabilirim ama bunun karşılığını yine bana şükür olarak gelir. Şükrettiğim zaman onun bana karşılığının geleceğini düşünürüm. İnsanlar sürekli şikayet eden, sorunlarını anlatanlardan bunalır ve sıkılır. Bunları dinlemek ve konuşmak istemezler. Ben her arkadaşımın, her problemini dinlerim, her sıkıntısında yanında olmaya çalışırım, elini tutarım. Benim gerçek dostumsa kırmızı çizgilerimi aşmamak kaydıyla ne yaparsa yapsın her zaman elini tutan ilk kişiyimdir. Bu demek değildir ki her gün sorun yaratan kişi olacaksın. Ben kendimce sorunlarımı halledebildiğim müddetçe kimseye yansıtmam. Bulunduğum ortamda pozitif olmaya gayret ederim. Benim de tabii ki sıkıntılarımı, sorunlarımı anlattığım dostlarım var ama yarım saat bunları konuşuyorsak sonrasında gülüp pozitife çeviririz. Burada şunu anlatmak istedim; insanlar dini inançlarını, ibadetlerini çok fazla yansıtıyor. Bu insanın gönlüyle, kalbiyle, beyniyle, ruhuyla yaşadığı bir şey. Bunu gönülden yaşamanın şekli çok farklı. Bunu gerçekten gönlünle yaşıyorsan kimseye bir şey göstermiyorsun. Kendi maneviyatını yaşıyorsun ve bunun tadı o kadar doyumsuz ki. Zaman içinde de bunu hayatına yansıtmaya başlıyorsun. O senin insan ilişkilerine, dostlarına, evladına, sokaktaki kediye bile yansıyor. Tüm hayatına yansıyor. O kalben yaşadığın şey senin hayatın oluyor sonra, kötü olamıyorsun, insanlar için kötü konuşamıyorsun, yargılayamıyorsun. Çünkü hep aklında bir yerde ben yanlış mı yapıyorum acaba ürküntüsü ve korkusu kalıyor. Bu çok güzel ve tatlı bir korku. Akşam yastığa başını koyduğun zaman huzurlu uyuyorsun. Bana göre maneviyat dediğim huzur aslına bakarsan bu.

Ömürlük dostlar biriktirdiniz, çok sayıda yakın dostunuz var belki de ikinci aileniz gibiler, ikinci lafını kullanmak bile fazla geliyor. Tüm bu yaşanılanlardan sonra özenle seçtiğiniz size kalan küçük bir çevreniz var değil mi?

Çok da küçük değil aslında.(gülüyor) Ben dost seçiminde şanslı görüyorum kendimi. Onu da şuna bağlıyorum ben dostlarımı çok seviyorum, sevdiğim için de aynı karşılığı alıyorum. Bir arkadaşımın yanında olmak, vakit geçirmek bana inanılmaz keyif veriyor. Ailemizi seçemiyoruz ama dostlarımızı seçebiliyoruz ve açık söyleyeyim yeni insan tanımayı çok fazla sevmiyorum. Böyle bir arzum ve merakım yok. Dostluklarım, arkadaşlıklarım neredeyse 25-30 sene olmuş. En yeni dostum 15 seneyi bulmuştur. Bu kadar sene içinde yaşanılan o kadar çok şeyler oluyor ki. Zor gün, güzel gün, keyifli gün... Tatlar, tuzlar, birlikte dökülmüş gözyaşları, birlikte atılmış kahkahalar... Birbirimizin o kadar özel şeylerini biliyoruz ki bunlar ne geri alınır, ne geri sarılır, ne de unutulur. Bunları eğer sahiplenebilirsek, sımsıkı tutunabilirsek ne mutlu bize. Bazı insanlar diyor ya "Dostum dediğim iki, üç parmağı geçmez"; bu lafları ben çok duyuyorum ve bunu söyleyenlere gülümseyip önce bir aynaya kendinize bakın demek istiyorum. Aynı bardaktan su içmiş gibi olacak insanlar dost olabiliyorlar. Dünyaya aynı yerden bakan insanlar dost olabiliyorlar. Biraz sen de vereceksin ki karşı taraftan da alacaksın. Sen çok verirsin ama karşı taraftan kazık yersen de o da senin şanssızlığın derim. Ben çok şükür şimdiye kadar hiç yaşamadım. Hayatta seçici olmak çok önemlidir ben oğluma da bunu öğrettim. Seçici olmak derken, seçici olmanın kriterleri çok önemli. Üniversite yıllarımdan hala görüştüğüm arkadaşlarım var, kaç sene olmuş demek ki kriterleri doğru koymuşuz. Bunca sene devam edebildiğine göre. O yüzden eski, güzel dostlarınızın kıymetini bilin hayatta. Siz verirseniz onlardan da karşılığını alırsınız.

