Riva, İstanbul’un saklı cennetlerinden biri. Küçük bir kasaba, ancak keşfedilecek birçok güzellik barındırıyor içinde. Son yıllarda dizi çekimleri ile ünlenen bu sakin kasaba, Anadolu Kavağı’nın doğusunda Riva Deresi’nin ağzında yer alıyor. Bir Ceneviz kalesinin kalıntıları ve güzel bir plaja sahip. FSM Köprüsü’nün Kavacık çıkışından 20 dakika sonra şehirden uzaklaşıp hoş bir ortamda bulabilirsiniz kendinizi. Plaj yazın çok kalabalık olabiliyor ama takılmayın. Hele bugünlerde giderseniz inanılmaz sakin bir gün geçirebilirsiniz. Kumsal uzun yürüyüşler için uygun. Koylar çok ıssız. Kasabanın içinden akan dere ise başlı başına bir cennet parçası. Dere boyunca sazlıkların arasında balık tutanları göreceksiniz. Eğer balık tutmaktan hoşlanıyorsanız mutlaka burada bunu deneyimlemelisiniz.
HAZRETİ YUŞA TÜRBESİ
Riva’dan Yuşa Tepesi’ne geçebilirsiniz. Tepede bulunan türbenin Hz. Yuşa’ya ait olduğuna inanılıyor. Kabrin 17 metre uzunluğunda olması hem merak hem de hayret uyandırıyor. Hz. Yuşa’ya duyulan derin sevgi ve saygıdan dolayı mezarının büyük yapılmış olabileceği söyleniyor. Bir başka görüş ise kabir manevi bir keşifle bulunduğu için tam yerini belirleyememe endişesiyle büyük tutulmuş olması. Asırlardır farklı inanışların merkezi olan Yuşa Tepesi, Çamlıca’dan sonra Boğaz’ın en yüksek noktası. Muhteşem kelimesinin hakkını veren bir manzara karşılıyor ziyaretçileri.
ANADOLU KAVAĞI
Anadolu Kavağı’nın adını bir zamanlar burada yetişen kavak ağaçlarından aldığı düşünülüyor. “Kavak” sözcüğü “kav” kökünden türemiş, “kapamak, tutmak” anlamına geliyor. Karadeniz’in Boğaz’la birleştiği yerde yer alan Anadolu Kavağı’nın isminin buradan gelmesi de muhtemel. Anadolu Kavağı, eski bir balıkçı kasabası. Bilhassa şehrin koşturmasından yorulanlar için davetkâr bir adres. Tekneler, ağlar, martılar ve balığın en tazesini yiyebileceğiniz salaş restoranlar ile İstanbul’u yaşayabileceğiniz keyifli bir nokta. Özellikle havaların soğumasıyla huzur dolu bir dinginliğe bürünüyor.
DERT DİNLEMEYEN MARKO PAŞA’NIN EVİ
Yaz aylarında ise yerli ve yabancı turistlerin uğrak noktası. Nüfusu 4-5 katına çıkıyor. Bana kalırsa her mevsim ayrı güzel burası. 18. yüzyıldan kalma Cevriye Hatun Çeşmesi’ni, ilk yapımı 1593’e kadar uzanan Midilli Ali Reis Camii’ni ve Marko Paşa Köşkü'nü görmeyi de ihmal etmeyin. Marko Paşa, Sultan Abdülaziz’in başhekimi. Kızılay’ın kurucularından olan bu Rum doktor, derdini anlatanları dinlemez, dinler gibi yapıp lafı değiştirirmiş. Ondan geriye bugün hala kullanılan, “Anlat derdini Marko Paşa’ya” deyişi kalmış… Anadolu Kavağı’nda donanmaya ait alandaki muhteşem köşkü, özellikle denizden izlemek ayrı bir keyif.
YOROS KALESİ
Boğaz’ın Asya yakasına, Anadolu Kavağı'na inşa edilen Yoros Kalesi’nin adının, Yunanca “dağ” anlamına gelen “oros” tan ya da “iyi rüzgarlar” anlamına gelen “ourios”tan geldiği düşünülüyor. Efsaneye göre, Argonatlardan Jason, Altın Postu bulup Karadeniz’in sonundaki Colchis’ten yani bugünkü Gürcistan’dan döndüğünde şükranlarını ifade etmek için her iki yere de sunak yaptırmış. Zamanla sunakları tapınaklar izlemiş. Denizciler Karadeniz’e açılmadan önce burada, Zeus Ourious’a yani İyi Rüzgarların Zeus’una adaklar adamışlar.
Günümüzde Rumeli Hisarı daha etkileyici görünebilir ancak altın çağlarında Yoros Kalesi onun iki katı büyüklüğüyle Boğaz'daki en büyük kaleymiş. Asırlar içinde birçok onarımdan geçen kalede, Bizans dönemine ait kitabeler bulunuyordu. Bu kitabelerden birinde bulunan dört “B” harfinin İmparator 7. Mihael Palaeologos’a (1261-1282) ait olduğu, bu nedenle de kalenin bu dönemde yaptırıldığı veya esaslı bir onarım geçirdiği tahmin ediliyordu. Kitabe çalındı.
Yoros Kalesi, Sultan II. Bayezıd zamanında bir mahalleye dönüşmüş. Kale içine bir cami, çeşme ve hamam yapılmış. Evliya Çelebi’nin anılarında, kale içinde 200 kadar Müslüman hanenin bulunduğu yazıyor. Kalede asker bulunmazmış. Karadeniz’de Kazak gemileri göründüğünde kale halkı ateş yakıp çevre köyleri haberdar edermiş. Fakat gemilerin burayı Boğaz ağzı sanıp karaya oturmaması için geceleri ateş yakmazlarmış. Kalede Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Üniversitesi işbirliğiyle 2010'da bir kazı çalışması başlatıldı. Farklı dönemlere ait çok sayıda eser, bu kazılar ile gün yüzüne çıkarıldı. Ama kale halka kapatıldı.
3. KÖPRÜ
İstanbul denince akla ilk gelen kelime herhalde Boğaz olur. Boğazın ayırdığı iki kıtayı birbirine bağlayan ilk köprü, 1973 yılında açılan, Ortaköy – Beylerbeyi arasındaki Boğaziçi Köprüsü'ydü. 1988 yılında ise bu kez Kavacık – Hisarüstü arasında uzanan Fatih Sultan Mehmet Köprüsü yapıldı. Ve İstanbul tarihine, 2016 yılı 3. Boğaz köprüsünün açılış yılı olarak eklenecek. Garipçe - Poyrazköy arasında yapımı süren köprünün üzerinden, 8 şeritli karayolu ve 2 şeritli tren yolu geçecek. Genişliği 59 metre olacak bu köprü, açıldığında dünyanın en geniş köprüsü olacak. Ayrıca üzerinde raylı sistem bulunan dünyanın en uzun asma köprüsü olma niteliğini de taşıyacak.