Vancouver’ın batı kıyısının geçmişi ve geleceği arasında bir köprü kuran Douglas Coupland’in katil balina silüetindeki “Digital Orca” heykeli; kübik pixel’lerden oluşan gövdesiyle dijital çağa referans verirken, doğaya saygı duruşunda bulunuyor. Vancouver’ın liman ekonomisinin arkeolojisini araştıran metal konstrüksiyon heykel; bir taraftan teknolojinin ekonomi, doğa ve insan bilinci ile ilişkisi üzerine düşünüyor, diğer taraftan liman kültürünün çeşitli boyutlarını aydınlatıyor. Doğanın birbirinden güzel manzaralarına ev sahipliği yapan Vancouver’a gittiğinizde, “Digital Orca” heykelini kadrajınıza almayı unutmayın.
Çeşitli nesneleri bir araya getirerek gerçekleştirdiği performansları ile tanınan İngiliz sanatçı Monster Chetwynd, çalışmalarında çoğu zaman karton, tuvalet kağıdı, lateks ve boya gibi ucuz malzemelerden üretilen, dikkat çekici ve kasıtlı olarak ilkel bir estetiğe sahip el yapımı kostüm, dekor ve aksesuarlar kullanıyor. Chetwynd’in 16. İstanbul Bienali kapsamında Büyükada’da sergilenen, her biri insansı bir biçime bürünmüş yarasa, yılan, timsah ve örümcekten oluşan melez yaratık heykellerinin yanı sıra İstanbul’un kedilerinden, Yerebatan Sarnıcı’nda yer alan Medusa Heykeli’nden ve İtalya’daki Bomarzo Bahçeleri’nden ilham alarak ürettiği dev Gorgon başı şeklindeki, hayali, insanı içine çeken oyun alanı formundaki heykeli Nişantaşı Sanat Parkı’nda açıldı. Heykel kalıcı olarak çocukların erişimine açık olacak.
Kavramsal ve minimal heykellere lirik ve sembolik dokunuşlarda bulunan Anish Kapoor’un post-minimalist ve neo-ekspresyonist heykelleri, duygu yoğunluğunu dışa vururken, insanın anlam arayışına imkan veren alanlar yaratıyor. Kapoor’un öğretici bir mesaj taşımak yerine, insanı kendisi ve çevresi ile yüzleştiren ayna yüzeyli kamusal heykelleri, bireyin gündelik deneyimine varoluşçu bir gözlük ile bakıyor. Kapoor’un “Cloud Gate”, namıdiğer “Bean” isimli büyük ölçekli kamusal heykeli, Hint kökenli İngiliz sanatçının paslanmaz çelikten heykelleri arasında en ünlüsü. Chicago’ya yolu düşen sanatsever gezginlerin mutlaka görmesi gereken “Cloud Gate”, minimalist heykeltıraş Donald Judd’tan aldığı ilhamla hem izleyicinin hem de Chicago’nun silüetinin yansımasını bozup çevre - insan ikiliğinden tekil bir görüntü yaratıyor.
Henüz sekiz yaşındayken usta ressamların eserlerinin replikalarını üretip babasının antika dükkanında satan Jeff Koons, geçtiğimiz Mayıs ayında 91.1 milyon dolara satılan paslanmaz çelik “Rabbit” heykeli ile adından epeyce söz ettirdi. “Yaşayan En Pahalı Sanatçı” unvanını, 90.3 milyon dolara satılan “Portrait of An Artist (Pool With Two Figures)” isimli tablosu ile tanıdığımız İngiliz sanatçı David Hockney’den devralan Koons’u; neo-pop heykelleri ile biliyoruz. Ticaret, reklamcılık ve pazarlama sektörünün kitle kültürü ile ilişkisi üzerine düşünen sanatçı, “readymade”i minimalist ve pop ögelerle bezeyerek sanat ürününü, geleneksel estetik hiyerarşisi içerisinde konumlandırılamayan bir meta olarak takdim ediyor. Koons’un Bilbao’da yer alan “Puppy” heykeli, bir taraftan 18. yüzyıl Avrupa peyzajına referans verip elit ve popüler arasındaki çizgiyi bulanıklaştırıyor, diğer taraftan izleyicide güven ve emniyet duygusu uyandırıp optimist bir atmosfer yaratıyor. Yolu Bilbao’ya düşen sanatseverler, “Puppy”i görmeden dönmemeliler.
San Francisco’ya gidip de “Cupid’s Span”i görmeden dönmek olmaz. Andy Warhol ve Jeff Koons arasındaki eksik halka olarak tanımlanan Claes Oldenburg, gündelik nesneleri büyük ölçekler ve canlı renkler ile yeniden yorumladığı dev heykelleri ile biliniyor. Oldenburgh’un Coosje van Bruggen ile Rincon Park’ta hayata geçirdiği heykel, ilhamını San Francisco’dan, namıdiğer “Eros’un Limanı”ndan alıyor. Nereden baktığınıza göre değişir, şehir merkezini ya da Oakland Körfez Köprüsü’nü çerçeveleyen Cupid’in (Eros) ikonik yay ve oku gemi imgesini akla getirirken; baş aşağı, toprağa saplı duran ok, doğa ile kurgusal bir ilişkiyi temsil ediyor.