Mert Özgen İle Sanat Sohbeti

Yara izi olan tablolar yapıyor, İstanbul'u çok seviyor, tam bir kedi insanı… Mert Özgen'den bahsediyoruz. Hikaye kurmak onun için çok önemli. “Köprülerimizi kaldırıp, duvarlarımızı indirdiğimizde, başka hikayelerle çevrelendiğimizde ve bu yaşantıları anlayabildiğimizde, aslında kendi dünyamızı zenginleştiriyoruz” diyor. Gelin, Mert Özgen ile yaptığımız sanat sohbetine birlikte konuk olalım.

15 Eylül 2020 Salı 17:55 | Son Güncellenme:
17 dakika okunma süresi

 ‘Sınırları zorlamak’ kavramı sizce bir klişe mi yoksa insanın hiç bitmeyen gelişim sürecinin tetikleyicilerinden biri mi? 

Sınırlarını zorlamak deyimi benim için çok anlamlı; bütün gücümüzü kullanarak, tüm çabamızı ortaya koymak anlamına geliyor. Resim yaparken daima kendi sınırlarımı zorlamaya çalışıyorum. Yaptığım her yeni portreyle, ve resmettiğim portrelere ait her hikayeyle daha uzak noktalardaki yaşantılara dokunmaya çalışıyorum. Kendimi geçip, ‘öteki’nin hikayesini anlatmaya başladığımda, ve resmettiğim yüzlerdeki bu hikayelerin gerçekliğiyle, birleştirici ve kucaklayıcı bir dünyanın varlığına olan inancım da artıyor. Kendi sınırlarımı zorlayarak, aslında hem kendimi, hem de aynı doğrultuda çevremi, dünyayı ve evreni anlamaya başlıyorum. Belki de dediğiniz gibi, bu noktada gelişim sürecinin tetikleyicisi oluyor. Bütün benliğimizle, algımızla, düşünce ve duygularımızla çabaladığımız zaman, belki de çok daha büyük bir duygunun bir parçası haline geliyoruz. Sınırları zorlamak benim için daha önce hiç yapılmamış, görülmemiş bir şeyi üretmek anlamına gelmiyor. Çok gündelik, belki her gün tanıklık ettiğimiz ama fark etmediğimiz kavramları sorgulamak bile bir şekilde kendi sınırlarımızı zorlamaya sebep oluyor. Aslında kendi duvarlarımızı yıkmak, empati kurabilmek, anlayıp benimseyebilmek, ve hatta ön yargılı olduğumuz kişileri tanıyıp, sevebilmek demek sınırlar zorlamak; kültürel çemberlerimizin dışına çıkıp, dünyaya ve gökyüzüne oradan bakabilmek demek.

İnsan kendi sınırlarını ne kadar zorlayabilir? Sizce çevresel etmenlerin bu noktada payı nedir? 

Her birimiz, çoğumuz belirli bir aileye, ulusa, toprağa ve sınıfa ait olarak doğuyoruz. İçinde doğduğumuz bu çemberler kimi zaman o kadar kalın, yıkılmaz duvarlarla çevrelenmiş olabiliyor ki. İşte bu nokta bazen o duvarları delip dışarı çıkmak, sınırları zorlamak çok zor olabiliyor. Maalesef günümüzde, özellikle ataerkil toplumlarda, kadının adının olmadığı toplumlarda, sınırları zorlamak maalesef kişinin hayatına mal olabiliyor. Çok korkutucu! Bu şiddet yanlısı toplumlar aslında kendine benzemeyen herkesi tehlike olarak görenlerden, kendinden ayrı olanı daima karanlığa hapsetmeye çalışanlardan, başka hayatların varlığını hiçe sayanlardan ibaret. Kalın duvarlarının arasında, aslında kendi karanlıklarında yaşamayı seçenler. Bir tek kendi gerçeklerine inandıkları için, kızgın, öfkeli, şiddet yanlısı, sapkın kişilere dönüşüyorlar. Halbuki duvarları yıkmak gerek. Sen, ben ayrımı yapmadan, birlikte yol alabilmek.

TED konferansınızda “İnsanlık için birey olarak hikaye kurmamız gerektiğini, hikayelerle yaşadığımızı bu hikayelerin hayatımızı güzelleştirdiğini” söylediniz. Sizin için ‘hikaye kurmak’ ne anlam ifade ediyor? 

