Gülay Barbaros Altan / [email protected]
Jamboo Tanzanya yani merhaba Tanzanya! Onlarca farklı etnik ve dini grubun Afrika’ya özgü yavaşlıkta ve uyum içinde yaşadığı, fakir ama mutlu insanların ülkesi. ‘Fakir ama mutlu’ bir klişe ama bu ülke için farklı bir tanım bulmak zor. Ne de olsa Hakuna Matata! Yani ‘her şey yolunda’ ya da değilse de ‘her şey yoluna girer’… Bu öyle bir iyimserlik ki yıllarca sömürülmek, köleleştirilmek, fakirliğe mahkûm edilmekten gelen bir bedbahtlığı değil, iki milyon yıl önce dünyaya buradan yayılan insanlığın bilgeliğini taşıyor. Ne de olsa insanlığın doğum yeri burası. İki milyon yaşındaki büyük büyük atalarımız Olduvai Boğazı’nda bulundu. Ve bu topraklarda 3,6 milyon yaşında insan ayak izleri var. Daha ne olsun?
Serengeti’de safari deneyimi için, önce Darüsselam’a uçuyorsunuz. 7,5 saatlik bir yolculuktan sonra ulaşacağınız şehir, Tanzanya’nın ekonomik başkenti; 4,5 milyon nüfusuyla kalabalık ve bol trafikli. THY’nin her gün yaptığı uçuşlarla buraya ulaşmak oldukça kolay ve konforlu. Gece yarısını biraz geçe varılacak şehirde bir otelde dinlenmek, hatta biraz uyumak gerek çünkü ertesi sabah erkenden bir Cessna Caravan ile 2,5 saat sürecek bir yolculuk daha yapılacak. Ertesi gün varılacak o rüya toprakların heyecanıyla gözünüze biraz uyku girerse ne ala; yoksa sabah erkenden ver elini Seronera Havalimanı!
Küçük bir uçakla, biraz sarsıntılı bir yolculuk yapılıyor ama bu gözünüzü korkutmasın. Bir saat sonra aşağıda beliren yer şekilleri, bütün endişenizi alıyor. Kıvrılarak okyanusa ulaşan nehirler; öbek öbek kayaların etrafına saçılmış gibi duran tek tük ağaçları izleye izleye Serengeti Havalimanı’na vardığınızı anlamıyorsunuz. İnişte yine küçük bir sürpriz bekliyor sizi çünkü burada aslında bir havaalanı, apron ya da pist yok.
Toprak zemine yumuşacık inen deneyimli pilot büyük bir alkışı hak ediyor. Etrafında bir iki kulübe, derme çatma bir kafe olan geniş bir düzlük burası. Nihayet, belgesellerden aşina olduğunuz gökyüzüne dua eder gibi açılmış dallarıyla akasya ağaçları, sapsarı topraklar ve üç yaşında bir çocuğun naif elleriyle çizilmiş gibi duran bulut öbekleri başınızı döndürecek. İlk dakikaların heyecanıyla algılarınız karışacak belki ama sakin olun çünkü burada, bundan sonra –dönünceye kadar- hep sakin olacaksınız. Serengeti’nin ortasındaki bu hava alanından kalacağınız otele transferiniz ortalama yarım ila bir saat arasında sürecek. Tüm Serengeti’de aynı türde cipler kullanılıyor. Altı kişilik ve oldukça konforlu. Ciplere atlayıp kalacağınız Lodge’a doğru yol alırken aslında farkında olmadan ilk safarinizi yapıyorsunuz.
Daha ilk dakikalarda karnını doyurmuş bir ağaç altında sakince uyuklayan iki aslanın yanından sürü halinde geçen zebra ve öküz başlı antiloplara bakarken aklınızdan bir soru geçiyor: Neden bu kadar yakınındaki, av olmaya hazır, onlarca hayvanlık sürüye saldırmıyor bu aslanlar? Saldırmıyor çünkü doğanın muhteşem dengesi içinde ihtiyacından fazlasını talep eden tek canlı biz insanlarız. Aslan sabah erken saatte avını bitirmiş karnı tok, etrafında yiyebileceği sürülerce hayvan var ama o kafasını kaldırıp bakmıyor bile… Yola devam edin, biraz sonra ağaçlardan daha uzun boylarıyla dünyanın en güzel ve zarif hayvanları zürafaları göreceksiniz salınırken. Osmanlıca zarif kelimesinin çoğulu (zarifler) ‘zürafa’dan mı geliyor isimleri; bilmiyorum ama çok zarifler… Babunlar, timsahlar, çeşit çeşit antiloplar, aslanlar, filler ve zürafaları dura kalka izleye izleye 45 dakikalık lodge yolu, iki saate yakın sürse de saatler süren uçak yolculuğunun yorgunluğunu hissetmeyecek bedeniniz. Burası başka bir âlem…
Serengeti içinde 50’den fazla lodge var. Bunlar doğanın ortasına uzaktan bakınca seçilmeyecek kadar kamufle yerleştirilmiş yerden yükseltilmiş binalar. Four Seasons Serengeti Lodge gibi uluslararası bir zincirin çok rafine bir lüksle donatılmış olanları da var, sadece çadırlardan oluşan maceraperest ruhlara hitap edenleri de. Her halükarda buraya geldiğinizde milli park sınırları içinde kalmalısınız. Bu sakin ve uçsuz bucaksız doğanın içinde yapılacak tek şey safari. Sabah gün doğarken ve akşam üzeri olmak üzere günde iki kez yapılabiliyor. Ortalama üç saat sürüyor. Her seferinde başka bir hayvanı yakından görme, inceleme şansınız var. Bir sabah sadece çita için çıkıp üç saat onun peşinde gezebilirsiniz, bir sabah leopar ararsınız. Bulduğunuzda yaşadığınız tatmin hissi hiçbir şeye benzemez. Bu arada filler, zebralar, zürafalar, çeşit çeşit antiloplar, babunlar, saatlerce yattıkları suyun içinde kıpırdamadan yatan hipopotamlar, akbabalar, kartallar ve kuşlar… Hepsi etrafınızı saran kartpostalın içinde yerini sürekli değiştirir. İzlemeye doyamaz, kalbinizi o uçsuz bucaksız ovada bırakır öyle dönersiniz… Tabii bir de binlerce fotoğrafla.
Sadece cep telefonunuzdan Instagram için fotoğraf çekmişseniz bile biraz ekipman desteğiyle döndüğünüzde kendi serginizi açmanız mümkün. Çünkü böyle bir seyahatten sonra içinizdeki profesyonel fotoğrafçının nasıl ortaya çıktığına inanamayacaksınız. Muhteşem Serengeti manzarası size bu ilhamı veriyor. Sedventure’dan vahşi yaşam fotoğrafçısı Süha Derbent, bu bölgeye yüzlerce kez gelmiş. Tecrübelerini aktarırken buraya en çok iş adamı ya da cerrah gibi yoğun ve riskli işlerde çalışan kişilerin ilgi gösterdiğini ve harika fotoğraflarla döndüklerini söylüyor. Süha Derbent, sonrasında çekilen fotoğraflardan sergi açmanız için yardımcı da oluyor. Bugüne kadar kar leoparından çitaya birçok nadir hayvanın fotoğrafını çeken Derbent, bu tür macera ve foto-safari seyahatlerinde yeni trendin Ruanda olduğunu da söylüyor. Ve böyle bir seyahat için iki garanti veriyor Derbent: Bir, gideceğin yeri hayal et, her şey hayal ettiğinden daha güzel olacak; iki, hayatın boyunca anlatacağın bir hikâyen olacak!