Türkiye güzeli unvanından dünya güzelliğine uzanan Jülide Ateş özel bir kanalda başladığı haberciliği 25 yıllık başarılı bir kariyere dönüştürdü. Miss Universe’de ilk 10’a kalan Jülide Ateş o dönemde gelen oyunculuk tekliflerini kabul etmeyerek muhabirlik yapmayı tercih etmiş. Kendisi gibi haberci olan eşi Emre İskeçeli ile mutlu evliliklerini oğulları Ali ile taçlandıran Jülide Ateş “Hayat eşittir; haber” diyor. Başarılı haberci güzelliğinin ve kariyerinin zirvesindeyken bir araya gelerek Alem’e özel bir söyleşi gerçekleştirdik.
1990’da Türkiye güzeli seçildiniz, güzel seçildikten sonra hayatınızda neler değişti?
Miss Turkey, 19 yaşın cesaretiyle girdiğim bir yarışmaydı. Biraz fark edilme isteği, biraz yaşın getirdiği hayalperestlik. Bir de ülke temsiliydi o zamanlar. Çok az platform vardı dışa açıldığımız. Eurovisyon şarkı yarışması gibi çok önemseniyordu yarışmalar. Ben de kazanan kızların kendilerini İngilizce ifade edememesine takmıştım biraz. İngiliz Filolojisi’ndeydim birinci olduğumda. Miss Universe’de ilk 10’a kalan ilk Türkiye güzeli oldum. Miss World’e de katıldım ve orada da yine ilk 10’a girdim. Benim için yarışmalar bir anlamda 15’er günlük bir oyun gibiydi. Ailem de ben de çok anlam yüklemeden bir deneyim yaşamıştık. Fakat hemen ardından birçok teklif geldi, dizi oyunculuğu, şarkıcılık, mankenlik gibi. Bunların hiçbiri bana cazip gelmedi. Ailemin de özellikle eğitimimi tamamlamam konusunda çok net ve katı tutumları vardı. İyi ki de öyleymiş, ben hemen okuluma, Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ne döndüm. Aynı yıllarda özel televizyonların yayına başladığı günlerdi. İlk olarak Magic Box’ta işe başladım, yani bugünkü adıyla Star televizyonunda. Meğerse o günkü kararım, 25 yıllık sürecek bir kariyerin başlangıcıymış.
Liseyi İzmir’de okudunuz, ilk gençlik yıllarınız orada nasıl geçti? Neler yapıyordunuz?
Ortaokul ve liseyi İzmir’de okudum. Çocukluk ve gençlik yılları çok güzel geçti. Ben subay kızıyım. Sporla büyüdüm. Karşıyaka Spor Kulübü’nde basketbolcuydum. İlkokulda Gölcük’te donanmanın içinde yelken yapıyordum. Tenis, basketbol, yelken bizim hep hayatımızın içindeydi. Babamın hava subayı olması nedeniyle İkinci Ana Jet Üssü’nde uçak sesleriyle ve tatbikat sirenleriyle büyüdüm. Tabii bir de sivil hayat vardı; İzmir’in o palmiyelerle süslü güzel romantik caddeleri, Kordon boyu, Karşıyaka, Alsancak... İzmir, iklim olarak, coğrafi olarak, zaten çok güzel bir şehrimizdir. İnsanları da çok güzeldir. O yılları çok güzel hatırlıyorum.
Güzellik yarışmasına girme fikri nasıl doğdu?
Ben görüşmeye girmeden bir sene önce Leo gençlik değişim kampında direktörlük yapıyordum. Çok uluslu bir ortamda yabancı misafirlerimiz geliyordu ve onlara Türkiye’yi tanıtıp anlatıyorduk. Güzellik yarışması da Türkiye’nin temsiliydi benim için. O dönem bu yarışmaların sayısı çok azdı. Çok özenilir, çok beklenir ve çok değer verilirdi. Bu anlamda, o günlerde verdiğim karar 19 yaşın ruhuna uygun bir hissiyatla biraz fark edilme isteğiyle doğdu galiba.
Güzelliğin tescillenmesi hakkında neler düşünüyorsunuz, siz güzelliği nasıl değerlendirirsiniz?
Tabii yıllar geçtikçe, olgunlaştıkça bu tip yarışmalara bakış açım çok değişti. Başta bana bir oyun gibi geliyordu, 15’er günlük birer şov gibi. Fakat bunun bütün hayatınız boyunca taşıyacağınız bir unvan olduğunu bilmiyorsunuz o yaşlarda. Ben de bilmeden girdim. Çok da önem vermemiştim aslında. Yarışmaya girecektim, sonra da bu konu kapanacak diye düşünmüştüm. Fakat öyle olmadı.