Hikaye yaratmak, kurgulamak, oluşturduğumuz hikayelerin içinde yaşamak... Benim için edebiyat her zaman çok önemli oldu. Bir romanı okumaya başladığım zaman, yazarın hayal gücü, yarattığı karakterlerin hikayeleri, o hikayeleri anlatırken seçilen kelimeler ve betimlemeler beni gerçekten heyecanlandırıyor. Elimize kitabı alıp, evimizde, koltuğumuzda otururken, aslında çoğu zaman hayal ürünü olan yaşamlara tanıklık ediyoruz; hem de belki daha önce varlığından bihaber olduklarımıza. Bazen bir karakteri kendimize çok yakın buluyoruz, bazısına kızıyoruz veya üzülüyoruz. Aslında okuduğumuz her hikayeyle kendi hayatımıza uzaktan bakma fırsatı yakaladığımızı düşünüyorum; bazen de okuduklarımızdan ders çıkartıyoruz. Bir tek edebiyat yoluyla değil, sinema, televizyon dizileri, müzik vb. bir çok sanat dalı aslında bizlere hep hikayeler anlatıyorlar. Belki çok klişe olacak ama, hayat bir yaşantı için çok kısa geliyor. Okuyarak, dinleyerek, izleyerek, başka hayatların ve hikayelerin olasılıklarına tanıklık ederek belki de yaşadığımız bu hayatın içerisine bir çok yaşantı ekleyebiliyoruz. Farkındalığımız artıyor, bizden öte hayatların var olduğunu görüyoruz. Bu yüzden, benim için, hikaye anlatmak, kurgulamak çok değerli. Köprülerimizi kaldırıp, duvarlarımızı indirdiğimizde, başka hikayelerle çevrelendiğimizde ve bu yaşantıları anlayabildiğimizde, aslında kendi dünyamızı zenginleştiriyoruz. Mozaiğin önemli bir parçası haline gelip, bütünlük içinde daha anlamlanıyoruz.

İtalya’da geçirdiğiniz eğitim dönemi sanatınızın şekillenmesinde etkili oldu mu? Sonuçta Rönesansın doğduğu coğrafya… 

Elbette oldu. İtalya bence muazzam bir coğrafya. Yemekleri, müziği, sahne sanatları, binaları, sokakları... Akdeniz iklimi... Bologna Akademisi’nde eğitim almaya başladığım zaman, evden okula yürürken , her sokak başında, kırmızı tuğlaların arasına yapılmış - gizlenmiş - minik heykeller görürdüm. Sokakların oynadığı ufak bir oyun gibi. Sanatla yaşayan bir şehir orası benim için. İtalya’da yaşadığım süre boyunca ve sonrasında, Avrupa’daki bir çok müzeyi ve galeriyi ziyaret etme fırsatım oldu. Gördüğüm eserler beni o kadar etkiledi ki. Resim ve heykel yapmanın yüceltildiği topraklar; sanatla bir kişinin günlük akışının ne denli değişebileceğini deneyimledim. Ve o yıllardaki edinimlerim bugünki resim anlayışımı oluşturdu bence. Tabii bunda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ndeki değerli hocalarım Neşe Erdok ve Nedret Sekban’ın da katkısı çok büyük, ve Bologna Akademisi’ndeki Prof. Massimo Pulini’nin de. Resim sanatı üzerine aldığım eğitimler, yaşadığım şehirler, ilham aldığım tablolar beni daha klasik figür anlayışında portreler yapmaya teşvik etti.

Yara izleri olan portreler yapıyorsunuz. Bu yaraların arkasında, sizde iz bırakan bir hikayeniz var mı? 

İlk sergimden bu yana, çoğunlukla yara izleri taşıyan portreler resmettim. Bedensel yaralar benim çok ilgimi çekiyor; bedenin içine açılan ufak, bazen de büyük kapılar gibi. Sanki derinin altına yolculuk etmemize, görünmeyeni görünür kılmaya müsade eden yırtıklar gibi. Resmettiğim yaraları estetik bir unsur olarak ele almaya çalışıyorum; yarayı korkutucu, üzücü veya herhangi olumsuz duyguyu taşıyan bir kavramdan ziyade, aksine onu sergileyen, onunla barışık olan bir temsiliyet haline sokmaya çalışıyorum. Önceki sergim süresinde beni çok mutlu eden bir email aldım: yazan kişi yakın bir zaman önce ciddi bir kaza geçirdiğinden, yüzünde ve vücudunda belirgin yara ve dikiş izleri olup, çekindiğini ve resimlerime baktığında, kendi yaralarını artık daha farklı bir gözle gördüğünü, onları artık sevdiğini yazmıştı. Bende hissettirdiği duyguyu anlatamam, gerçekten muazzam! Eğer bir kişiye bile, bize öğretilen, dayatılan algıların sınırlarını zorlatabiliyorsam ne mutlu!