Cemiyet kelimesinin bizler için Türkiye'de karşılığısınız. ALEM Dergisi'nin arşivlerine de baktığımızda, bir davete nasıl ev sahipliği yapılır, nasıl stil sahibi olunur gibi sorular söz konusu olduğunda akla gelen ilk isimsiniz. Bu kültürel değişimde, yıllar içerisinde neler değişti şu anki cemiyet hayatı eskisi gibi değil biliyorum ben de. Nasıl değişti? Neden akla ilk siz geliyorsunuz sizce?

Çok teşekkür ederim. ALEM Dergisi ile çok röportaj yaptık. Sanırım ALEM'in ilk seneleriydi biz röportaj yapmaya başladığımızda herkesi hatırlıyorum. ALEM'in herhalde bütün dönemlerine tanıklık ettim, şahit oldum. Çok güzel ve çok değerli bir dergi her zaman. Evlendiğimde çok gençtim, çok genç bir yaşta kendimden çokça da büyük bir ortama girdim. Sonrasında kendi yaşıtım arkadaşlarım oldu ama bir kere benim gözlemlediğim eski senelerde insanlar birlikte olmak için sosyal hayat içinde evlerde yemek, davet verirdi. Restoranda yemek vermek gibi bir düşünce akla gelmezdi. Herkes davetlerini evlerinde verirdi. Genelde İstanbul'da geçirilirdi yazlar. Çok enteresan bir şey söyleyeyim bu davetlere basın çağırılırdı. Ama topu topu üç fotoğrafçı vardı. Bunların üçü de ailemizden biri gibiydi o dönemde. Fotoğraf çekerlerdi, basında yer alırdık hiç rahatsızlık da duymazdık. Kötü algılanmazdı, yanlış görünmezdi. Sadece evlerde olurdu bunlar. Zaman geçtikçe o ev davetleri, yemekleri başka şekil aldı. Herkes birbirini tanırdı. Çok daha küçük bir çevre vardı. Ama sonrasında ortam genişledi, insanlar değişti, çevre değişti ve büyüdü. Ben cemiyet kelimesini de tam yerine oturtup manalaştıramıyorum çünkü cemiyet farklı cemiyetlerden oluşabilir. Doktorların, eczacıların, hukukçuların oluşturduğu bir cemiyet var. O kadar çok farklı cemiyetler var ki burada ki cemiyetin tam karşılığı nedir ben de tam bilmiyorum. İstanbul'da restoranlar açıldı, orada davetler olmaya başladı. Geçtiğimiz süreçten sonra bugünkü döneme bakıyorum. Hayat dışarıda geçmeye başladı. Başka bir düzen başka bir yaşam. Biz geçmişte kaldık, biz hala evimizdeyiz. Ben bir davet vereceğim zaman yine evimde vermeyi seviyorum. Nasıl ki bir kıyafet almaya meraklıysam, aldığım tabak takımını, yanına koyduğum bardak takımını özenle seçerim. Evimde yapacağım davetin, yemeğinin lezzetine önem veririm. Dışarıda bir restoranda ağırlamaktan çok daha kıymetli. Açık söyleyeyim sabah kahvaltısına simit peynir bile koysam evde olmasını tercih ediyorum. Yapılan ikramın çok lüks olması önemli değil. Evimde kendi elimden olması daha önemli ve kıymetli. Bu kıymetlerimiz sanki zaman içerisinde değişti diye düşünüyorum. Zaman bizi biraz daha gösteriş odaklı yaptı. Giyimimize, kuşamımıza, evimize her zaman özen gösteren insanlarız ama aynı şekilde misafirimizi ağırlamaya gönülden de çok özen gösteren insanlardık ama hafife almaya başladık.

