"Challengers" filmi ile üç kişilik bir tenis maçı izliyoruz. Yönetmenliğini "Call Me by Your Name"(2017), "Bones and All"(2022), "Suspiria"(2018) ve "A Bigger Splash"(2015) gibi filmlerden tanıdığımız Luca Guadagnino'nun üstlendiği "Challengers"ın senaryosu da Justin Kuritzkes'in imzasını taşıyor. Başrollerde ise harika performansları ile Zendaya, Mike Faist ve Josh O'Connor'ı görüyoruz.
"Challengers" filminde, bir tenis dehası olan Tashi Duncan, kaybetme serisindeki bir şampiyon olan Art Donaldson ve Art'ın hem profesyonel hem de romantik anlamda en büyük rakibi olan Patrick Zweig arasında bir aşk üçgenini konu alıyor. Eski bir tenis dehası olup geçirdiği sakatlık nedeniyle antrenörlüğe geçiş yapan ve doğası gereği hem kort içinde hem de kort dışında oldukça hırslı olan Tashi, mağlubiyet serisinden kurtulamayan eski bir şampiyon olan kocası Art'a yardımcı olmaya çalışıyor. Ancak stratejileri, Art'ın eski en yakın arkadaşı ve Tashi'nin eski sevgilisi Patrick'in, Art'ın rakibi olarak sahaya çıkmasıyla ters gidiyor.
Genel anlamda "Challengers" filminin kurgusu ve karakterler arasındaki kimya gerçek anlamda bir tenis maçı izlediğimizi gibi hissettiriyor. Tıpkı tenis maçında bir sağa bir sola hızlı hızlı kafasını çeviren seyirci gibi üç karakterin ilişkilerinin geçmişini ve bugününü anlatan filmi de bir ileri bir geri zaman atlamalarıyla hızlı bir tempoda izliyoruz.
Benzer şekilde karakterler arasındaki diyalogların hızı ve atışma şekilleri de bir tenis maçı izlediğimizi hissettirecek şekilde yazılmış. Ve bu, çoğu zaman oldukça keyif verici bir seyir sunuyor. Ancak genel anlamda senaryoda tahmin edilebilir bir ilerleyiş var. Yalnızca filmin sonunu değil, olayların nasıl ilerleyeceğini, karakterlerin nasıl hareket edeceğini de önceden kestirmek çok kolay ve heyecan verici bir tenis maçı izlememiz isteniyorsa, sonunda kimin kazanacağını, ne zaman kimin sayı alacağını öngöremememiz, diken üstünde maçı izlememiz gerekir.
Diyalogların temposuna zaman zaman kamera hareketleri de eşlik ediyor. Örneğin; konuşma sırasında bir karakterden diğerine kamerayla birlikte hızlı hızlı dönüyoruz. Filmde genel olarak varlığını hissettiren bir kamera kullanımı tercih edilmiş. Gerek hızlı ve agresif dönüşler gerek belirgin zoom'larla gerekse de karakterlerin sık sık kamerayla etkileşime geçmesi ile seyirciye, seyirci olduğu tekrar tekrar hatırlatılıyor. Ki bu "tenis maçı izleme" hissini güçlendirdiği için yerinde bir tercih gibi görünüyor.
Kurgu, çekimler, açılar ve yönetmenlikteki bazı deneysel tercihler filmin aktarmak istediği duygu ve ifadeyi çok yerinde verirken, bazıları ne yazık ki bağlantısız ve kopuk kalmış. Filmin genelinde övdüğüm kamera kullanımı da kimi yerde işlevsizleşiyor. Örneğin; kamera, bir objeyi gösteriyor ve o objeyi göstermesinde bir amaç arıyoruz çünkü filmin geri kalanında gösterdiği çoğu detayın bir anlamı var ama bazen o amacı bulamıyoruz, sadece o sırada karakter tarafından kullanılan ve hikayesel ya da anlamsal olarak hiçbir şey anlatmayan bir objeyi yakın planda görebiliyoruz. Bu da zaman zaman filmde atılması gereken yükler olduğunu hissettiriyor.
Başrollerdeki Zendaya, Mike Faist ve Josh O'Connor'ın üçü de rollerinin hakkını veriyor. Üçü arasındaki kimya o kadar güçlü ki hangi zamanı izlersek izleyelim, karakterler arasındaki etkileşimi, hiçbir cümle kurmadan dahi çok kolay hissedebiliyoruz. Ki yıllara yayılan bir hikaye olması nedeniyle karakterler arasındaki dinamik, sürekli değişiyor ancak hiçbir zaman kafa karıştırıcı ve belirsiz bir hal almıyor.