Sanatın hep o bahsedilen ‘birleştirici’ gücünü siz hem bireysel hem de kolektif şekilde nasıl bir deneyim olarak tanımlarsınız? 

Bir tek resim sanatı değil; bence bütün sanat dalları birleştirici. Müzik özellikle; birlikte dans etmek... Dünyanın çok çok uzak bir köşesinde bestelenmiş bir parça, resmedilmiş bir tablo, yazılmış bir oyun, kendisinden tamamen ayrı bir dil ile konuşan bir kişiyi farklı zaman dilimlerinde derinden etkileyebiliyor. Sanatın dili bazen politik, bazen kültürel, bazen bireysel ama nasıl oluyorsa çoğunlukla evrensel. İnsana dair olan şeyler - İşviçre’de de, İran’da da, Meksika’da da ya da başka bir ülkede doğan bir sanat, başka coğrafyalarda filizlenebiliyor. Hikayeler şekil olarak ne kadar farklı olsalar da, aslında her şey bizler için. Özünde hep kalbin hissettiği noktaya dayanıyor. Bu evrensellik bizleri bir araya getiriyor. Sanat yoluyla anlatılan hikayeler, dayatılan kimlik politikalarını zayıflatır. Sen, ben, biz, o, öteki ayrımını ortadan kaldırmasa bile, bu kavram arası geçişliliği arttırır. Sanat, izleyicisinin hem bölgesel hem de evrensel, hem bizi hem de onları düşünmesini sağlar - kalplerimizi genişletir.     

İyi bir sanat eserinin görevi nedir?

Görev olarak değil belki, kurduğumuz kalın ve geniş duvarlarda delikler, yarıklar ve çatlaklar oluşturabiliyorsa, o sanat eseri iyiye hizmet ediyordur bence. Bizler, sanat vasıtasıyla, öteki dediğimiz, kendi çemberimizin dışına attığımız insanlarla kaynaşabiliriz. Oluşan bu çatlaklardan akıp, ancak o zaman bize dayatılan duvarları yıkıp bir araya gelebilir. Biz kendimiz gibi görünmeyeni yok etmeye, kurutmaya, onları karanlığa hapsediyoruz. Anlamadığımız, anlamlandıramadığımız, bizden olmayanı çok uzağa itiyoruz. Karanlıkta hapsolmaya bırakıyoruz. Sanatın burda görevi ben ve onun arasında bir ilişki kurmak, köprüler oluşturmak.   

Önyargılarımız, ötekileştirmelerimiz aramızdaki mesafeyi her geçen gün daha da açarken, sanat bizi hangi noktada, nasıl birleştiriyor? 

Maalesef politikanın da etkisiyle; aynı fikri ve ideolojiyi paylaşan toplulukların bir arada yaşama istediği çağımızın en büyük tehlikelerinden biri. Bu da beraberinde bahsettiğiniz önyargıları ve ötekileştirmeyi doğuruyor. Ve maalesef Türkiye’de dahil bütün dünyada bu durum oldukça vahim. Bireyselliğin giderek azaldığı, kolektivist bir toplumun varlığının hızla yoğunlaştığı bir dönemdeyiz. Bizden olmayanı anlamadan, konuşmadan yok etmeyi amaçlıyoruz. Nefret cinayetlerinin sayısı ve kadına karşı şiddetin oranı her geçen gün katlanıyor. Örülen bu nefret duvarları, güzel bir gelecek için oluşturmamız gereken bağı koparıyor. Demin bahsettiğim gibi, sanat, toplumlar arası oluşan bu kalın ve geniş duvarlarda çatlaklar oluşturmalı. Ancak böylelikle, o çatlaklardan sızarak ötekileştirdiğimizi ve bizden saymadığımızı anlayabiliriz. Ancak böylelikle fiziki farklılıklarımızı kucaklayabilir ve farklılıklarımızla birbirimizi kabul edip sevebiliriz. Sanatın buna olanak vermesi için, sanat eserinin kapısının herkese eşit ölçüde açık olması gerekliliğine inanıyorum. Bizleri bölen ve taraflaştıran kimlik politikalarının dayatılan diliyle değil, kutulaşmalardan sıyrılarak, evrensel ve duyarlı bir dil ile iş üretilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bütün bunların en temelinde belki de empati yeteneği yatıyordur. Sanat bir nevi empati yeteneğimizi besliyor.

İstanbul’un muazzam bir şehir olduğunu söylediniz. Hem kozmopolit bir yapıya sahip hem de her yeri tarih kokan bu şehrin sanatınız üzerindeki etkisini nasıl tanımlarsınız? 