Misafirperverliğiyle tanınır ya Türk insanı belki bizim o kültürümüzün değişmesiyle alakalı. Daha Amerikan kültürüdür ya arkadaşlarınla dışarıda buluşmak.

Avrupa'da, Amerika'da hiçbir zaman hiç kimsenin evine gidemezsiniz. Evde misafir ağırlamak diye bir şey onlar için söz konusu değil. Evet biz yabancılaştık. Eski ev düzeni bitti. Bizler de artık dışarılarda başladık ama arada bir özlüyoruz evde buluşuyoruz. Korona öncesinden bahsediyorum tabii. Evde buluştuğumuz zaman ne kadar özlemişiz bir daha dışarı da görüşmeyelim, tekrar evlere dönelim diyoruz. Dışarıda buluştuğumuzda o kadar keyif almıyorum. Evimde arkadaşlarımla yaptığım sohbete doyum olur mu? Türk adetlerimiz, bizim o misafirperverliğimiz, geleneklerimiz zaman içerisinde başka bir yere evrildi ve ben bu evrilmeden çok memnun değilim. Yakın zamanda etrafımda yeni tanıdığım insanların evini bilmiyorum çok garip geliyor. Halbuki ben isterim evini göreyim, ikramını göreyim. Başkası için önemli olmayabilir ama benim için önemli şeyler, değer veririm böyle şeylere. Çocukken genç kıza çeyiz hazırlanır, neden hazırlanır o çeyiz çünkü bunun bir anlamı var bizim Türk kültürümüzde. Eski geleneklerimizi, adetlerimizi seviyorum ve aynı şekilde devam etmesini istiyorum. Annemi kaybettiğim gece mevlit olduğunda hiç unutmuyorum yedi mevlidiydi aynı gece evde helva kavruldu, beş ayrı arkadaşımın evinde helva kavrulup ayrı tencerelerle eve helva geldi. Bunlar insanların İstanbul'da cemiyet olarak saydıkları çok önemli insanlar. Çünkü biz bu adetlerle birbirimize geldik hep. Bu paylaşımların böyle devam etmesini, kültürümüzün yaşamasını istiyorum.

Yüz yüze iletişimdeki gibi bazı şeyler daha yüzeysel yaşanıyor artık.

O yüzeysellikler benim hoşuma gitmiyor. İlişkiler de sohbetler de artık daha yüzeysel geliyor. Bir de dedikodu ortamı sevmiyorum. Bir ortama girdiğim zaman dedikodu yapılmasından hiç hoşlanmıyorum. O tip ortamlar da beni son derece rahatsız ediyor, eğer yapılıyorsa ortamdan mümkünse kaçmaya çalışıyorum. Hakikaten bu insanları ruhsal yönüyle çok rahatsız eden bir şey. Ne yazık ki artık ortamda genel durum bu; insanların başkasının özel hayatlarına çok fazla meraklı olduğunu, belki de insanların kendi sorunlarını ve problemlerini unutmak için başkalarının problemleriyle çok fazla ilgilendiğini görüyorum. İnsanların kendilerini yetiştirmek, geliştirmek yerine bu tip işlere daha fazla merak sardığını düşünüyorum. Diliyorum ki insanların kendileriyle baş başa kaldığı bu korona süreci insanların evlerinin değerini bilmelerine, tekrar o eski günlere dönmelerine vesile olur. Eski adetlerimize geri döneriz inşallah.

