Eray ERKOCA – [email protected]
Çağdaş fotoğraf sanatçısı Ali Alışır’ın, 10 yıllık sanat serüveninin anlatıldığı, Derya Yücel’in kaleme aldığı “Ali Alışır 2009 – 2019” isimli kitabı sanatseverlerle buluştu. Alışır’ın sanat pratiğinin dönemlere ayrılarak irdelendiği kitap, sanatçının 2009-2019 yılları arasında ürettiği “Melez Ruhlar” (2017), “Kozmos” (2016), “Sanal Manzaralar” (2014), “Sanal Savaşlar” (2012), “Sanal Mekanlar” (2011), “Sanal Bedenler” (2009) serilerinde aktardığı beden ve mekan izleğini aydınlatırken, Alışır’ın bireysel uygarlık anlatısının görsel ve imgesel serüvenini ortaya koyuyor. Kitapla paralel olarak Bozlu Art Project Mongeri Binası’nda düzenlenen sergi ise kitabın kapsamlı bir görsel dökümünü sunuyor. Sanal kavramı üzerine temellenen sergi 26 Ekim’e kadar devam ederken, dijital fotoğraf çalışmaları ile insanlığın maddi ve manevi süreçlerini sorgulayan Alışır ile sanat pratiğini konuştuk.
Bozlu Art Project yayınlarından çıkan ve Derya Yücel’in kaleme aldığı “Ali Alışır 2009 – 2019” isimli kitabınız okuyucularla buluştu. Bize biraz kitaptan bahseder misiniz?
Galerim Bozlu Art Project ile kitap projesine yaklaşık bir yıl önce başlama kararı verdik. Bu bir yıllık süre içinde sayısız toplantı gerçekleştirdik. Kitabı Sevgili Derya Yücel kaleme aldı ve eşim Şeyma Alışır tasarımını yaptı. Fotoğrafları ise Altan Bal çekti. Kitapta sanatsal olarak geçirdiğim dönemleri, etkilendiğim sanatçılara ve yapıtlarına yer verirken, çalışmalarımı nasıl ürettiğime dair bilgileri de okuyucularla paylaşmaya çalıştık. Bu kitap yalnızca son 10 yıllık sanat hayatımı değil, aynı zamanda sanatsal olarak esinlendiğim ve beni hala sanatçı olarak beslemeye devam eden birçok konuyu da izleyici ile paylaşmayı hedefliyor.
Kitap, 10 yıllık sanat pratiğinizi dönemlere ayırarak irdeliyor. Ali Alışır’ın sanatının kaç dönemi var? Sanat pratiğinizde neler değişti?
Ben sürekli yenilenmeye ve dönüşüme inanıyorum. Hep kendimi şaşırtacak ve heyecan duyacağım yollar keşfetmeye çalıştım. Hiçbir sergimi de önceden planlamadım. Bütün sergilerim ve dönemlerim doğal süreçlerinde ortaya çıktı. Örneğin, 2009 yılında “Sanal Bedenler” sergisinde insan bedenini fiziki yapısıyla ele alırken, 2017 yılındaki “Melez Ruhlar” sergisinde insan bedenini daha manevi yönü ile ele aldım. Bu zaman içindeki değişim izlediğim bir yol değil, tam tersine çıktığım bu yolda keşfettiğim duyum ve deneyimlerin bir izi. Bundan önceki bütün sergilerimde sanki dünyadaki oluşumdan evrene, oradan da kendi içime bakma sürecini yaşadım. Yani 10 yıl içindeki sergilerimle beraber gerçeklik algımda çok büyük değişimler olmuş.
Çalışmalarınızda modern insanı ele alıyor; bireyin teknoloji ile ilişkisi, modern dünyanın karmaşıklığı içerisinde yalnızlığı ve çaresizliği gibi konulara dikkat çekiyorsunuz. Sanatınızın öznesi olan modern insanı sizden dinleyebilir miyiz?