Seneler geçip, yaşım ilerledikçe, İstanbul’la enteresan bir ilişki içine girdim - sevgi, nefret ilişkisi gibi tuhaf. Bazen çok şikayet ediyorum; ama eninde sonunda hep yuvama, buraya dönüyorum. İstanbul’un şehir hayatı, coşkun sokakları, kalabalığın sesi benim için her zaman çok cazip gelmiştir. Zaten deniz aşığı biriyim; denize bu adar yakın olmak benim için nefes almak demek. Neredeyse artık iyice kaybolmaya yüz tuttuğu halde direnen tarihi dokusuyla ve bir yandan sürekli yükselen gökdelenlerin oluşturduğu ikeleme rağmen, hala çok güzel bir şehir burası. İstanbul bana çok ilham veriyor; ama şehrin dokusundan ziyade içinde barındırdığı hikayelerden alıyorum bunu. Bir sürü birbirinden bambaşka insanın, farklı kültürlerin, ayrı dillerin, çeşitli anıların yaşadığı yer burası. Her sokaktaki hikaye türlü türlü. Bu hikayesel zenginlik benim sanat anlayışımı çok besliyor. Daha farklı hikayelere tanıklık ederek, onları yorumlayıp anlatmam bana muazzam bi olasılık sunuyor. Hem çok ananevi yönü var, hem de çok çağdaş... Bu düalizm, birbirinden farklı iki temel kavram, portrelerimi kurgularken, estetik anlamda ve teknik anlamda farklılıkları bir araya getirerek, hem sanatımda hem de hayatımda kendi duvarlarımı yıkıp, sınırlarımı zorlamamı sağlıyor. 

EN ÇOK OKUNANLAR

Moda Dünyasında Oyuncu Değişiklikleri

Moda Dünyasında Oyuncu Değişiklikleri

6 dakika okunma süresi
Doğu Ekspresi ile Yeni Keşifler

Doğu Ekspresi ile Yeni Keşifler

4 dakika okunma süresi
Monan Mücevher'den 10. Yılına Özel Sergi

Monan Mücevher'den 10. Yılına Özel Sergi

1 dakika okunma süresi
2024 MTV Avrupa Müzik Ödülleri: Unutulmaz Anlar

2024 MTV Avrupa Müzik Ödülleri: Unutulmaz Anlar

2 dakika okunma süresi
2024 Baby2Baby Gala'da Yıldızlar Geçidi

2024 Baby2Baby Gala'da Yıldızlar Geçidi

2 dakika okunma süresi

DAHA FAZLASI

Leros Adası: Eşsiz Doğa ve Kültürel Aktiviteler

Leros Adası: Eşsiz Doğa ve Kültürel Aktiviteler

Haluk Bilginer Uluslararası Emmy Ödülleri'nde İkinci Kez Aday

Haluk Bilginer Uluslararası Emmy Ödülleri'nde İkinci Kez Aday

2024 Ağustos Etkinlik Ajandası: Şehirde Neler Oluyor?

2024 Ağustos Etkinlik Ajandası: Şehirde Neler Oluyor?

2024 Eylül Etkinlik Ajandası: Şehirde Neler Oluyor?

2024 Eylül Etkinlik Ajandası: Şehirde Neler Oluyor?

2024 İstanbul Tiyatro Festivali'nde Dikkat Çeken Oyunlar

2024 İstanbul Tiyatro Festivali'nde Dikkat Çeken Oyunlar

2025 Coachella Festivali'nde Sahne Alacak İsimler

2025 Coachella Festivali'nde Sahne Alacak İsimler

BMW i5 Flow NOSTOKANA Contemporary İstanbul'da

BMW i5 Flow NOSTOKANA Contemporary İstanbul'da

Seren Ojalvo, Ece Duran ve Heper Sayar ile Mamut Art Project Üzerine

Seren Ojalvo, Ece Duran ve Heper Sayar ile Mamut Art Project Üzerine

Eylülde Sanat ve Müzik Şöleni

Eylülde Sanat ve Müzik Şöleni

Türk Hava Yolları x Refik Anadol: “Inner Portrait”

Türk Hava Yolları x Refik Anadol: “Inner Portrait”

2024 Ekim Etkinlik Ajandası: Şehirde Neler Oluyor?

2024 Ekim Etkinlik Ajandası: Şehirde Neler Oluyor?

2024 Emmy Ödülleri Adayları Açıklandı

2024 Emmy Ödülleri Adayları Açıklandı