İstanbul’un yaz sığınakları arasında yer alan Kilyos, günübirlik dinlence ya da küçük bir tatil kaçamağı için akla ilk gelen adreslerden. Sadece deniz keyfi yapmak için değil yüzyıllar öncesinden bugüne uzanan tarihi kalıntıları görmek için de ziyaret edebilirsiniz. Kumulları ise botanik açıdan oldukça zengin ve korunma altına alınması gerekiyor.
Antik Çağ’dan Su Sarnıcı
Beldenin resmi adı “Kumköy”. Tepedeki 14. yüzyıl Ceneviz Kalesi, Kilyos’un bu kadar popüler olmasının eski tarihlere dayandığının göstergesi. Kalede antik çağlardan kalma bir sarnıç olduğu bilinmesine rağmen, askeri bölge olduğu için gezmek mümkün değil. Beldedeki üç su terazisi, suyun Belgrad Ormanları’ndan buraya getirildiğinin kanıtı gibi… Julia Pardoe, “The Beauties of the Bosphorus” kitabında bu sarnıçlardan bahsederek nasıl çalıştığını şöyle anlatıyor: “Her sütunun tepesinde bir hazne var ve kanallardan gelen su bir yandan bu hazneye boşalıyor, diğer taraftan çıkıyor. Her sütun bir diğerinden yaklaşık iki metre kısa. Böylece dağlardan İstanbul’a su taşınıyor.”
Kilyos’ta görebileceğiniz bir diğer tarihi eser ise eski Yunan döneminden kalan ve zamanında gözetleme kulesi olarak görev yapan Ovid Kulesi. Yapı adını M.Ö. 8 senesinde Tomis’e (bugünkü Köstence) sürgüne giderken Boğaz’dan geçen ünlü Romalı şairden alıyor. Özel mülkiyete geçmiş olan kuleyi görmek için Zekeriyaköy’ün içinden tepeye çıkmak gerekiyor.
İlk Tatil Köyü
Geçmiş günlerinden çok fazla eserin günümüze ulaşamadığı Kilyos, zamanımızın çarpık yapılaşmasından nasibini ne yazık ki fazlasıyla alan yerlerden. Mavi bayrak taşıyan kumsallara bakan otellerin manzarası karaya oturmuş gemilerin paslı görüntüleri yüzünden biraz bozuluyor.
Türkiye’nin ilk tatil köyü 1955 yılında Kilyos’ta açılmış. Turban Tatil Köyü bugün kapalı ama plajından yararlanmanız mümkün. Plajlarıyla olduğu kadar küçük koylarıyla da farklı seçenekler sunan Kilyos’a giderken göreceğiniz restoranlar ise mangal keyfi için ideal. Yaz aylarında özellikle gençlerin akın ettiği Kilyos, popülerliğini biraz da en sıcak havalarda dahi beldeyi serin tutan Karadeniz’e borçlu. Ama hırçın dalgaların tehlikesini sakın unutmayın ve cankurtaranların olmadığı yerleri yüzmek için tercih etmeyin.
Plaj Kulüpler
Plaj kulüplerin en iyilerine merkezden uzaklaştıkça rastlıyorsunuz; özellikle de Kilyos yakınlarındaki Demirciköy’de… Girişin ücretli olduğu bu kulüplerde ödediğiniz para, haliyle hafta sonları biraz daha yüksek. Kulüpler; futbol, basketbol, rüzgar sörfü gibi pek çok aktivite de sunuyor. Sezon dışında kapalılar ama Demirciköy’de yer alanlar restoranları ile hizmet vermeye devam ediyor.
Tılsımlı Yeşil
Mevsim ilkbahar. Doğayla kucaklaşmanın en keyifli olduğu zamanlar. Belgrad Ormanları da İstanbullular için yeşilin en harika adresi. Güzel havanın, ağaçların, kuş seslerinin tadını çıkarmak için çok da uzağa gitmeye gerek kalmadan tarifsiz bir huzur hediye ediyor size. Ama ormanı mutlaka sonbaharda da ziyaret etmelisiniz. Sarıyla hüznün kucaklaştığı günlerde ortaya çıkan renkleri izlemeye doyamazsınız…
Neden adı Belgrad Ormanı?