Bir zamanlar insanlar “Gelecekte makineler her işi yaparsa bize kalan bunca boş zamanda biz ne yapacağız?” diye soruyorlardı. Bugün böyle bir boş zamanımız yok. Ben teknolojinin dünyayı daha iyi bir yer yapacağına dair beklentimden vazgeçmedim. Ama bir taraftan da her gün bir robot gibi gerçekleştirmeleri gereken tüm eylemleri yinelemekten başka bir şey yapmayan, içleri boşalmış, yalnızca biyolojik bir yaşantı sürdüren maddi varlıklara dönüşmeye başladığımızı da söylemekten vazgeçemiyorum. Sanal kavramıyla ilgili açtığım bu sergiler ile modern insanın yalnızlığı ve biraz da çaresizliğini ortaya koymaya çalıştım. Gün geçtikçe daha fazla küreselleşen bu dünyada yaşadığımız sistem yeni bir insan türü üretiyor. Bu yeni insan tipi, bedensel olarak “özgürleştirilirken” ruhsal olarak, kültürel ve siyasi olarak baskılanıyor. Bölünen kültürler, hızla gelişen teknolojilerin arasında sıkışmış bireyler yaratılıyor. Bu noktada yaşadığımız bu yüzyılda “gerçek insan” evriminin doğal sürecinin durakladığına ve başka “bir şeye” dönüştüğüne inanıyorum. 21. yüzyıl her şeyin “çok” ve “aşırı” olarak yaşandığı bir yüzyıl. “Çok anlamlılık”, “Çok kültürlülük”, “Çok dillilik”, “Çok kimliklilik” gibi… Estetik sektörünün gündelik hayatın bir parçası haline gelmesi; organ nakilleri, genetik mühendislik, üreme teknikleri, iletişim ve bilişim teknolojleri hepimizin hayatına değişik yollardan müdahele etmekte ve insan bedenini, ruhu bir proje, tasarım ve pazarlama unsuru haline getirmekte (Nasıl yememiz, giyinmemiz, nasıl yaşamamız vs gerektiğini buyuran devasa bir sistemin içinde ayakta durmaya çalışan bireyleriz). Eserlerimdeki figürler bu modern dünyanın çekiştirmecesine, hızın aşındırıcı kuvvetine, zamanın bu hızlı sürüklemesine karşı dengede durmaya çalışıyorlar. Modern dünyanın bu hareketliliğini gerek duruşlarıyla gerekse de ruhları aracılığıyla hissettirmeye çalışıyorlar. Sürekli bir devinim halinde olan bu figürler ruhlarımıza nüfus etmiş bu modern dünyanın karmaşıklığını ortaya koymaya çalışıyorlar.
Dijital sanatlardan beslenen bir sanatçı olarak gerçeklik ve sanallık kavramları çalışmalarınıza nasıl yansıyor?
Yaşadığımız yüzyılda, tüketim kültürünün sonucu olarak “gerçeklik”in zorunlu bir değişime uğradığını düşünüyorum. İnsanların sosyal ilişkilerinin yerini, “sanal” bir ortam aldı. İnsanların sahici yüzleri, gitgide sanal bir dünyaya ait yüzlere dönüşmeye başladı. Asıl ile kopya, gerçek ile görünüş iç içe geçti. Bir yandan da bedenin etrafı kitle iletişim araçlarıyla sağlık (grip ve virüsler), perhiz (ideal ölçüler), tedavi, arzu gibi söylencelerle kuşatılırken, bir yandan da beden bir yatırım nesnesi haline dönüştürülmeye başladı. Ben bütün bu fotoğrafları kugularken, sistemin ters yüz edilişini ve transeksüel yapısını ortaya koymaya çalıştım. Üzerinde sürekli cinsel, siyasi ve dinsel manipülasyonlara tabi tutulan bireyin parçalanmışlığını ve çaresizliğini konu alıyorum.
Bozlu Art Project Mongeri Binası’nda, 26 Ekim’e kadar devam eden serginizden bahseder misiniz?
Bu sergiyi galerimle beraber son 10 yıllık sanat hayatıma ışık tutan kitabım ile eş zamanlı olarak düzenliyoruz. Sergideki yapıtlar geçmişten bugüne üretimlerime ışık tutmak amacıyla seçildi. Sergide “Sanal Bedenler”, “Sanal Mekanlar”, “Sanal Savaşlar”, “Sanal Manzaralar”, “Kozmos” ve “Melez Ruhlar” serilerimden eserler görülebilir. Sergilerimdeki eserler yaşadığımız hayata toplumsal eleştiriler getirirken bir taraftan da insanlığın maddi ve manevi süreçlerini sorgulamayı amaçlıyor.
Türkiye’de sanatçıların karşılaştığı en büyük güçlük nedir sizce?
Bugün ister Türkiye’de isterse de dünyanın herhangi bir yerinde genç sanatçı olmak demek zorluklarla geçecek bir gençliği kabul etmek anlamına geliyor. Alınamayan vizeler, ödenemeyen kiralar, tutucu mahalle baskısı, destek olamayan aileler… Bence sanatçı olmak demek usta bir sihirbaz gibi bu zorlukların arasından sıyrılmak demektir. Bütün bu zorluklara rağmen sanatçılar hayatın en güzel anlarını yaşarlar ve öldükten sonra da eserleriyle yaşamaya devam ederler. Bu yüzden genç sanatçı adaylarına tek önerim seçimlerini bu noktada cesaretle ve doğru yapmaları yönünde olacaktır.