Ve enteresandır, etrafımdaki insanlar bu titri benden daha çok önemsediler. Hala bir yere girdiğimde ‘Türkiye güzelimiz’ dendiğinde gülüyorum artık. “25 yıl geçti, artık geçerli değil” diye espri yapıyorum. Şaka bir tarafa, ailem için de çok önemli bir kavram değildir. Zaten benim gibi yetiştirilmiş bir çocuk için birazcık sürpriz bir unvan oldu, çünkü ben hiçbir zaman güzel diye başı okşanmış ya da güzelliğiyle şımartılmış bir çocuk değildim. Güzelliğinin altı çizilmiş bir çocuk değildim. Boğaziçi Üniversitesi de güzelliğe bakış açımı çok değiştirdi. Shakespeare başta olmak üzere İngiliz Dili ve Edebiyatı’ndan nice yazarın eserleriyle buluştuktan sonra James Joyce’un ‘A Portrait of the Artist As a Young Man’ kitabındaki gibi; Unitas (özgünlük) Claritas ( sadelik) Consonantia ( uyum) ve Integritas( içerik) kavramlarının toplamı şeklinde özetlenebilir. Benim güzellik anlayışım da yıllar içerisinde harmanlandı, derinleşti. Tabii ki 19 yaşındaki perspektifle bakmıyorum hayata. 45 yılın yaşanmışlıkları ve bende bıraktığı tortu ile bakıyorum.
Muhabirlik yaptığınız dönemlerde nasıl tecrübeler edindiniz?
Muhabirlik haberciliğin en önemli alanıdır. Ben de özellikle Kadir Çelik ile Objektif programında çalıştığım dönemlerde çok güzel haberlere imza atmıştım. Habercilik yıllarında da sahaya en çok inen haber spikerlerinden biriyimdir. İlk aklıma gelenler şunlar: Kocaeli Cezaevi’ndeki hücrelere giren ilk muhabirim. Bayrampaşa Cezaevi’nde hem kadın koğuşlarına, hem siyasi koğuşlara birçok kereler girip oradaki yaşam koşulları ile ilgili röportajlarım olmuştur. Zamanında birçok yolsuzluk dosyasına imza atmışımdır. Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından İmralı’da yargılanmasına, güneş tutulmasından, depreme kadar zaten hep sahadaydım. Onun dışında sebze ve meyve halinden İETT belediye otobüslerine, kadar her yerden yayın yaptım. Nice seçimler, nice politik dinamikler... Türkiye’nin son 25 yıllık yakın geçmişine tanıklık ettim.
25 yıldan uzun süredir ekrandasınız, mesleğe başladığınız günden bugüne geçen süreçte neler değişti?
Çok şey değişti, biz başladığımızda mesela prompter kullanmazdık. Saatlerce irticalen yayın yapardık. Sosyal medya yoktu, bilgisayar yoktu. Dijital yayıncılık yoktu. Kasetler ve fakslar vardı, seyircilerden gelen metrelerce faksı okurduk. İnteraktiflik mektuplar ve telgraflar üzerinden sağlanıyordu. Şu an akıllı telefonlarla istediğiniz yerden canlı yayın yapabiliyorsunuz, eskiden bu mümkün değildi. Teknoloji inanılmaz değişti.
Haberciliğin sizin için anlamı ne? Mesleğinizin geleceğinde neler olacak sizce?
Haber, eşittir hayat... Hayatın ta kendisine ayna tutmak, insanların hayatına dokunabilmek. 25 yılın abartısız 20 yılı her gün haber okumuşumdur. Bildiğim tek yaşam stili. Haber benim hayatım.
Dünyadan beğendiğiniz ana haber sunucusu var mı?
Var tabii ki... Ve ne şanslıyım ki onlarla tanıştım ve 94 yılında New York’ta yanlarında staj yaptım. ABC Peter Jennings, NBC Tom Brokkaw ve CBS Connie Chung.
Eşiniz de haberci, evde mesleğinizden konuşur musunuz yoksa dışarıda mı bırakırsınız?
Tabii ki evde haber çok konuşulur. Zaten bütün gün bizde haber kanalları açıktır. İkimiz de bütün gazeteleri okuyup birbirimize bir özet geçer gündemi değerlendiriz. Ortak izlediğimiz haber programları vardır. Oğlumuz Ali büyürken biraz zorlandık, çünkü Türkiye’de haberler çok dramatik, dehşet sahneleri ve acı dolu görüntüler var. Oğlumuzun birçok sorusuna muhatap kalıyorduk. Yetişkinlerin dünyasındaki kavramları çocuklara açıklamak bazen çok zor.