Orman adını, bir zamanlar burada bulunan Belgrad Köyü’nden almış. Köyün adı ise Kanuni Sultan Süleyman’ın 1521 yılında bugünkü Sırbistan’ın başkenti Belgrad’ı aldıktan sonra buraya getirdiği ve şehrin su dağıtım sisteminin sorumluluğunu verdiği göçmenlerden gelmiş. 18. yüzyılda bazı yabancı büyükelçilikler yazlıklarını köy civarında inşa etmişler. Lady Mary Wortley Montagu da diplomat eşiyle birlikte bu civarda geçirdiği birkaç gün sonrasında hayran kalmış Belgrad Ormanına. 1717 yılındaki ziyaretini, “Türk Sefareti Mektupları” isimli kitabında ölümsüzleştirirken; “Burası cennet tarlaları tanımına mükemmelen uyan bir yer” diye anlatmış gördüklerini.
2. Mahmud’un ‘Ormanı Yakın’ Emri
19. yüzyılda yazlıklar Tarabya ve Büyükdere kıyılarına taşınınca, Belgrad Köyü yavaş yavaş küçülmeye başlamış. 1826’da ormanda saklanan yeniçerilerden kurtulmak için yeni ve modern ordusuna ormanı yakma emri veren Sultan 2. Mahmud köye son darbeyi vurmuş. 1898 senesinde geriye kalan birkaç kişinin de başka yere taşınmasıyla, burada bir zamanlar bir köy olduğuna dair neredeyse hiç bir iz kalmamış.
İstanbul’un akciğerleri bir zamanlar şehir dışındayken bugün neredeyse “şehrin göbeğine” gelmiş. Belgrad tarih boyunca sadece mesire yeri olmakla kalmamış, şehrin su ihtiyacını da karşılamış. Bugün kayın, meşe, akkavak, çam, çınar ve kestane ağaçlarıyla dolu orman, piknik için gelinecek en popüler yerlerden biri. Yazın, özellikle pazar günleri Bahçeköy yakınlarındaki Neşet Suyu piknik alanı kalabalıktan geçilmiyor. Fırsatınız varsa hafta içini ya da cumartesi gününü tercih edin derim.
Romalılar ve Mimar Sinan Yanyana
Trakya’daki Istranca Dağları’ndan başlayıp neredeyse Karadeniz sahiline kadar uzanan Belgrad Ormanı geçtiğimiz yüzyılda bugünkünden yaklaşık üç kat daha büyükmüş. Orman, Taksim ve Kırkçeşme su dağıtım sistemlerine bağlı olan tarihi su kemerleri ve bentlerine de ev sahipliği yapıyor. O zamanki şehir altyapısının parçası olan bu kalıntılar, şehre su dağıtmak için kullanılırmış. Günümüzde de hala işlevini sürdüren ve başarılı bir onarım geçiren eserlerin bazıları Roma dönemine aitken, diğerleri eşsiz Mimar Sinan dehasının ürünleri. Su dağıtım sisteminin nasıl çalıştığını çözmek pek kolay değil. Vaktiyle İSKİ’deki uzmanlardan destek alarak öğrenmiştim. Mimar Sinan bildiğiniz üzere daha çok camileriyle anılır ama bu büyük deha, 1554 - 1563 yılları arasında Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle birçok su kemeri yapımının da sorumluluğunu üstlenmiş. Zamanının en büyük su tesisi ve Sinan’ın en muazzam eserlerinden olan bu kemerler, hassas eğimleri ile Tarihi Yarımada’ya (Suriçi’ne) su taşımışlar. 4 su bendi ve 33 su kemeri vasıtasıyla suyu kara surlarındaki Eğrikapı’nın hemen dışına kadar getirmişler. Kırkçeşme su sistemi iki kola ayrılmış; biri Ayvad Bendi’nden diğeri ise Büyük Bend’den geliyor ve Galata Kulesi yüksekliğinde derinliği olduğu söylenen bir taş sarnıçta, Başhavuz’da birleşiyor. Aynı dönemde Süleymaniye ve Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan külliyeleri inşaatlarıyla da uğraştığı düşünülürse, mimarbaşının zekasının yanısıra çalışkanlığı ve azmi de şaşırtıcı!
Dünya Çapındaki Başyapıt: Mağlova Kemeri
Kırkçeşme sisteminin izlerini takip ettiğimde, TEM üzerindeki Avrupa Konutları’nın yakınında bile havuzlara rastlamıştım… Sistemden günümüze ulaşan en muhteşem yapı ise iki katlı Mağlova Kemeri ya da diğer adıyla Muallakkemer. Ama ulaşmak çok da kolay değil. Çünkü yolu olmayan, ormanın derinliklerindeki kemer Alibey Deresi’ni ikiye bölüyor. Mağlova Kemeri dünyada kendi türündeki eserler arasında bir başyapıt. Diğer eserleri olmasa bile tek başına Sinan’ın bir dahi olduğunu kanıtlamaya yetiyor. Mağlova’nın merkezdeki dört kemeri dünyadaki en geniş kemerler olarak biliniyor. Kemer açıklıklarının farklı boyutlarda olmasının nedeni ise yapının yüzyıllarca su baskınları ve depremlere dayanmasını sağlamak içinmiş.
