Uzun yıllardır moda editörlüğü, oyunculuk gibi farklı alanlarda belli bir çizgide emin adımlarla ilerliyorsun. Bu başarının sırrını öğrenebilir miyiz?
Geriye dönüp baktığımda, kariyer yolculuğumda hep akışta olduğumu fark ediyorum aslında. Öyle büyük planlarım yoktu yani çocukluğumdan beri multidisipliner ve multi-fonksiyonel bir yapım vardı zaten. Bu yüzden de aslında tek bir şey seçemedim hiç. Moda ve oyunculuk hep içimdeydi. Ben sadece akışta kalbimi dinleyerek yollar açmışım kendime. Üniversitede psikoloji okurken de zevkle çalıştım, ama sonrasında fotoğrafla, dergilerle, modayla alakalı bir şeyler yapmak istediğimi de biliyordum. İstanbul’a taşınıp moda editörlüğüne yönelince, her işini her zaman en iyi şekilde yapmak isteyen Ece’yle birlikte yola çıktık ve adım adım ilerledik. Bir de hep kendimi geliştirmeye olan merakım sanırım çok önemliydi bu yolculukta. Uluslararası işler yapmak, dünyayı görmek, bilmek ve dolu dolu yaşamak istemek de bugün beni ben yaptı. Ve yaptığım her işe katabildiğim bir vizyon sağladı. Tabii böyle söyleyince çok romantik duruyor ama her seçimde olduğu gibi bu yolculuğun da kendi içinde bedelleri, sorgulamaları, iniş çıkışları, her şeyi oldu. Ama kariyer ve iş başarısı bir yana, hayatı kaçırmamış olmam bence en büyük başarım.
Zamanında vintage butiğinin müdavimlerinden biri olarak soruyorum tekrar öyle bir projeyi hayata geçirmeyi düşünüyor musun?
Ece Sükan Vintage kalplerde yaşıyor; espri bir yana evet zaman zaman düşünüyorum tekrar aktive etmeyi. Ve hala çok soran oluyor. O zaman gerçekten büyük olay olmuştu; gerçek 'vintage' kavramını ve kültürünü bir hayli anlattığımı hatırlıyorum; hatta bir ara kendimi ana haberlerde 'vintage' anlatırken bulmuştum. Uluslararası yayınlarda da çok yer aldı; dünyanın en önemli tasarımcıları İstanbul’a geldiklerinde ilk benim butiğime uğrarlardı. Çok özenle seçilmiş, dünyanın dört bir yanından toparladığım koleksiyoner parçalarım vardı. Bakalım, her an bir proje çıkabilir.
Sokak stilinle yabancı basının da yakın markajındasın. Seni ilk nasıl keşfettiler?
Stilimle dünya basınında yer almaya başlamam da akışta gerçeklesen olaylardan biriydi aslında. O zamanlar Paris ve Milano Moda Haftaları’na abim Arslan Sükan’ın fotoğraf çekimlerine gitmeye başlamıştım. İlk kulisine girdiğim defile o zamanlar John Galliano’nun kreatif direktörlüğünü yaptığı Christian Dior Haute Couture defilesiydi. Büyülenmiştim. Çıta çok yüksek başlamıştım yani. Sonra da NTV'de moda programı yapmaya başladım ve programın eksenini tamamen uluslararası moda haftaları ve sanat bienalleri olarak belirlemiştim. O zamanlar Türkiye’den kimse moda haftalarına gitmezdi, ne kamera olarak ne de davetli olarak. Moda dergilerinin editörleri bile gitmezdi. Ben de deliler gibi koşturup, yanımda bir kameramanla dünyayı turlar, akredite olamadığımız halde, kulislere arka kapılardan girerdim; dünyanın en önemli tasarımcılarıyla röportajlar gerçekleştirir, ne yapar eder program çekerdik. Bir defileden diğerine koştururken de, son 10 yıla damgasını vuran ve bu yeni çağın ilk “sokak stili fotoğrafçılarının” dikkatini çekmişim stilimle. Sartorialist, Tommy Ton gibi fotoğrafçılarla başlayan sonrasında da New York Times’ın Modaya Yön Veren 50 isminin arasına girişim organik olarak hızla gelişti. Beni Türkiye’nin elçisi olarak adlandırıyorlardı. Stilimle birlikte, yıllardır istikrarlı bir şekilde katıldığım moda haftalarında yaptığım işler ve ürettiğim içeriklerle de uluslararası moda arenasında sağlam bir yer edinmiş oldum.
Karantina boyunca ev stilini de yakından takip eden biri olarak o dönemi nasıl geçirdin, gardırop detoksu yaptın mı?
Hayatta ne yapamıyorsun dersen ilk 10'da gardırop detoksunu söyleyebilirim. İnanılmaz biriktirici bir yapım var, hiç kolay atamam. Bir de mesleki deformasyon var, yıllarca styling için kullanırım diye neler topladım New York'tan oradan buradan... Vintage butik de cabası. Aslında benim bu meşhur olmuş emprovize stilimin bir sebebi de hiçbir şeyi kolay atamamamdan kaynaklanıyor. Zaten parçaları mix etmeyi, spontane giyinmeyi, küçüklüğümden beri hem annemde hem de kendimde gördüm. Yani tavuk-yumurta ilişkisi gibi; hangisi hangisini doğurdu bilinmez. Ama beni yakından tanıyanlar çok iyi bilir ki, en önemli davete de, en havalı moda haftasına da son dakikanın sonunda hazırlanırım, bavulumu yaparım. Yani hiçbir giyeceğimi önceden hesaplayıp planlamam. Hayatımda kendime önceden kombin yapmışlığım yoktur. Bunu çok ciddi söylüyorum.
Son dönemde gardırobuna eklemekten keyif aldığın parçalar hangileri?
Açıkçası benim alışveriş durumum da çok spontane oluyor. Denk gelince alıyorum. Herhangi bir şeyin peşinde koşmak, aramak filan bende hiçbir zaman olmadı. Tabii bu pandemi sürecinde hiçbir şey almadım giyim olarak. Benim eskilerim bana yeter. Artık zaten tüketim konusunda da çok dikkatli olmalıyız.
Röportaj: Ceylan YENİACUN
Fotoğraflar: Lara SAYILGAN
Mekan: Mandarin Oriental, Bodrum