Zendaya'nın canlandırdığı Tashi Duncan karakteri; hırslı, hatta kazanmak için her şeyi yapabilecek kadar hırslı. Tashi'nin hayatının her alanında öncelikli iki şey var; o da tenis ve kazanmak. Sadece sevdiği için tenis oynayabilecek bir karakter değil. Ve kendisi muhtemelen efsanevi bir kariyere sahip olabilecekken tam zirveye yaklaştığında geçirdiği sakatlık nedeniyle kariyeri sona eriyor. O da elindeki ikinci en iyi seçeneğe tutunuyor; "Eğer ben teniste kazanamayacaksam, teniste kazanacak kişinin koçu olurum." Böylece tam da karakterine uygun bir şekilde Art Donaldson'ın koçluğunu ve zamanla menajerliğini üstleniyor. Art'ı zirveye de taşıyor. Birlikte çok başarılı olduklarını, Tashi'nin hem Art'ı hem de kendisini ünlü yaptığını görebiliyoruz. Ancak artık Art'ın zamanı geçiyor ve Art bunun farkında olduğu, emekli olmaya hazır olduğu halde Tashi bunu kabul edemiyor. Çünkü Tashi olsa bırakmazdı ama Tashi bir başkası adına ne kadar ve nereye kadar kazanabilir ki? İşte onun da bunu kabul etmesi gerek ya da kendisine, zirveye taşıyacak yeni bir tenis oyuncusu bulması.
Mike Faist'in canlandırdığı Art ve Josh O'Connor'ın hayat verdiği Patrick arasındaki sağlıklı rekabetle bezenen derin dostluğun, ikisinin de Tashi'ye aşık olması nedeniyle zedelendiğini görmek üzücü ama anlaşılabilir. Tenis söz konusu olduğunda sahip oldukları sağlıklı rekabet, Tashi söz konusu olduğunda oldukça sağlıksız ve yıkıcı bir noktaya ulaşıyor. Art, Patrick'in teniste kendisinden daha iyi olduğunu biliyor ve kabul ediyor çünkü Art, tenisi ciddiye alıyor ama tenis oynamaktan zevk aldığı için, kazanma hırsına sahip olduğu için değil. Bu nedenle dostunun ondan daha iyi olması Art'ı yaralamıyor. Ancak Tashi söz konusu olduğunda durum değişiyor. Tashi'ye olan tutkusu, tenise olan tutkusundan çok daha derin. Bu nedenle Patrick'in Tashi'yle birlikte olması Art'ı yaralıyor ve arkadaşlıklarını ikinci plana atacağı kadar hırslandırıyor.
Patrick ise tam da Art'ın onu özetlediği gibi büyüyemeyen bir adam; teniste çok yetenekli, kadınlar konusunda çok şanslı ancak hiçbirinde ciddi bir noktaya gelebilecek bağlılığa sahip değil. Anlık kazanılan zaferler Patrick için daha öncelikli, uzun vadede gelecek planları kuran biri değil. Her an onun için bir maç ve o anda o maçı kazanmaya odaklanıyor; uzun vadede turnuvayı kazanma hayali kurmuyor.
Aslında Patrick ve Art'ta, spor dünyasında iki türe ayrılan başarılı sporcuları görüyoruz; doğuştan yetenekli olanlar ve çalışma azmiyle başarıya ulaşanlar. Tabii Patrick ve Art, aşkta da bu karakter özelliklerini korumayı sürdürüyor. İkisi de uzun maçta yani hayatta ve ilişkilerinde sportmenliklerini kaybedebiliyor, ikisi de hırslarına yenik düşebiliyor. Ve Tashi söz konusu olduğunda bu maçın kazananı da daha çok önem taşıyor. Çünkü başarmayı kendine tek hedef yapan Tashi, her ne kadar kendisinin birinci olmasını da istese yanında duracak adamın da birinci olmasını istiyor. Bu nedenle karakterler arasında hiç bitmeyen bir tenis maçının gerginliğini ve agresyonunu izliyoruz ve bunun, kimi zaman monotonlaşan kimi zamansa oldukça heyecan verici bir maça yani filme dönüştüğünü söyleyebiliriz. Bu nedenle genele baktığımızda "Challengers" filminin izlemeye değer bir yapım olduğunu söyleyebiliriz.
Bu noktada filmin sonuyla ilgili bir spoiler uyarısı yapmak isterim. Filmin ve aslında maçın sonunda, çocukluklarından beri en yakın arkadaş olup, yetişkinliklerinde kopan iki rakibin, son sayıya gelindiğinde bir an olsun bile yeniden birlikte eğlenen iki küçük çocuğa ve arkadaşa dönüştüğünü görmek güzel. Çünkü bazen uğruna savaştığımız şeyi kaybettiğimizde rakibimizin artık düşmanımız ya da rakibimiz değil de yol arkadaşımız olduğunu daha net görebiliyoruz.