Kırkçeşme sisteminin dört büyük su bendi var. 1620 senesinde 2. Osman tarafından yaptırılan Karanlık Bent; Topuz Bendi veya Kömürcü Bendi olarak da biliniyor. Büyük Bent 1724 yılında 3. Ahmet, Ayvad Bendi 1765 senesinde 3. Mustafa ve Kirazlı Bent 1818’de 2. Mahmud tarafından inşa ettirilmiş. Tüm bu yapılar bir mühendislik projesinin sanatsal yönü olabileceğini göstermesi bakımından da ayrı bir önem taşıyor. Nitekim birçok 18. yüzyıl resmi, bentlerde doğanın keyfini süren, nargile içip müzik dinleyen insanları tasvir ediyor.
Taksim Su Dağıtım Sistemi
Ormanın içindeki su sisteminin ikinci kolu suyu şehrin bugünkü merkezine götürüyor ve Taksim Meydanı’nda sona eriyor. Bu sistem, 1731 ve 1839 yılları arasında Pera’nın artan nüfusuna hizmet etmek için yapılmış. Sistemden günümüze ulaşmış en ünlü su kemeri Sultan 1. Mahmud tarafından 1732 yılında yaptırılmış. 490 metre uzunluğundaki 1. Mahmud Kemeri, Bahçeköy’ün girişinde duruyor. Üstüne çıkmanıza izin verilmiyor ama teorik olarak en tepesinden Boğaz’ın Karadeniz’e açıldığı yeri görmeniz mümkün. Geçmişte inşa edilen ve suyu tutmaya yarayan üç bent; 1750’de yapılan 88 metre uzunluğundaki Topuzlu Bendi, Sultan 3. Selim’in annesi Mihrişah Sultan’ın 1796’da yaptırdığı Valide Bendi ve 1839’da yaptırılan ve Yeni Bent olarak da bilinen 2. Mahmud Bendi günümüzde bile ayakta...
Su Kemerlerinin İzinde
Alibey Deresi üzerinde 165 metre uzunluğundaki iki katlı Güzelce Kemeri’ni, 1563-64 yıllarında Mimar Sinan yapmış. Burada tabandan yukarı çıktıkça daralan farklı bir tarz uygulamış. Bahçeköy’den Kemerburgaz’a direkt olarak gelirseniz, 12. yüzyılda İmparator 1. Andronicus Komnenus tarafından yaptırılan ve daha sonra Sinan tarafında onarılan 102 metre uzunluğundaki Paşa Kemer’den geçersiniz. Yolun sonunda sağa döndüğünüzde yol sizi 711 metre uzunluğunda iki katlı heybetli Uzunkemer’e götürür. Kemer 2009’da restore edildi. Eğer sağ yerine sola, yani Kemerburgaz’a doğru dönerseniz Romalılar döneminde yapılmış ama 1564 senesinde Sinan tarafından yeniden inşa edilmiş 342 metre uzunluğundaki Eğrikemer’e varırsınız. Kemer biri üç katlı ve 216 metre uzunluğunda diğeri ise sadece tek katlı ve 126 metre uzunluğundaki iki kolundan ötürü bu adı almış.
Atatürk Arboretumu
Bahçeköy’den Kemerburgaz’a gelen yolda bulunan 296 hektar büyüklüğündeki alan aslında bir araştırma kuruluşu ve hafta içi günlerde halka açık. Sınırları içinde bir göleti de barındıran arboretumdaki 2 bin civarındaki bitki çeşidi aydınlatıcı biçimde etiketlenmiş. 100 kadar meşe çeşidini görebileceğiniz botanik bahçesi bilimsel araştırmaların da yürütüldüğü adeta bir açık hava laboratuvarı... Özellikle çocuklara doğa sevgisini ve bilincini aşılamak için aileler mutlaka ziyaret etmeli. Gezi güzergahınızı ve görmek istediğiniz bitki çeşitlerini daha sağlıklı belirlemek istiyorsanız, girişteki broşürlerden faydalanabilirsiniz.