Eşinizle tanışma hikayenizi anlatır mısınız? Evliliğinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Emre’yle 18-19’lu yaşlardan tanışıyoruz. Hem aynı üniversitedeydik, hem de kendi arkadaş çevremizde aynı gruptaydık. Emre benim hep en iyi arkadaşım oldu. Hâlâ da öyledir, dostluğuna çok güvenirim. Emre egosuz, barışçıl, çok iyi bir insandır. Bizim 17 yıllık bir kader ortaklığımız var. Bu 17 yıllık beraberlikten de çok tatlı bir oğlumuz oldu. Şu an 13 yaşında.
Aşk sizin için ne ifade eder?
Aşk deyince hep acı geliyor aklıma. Dolayısıyla aslında kaçtığım bir şeydir. Sevgi, dostluk, arkadaşlık daha emin sular gibi sanki. 45 yaşında olmama rağmen aşk hâlâ beni ürkütür.
Anne olduktan sonra hayatınızda neler değişti?
Daha sabırlı, toleranslı ve anlayışlı bir insana evrildim. Önceliklerim değişti. Ali hayatımın en önemli varlığı. Çok büyük bir sevgiyle kutsadı beni. Dünyanın en büyük armağanı.
25 yılda pek çok anınız olmuştur ekranda, canlı yayında en bocaladığınız an hangisiydi?
Çok komik anılar da oldu aslında. Bir İngiliz kumaşı hikayesi vardır ki hâlâ gülerim. Cevabı ‘bayrak’ olan bir soruya bir seyircinin ‘İngiliz kumaşı’ diye cevap vermesi ve benim dakikalarca gülme krizine girmem... Kaan Yakuphanoğulları haber okurken stüdyo dekoru devirdiğinde de yine o stüdyodaydım, ona da çok gülmüştük. Bunun dışında 25 yılda çok şeye tanıklık ettim. Nice seçimler, nice politik dinamikler, değişen güç dengeleri gibi...
Çok formdasınız, spor yapıyor musunuz?
Mümkün olduğunca yapmaya çalışıyorum. Spor yapmak beni çok mutlu ediyor. Özellikle açık havada yürümeyi, spor yapmayı çok seviyorum. Hava çok sıcak ya da çok soğuksa da genelde gym’de fitness yapıyorum. Spor benim hayatımda hep vardı ve hep var olacak.
Stilinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Ben aslında günlük hayatta çok sade giyinirim. Birazcık tayyör yorgunuyum. O kadar erken yaşta ceketler giyerek ekrana çıktım ki, artık çok sıkıldım. Onun için günlük hayatta sadece kot-tişört ya da eşofmanla takılıyorum. Bir stil yaratma kaygım yok açıkçası. Ne kadar rahat, o kadar iyi.
Gelecek projelerinizde bir de okul açmak var, o projenizden bahseder misiniz?
Mesleği bıraktığım zaman bir sunuculuk-spikerlik, ses nefes artikülasyon, güzel Türkçe konuşma kavramlarını kapsayan bir okul açmayı düşünüyorum. Kendi mesleki tecrübelerimi gençlere aktarabileceğim bir merkez olacak bu benim için. Çok değerli meslektaşlarımla el ele verip hizmet sunacağımız bir okul var kafamda.
Oğlunuz Ali, anne ve babası gibi haberci olmayı düşünüyor mu?
Ali’nin kendi vereceği bir karar olur bu. Kendisi ne olmak isterse destek oluruz. Benim oğlumun geleceğiyle ilgili hiçbir hayalim yok. O, elindeki boş kağıtları kendi dizayn etsin. Kendi hayatı ile ilgili kararları kendisi alsın isterim. Gidişata bakarsak matematik kafası çok iyi. Ama hayat bu, yine de hiç belli olmaz.
Ailece birlikte neler yapmaktan zevk alırsınız?
Ailece şu sıralar çok fazla bir şey yapamıyoruz açıkçası. Emre golfü çok seviyor. Ama benim güneş alerjim olduğu için golf oynayamıyorum. Ali ise tenis oynuyor. Benim de işlerim çok yoğun. Daha çok Ali’yle vakit geçirirken kaynaşıyoruz. Onun dışında herkesin kendi alanları var. Ve herkes birbirinin alanına saygı duyuyor.
Bugünkü aklınızla 19 yaşınızdaki halinize bir mesaj iletme şansınız olsaydı ona ne derdiniz?
“Kimsenin sana haddini bildirmesine ya da duygusal bariyer koymasına izin verme. Neyi ne kadar yapabileceğini senin çaban, azmin belirler. Kimsenin, senin neyi yapıp neyi yapamayacağını kulağına fısıldamasına izin verme. Her zaman kalbinin sesini dinle.” derdim, ki bu mesajı da genelde uygulayabilen bir insanım.