  1. Röportaj: Gözde YÖRÜKOĞLU ERSU
  2. Fotoğraf: Zeynel Abidin AĞGÜL
  3. Styling: Bengisu GÜREL
  4. Saç: Erdem GÜL
  5. Makyaj: Erkan ULUÇ
  6. Video: Fatih ER
  7. Fotoğraf asistanı: Murat AĞGÜL


Mekan için Çırağan Sarayı'na teşekkür ederiz

EN ÇOK OKUNANLAR

Monan Mücevher'den 10. Yılına Özel Sergi
Monan Mücevher'den 10. Yılına Özel Sergi

Monan Mücevher'den 10. Yılına Özel Sergi

1 dakika okunma süresi
Çinli Lüks Otomobiller Hakkında Her Şey
Çinli Lüks Otomobiller Hakkında Her Şey

Çinli Lüks Otomobiller Hakkında Her Şey

1 dakika okunma süresi
Margot Robbie Anne Oldu!
Margot Robbie Anne Oldu!

Margot Robbie Anne Oldu!

1 dakika okunma süresi
LACMA ART+Film Gala 2024 Kırmızı Halı
LACMA ART+Film Gala 2024 Kırmızı Halı

LACMA ART+Film Gala 2024 Kırmızı Halı

1 dakika okunma süresi
Gossip Girl'ün Çapkın Chuck Bass'ı Ed Westwick Baba Oluyor
Gossip Girl'ün Çapkın Chuck Bass'ı Ed Westwick Baba Oluyor

Gossip Girl'ün Çapkın Chuck Bass'ı Ed Westwick Baba Oluyor

1 dakika okunma süresi

DAHA FAZLASI

Lisa Resling-Halpern ve Kathryn Oskay ile Türk Tasarım Sergisi Üzerine
Lisa Resling-Halpern ve Kathryn Oskay ile Türk Tasarım Sergisi Üzerine

Lisa Resling-Halpern ve Kathryn Oskay ile Türk Tasarım Sergisi Üzerine

Refik Anadol ve Rafet Fatih Özgür ile “Inner Portrait” Projesi Üzerine
Refik Anadol ve Rafet Fatih Özgür ile “Inner Portrait” Projesi Üzerine

Refik Anadol ve Rafet Fatih Özgür ile “Inner Portrait” Projesi Üzerine

Çağatay Odabaş ve Esra Çevik İle "Işık. Gölge. Sahneler." Üzerine
Çağatay Odabaş ve Esra Çevik İle "Işık. Gölge. Sahneler." Üzerine

Çağatay Odabaş ve Esra Çevik İle "Işık. Gölge. Sahneler." Üzerine

Erol Tabanca ve İdil Tabanca ile Sanat Üzerine
Erol Tabanca ve İdil Tabanca ile Sanat Üzerine

Erol Tabanca ve İdil Tabanca ile Sanat Üzerine

Luigi Stinga ile İtalyan Mutfağı
Luigi Stinga ile İtalyan Mutfağı

Luigi Stinga ile İtalyan Mutfağı

Aslı Gümüşel Hakkında Bilinmeyenler
Aslı Gümüşel Hakkında Bilinmeyenler

Aslı Gümüşel Hakkında Bilinmeyenler

Rabia Güreli ile Contemporary Istanbul Üzerine
Rabia Güreli ile Contemporary Istanbul Üzerine

Rabia Güreli ile Contemporary Istanbul Üzerine

Pamela Harper ile Halcyon Days Üzerine
Pamela Harper ile Halcyon Days Üzerine

Pamela Harper ile Halcyon Days Üzerine

METT Bodrum'da Şef Kyung Soo Moon'un Mutfak Sırları
METT Bodrum'da Şef Kyung Soo Moon'un Mutfak Sırları

METT Bodrum'da Şef Kyung Soo Moon'un Mutfak Sırları

Şeflerin En'leri: Favori Lezzet Durakları
Şeflerin En'leri: Favori Lezzet Durakları

Şeflerin En'leri: Favori Lezzet Durakları

“Frida Kahlo'nun Günlükleri” Sergisi Hakkında Merak Edilenler
“Frida Kahlo'nun Günlükleri” Sergisi Hakkında Merak Edilenler

“Frida Kahlo'nun Günlükleri” Sergisi Hakkında Merak Edilenler

Özge Özacar x Dior Beauty İş Birliği
Özge Özacar x Dior Beauty İş Birliği

Özge Özacar x Dior Beauty İş Birliği