Islık”, “Seyir”, “Kış Yolcusu”, “Alacakaranlık Notları”, “Maskeli Balo”, “Mavi Rüya”, “Yasaklı Ruh Düşleri” sergilerinin ardından önümüzdeki sonbaharda konusunu ressamın yaşadığı aşktan alacak olan “ Siyah Güneş” sergisi yer alacak. Öğretmen bir anne babanın çocuğu olarak kendini şanslı gören Soner Çakmak ile resime başlama serüvenini ve eserlerini konuştuk.
Sizi daha yakından tanıyabilir miyiz? Çocukluğunuz nerede geçti?
Sinop doğumluyum, orta son sınıfa kadar orada okudum, lisede İstanbul’a geldim. Annem ve babam ilkokul öğretmeniydi. Edebiyat, sanat ve müzik sevgisi bana ve kardeşlerime onlardan geçti. Dört kardeşiz ablam İTÜ Devlet konservatuarı mezunu, abim de müzikle uğraştı. Ailemiz müzik ağırlıklı olunca ben de görsel sanatlara yöneleyim dedim.
Ressam olma kararınız ne zaman şekillendi?
Orta son sınıf ve lise yıllarının başında benim resim yapacağım şekillendi. Edebiyata da çok düşkündüm. Konuşmaktansa resim yapmak bana daha uygun geldi. Konuşamadığım için resim yapıyorum diye tanımlıyorum ben kendimi.
Çocukluğunuzda resim yapıyor muydunuz? Çocukluğunuzdan yetişkinliğinize süreç nasıl gelişti?
Evet, bu hep söylenir, ben de yapıyordum. Çocukken odamın duvarlarına resim çizdiğimi hatırlıyorum. İlk ödülümü ilkokulda Sümerbank’ın bir yarışmasında aldım. Orada birinci oldum. Aydın bir ailenin içinde yetişen bir çocuk olarak kendimi şanslı görüyorum. Aileden ya da okuldan aldığınız destekler övgüler hoşunuza gidiyor ama resim yaptıkça o dünyanın başka bir dünya olduğunu keşfediyorsunuz. Sınırlarınız yetmemeye başlıyor, aile sınırlarınız yetmiyor, şehir sınırlarınız yetmiyor. Yaptıkça sizin içinizde olan dünya ortaya çıkıyor. Sanatın hangi disiplini olursa olsun sanat bir söz söyleme işidir. Daha doğrusu iyi bir yalan söyleme işidir. O zaman dünyanızı daha genişletmek durumundasınız. O dünyayı en iyi şekilde anlatma derdiniz var. En iyi nasıl anlatabilirim diye araştırmaya başlayınca doğal olarak üniversite yolu ortaya çıkıyor.
Hangi üniversiteye gittiniz?
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü’nü bitirdim. Heykel bölümüne birincilikle girdim ama resmi tercih ettim. 2001’de mezun oldum.
Heykel yapmayı düşündünüz mü?
Düşündüm ama fırsat olmadı, hatta hocalarım kazandığım zaman “Resim yaparsın, heykele gel.” Dediler ama içimde öyle bir resim yapma sevgisi vardı ki, daha sonra canım isterse heykel yaparım dedim.
Kasım Koçak ve Aysun Koçak’ın Maltepe’de kurdukları atölyeye nasıl katıldınız?
2001 yılında kuldan mezun olduktan sonra Maltepe’de onlarla bir buçuk, iki yıl çalıştım. Orada temel resmin ne olduğunu özellikle de yaptığım figür resminin ne olduğunu, biçim anlayışını edindim. Resmi özüyle, biçimiyle algılamak ve pratikte uygulamak adına için iyi bir süreçti. Çok verimli oldu.
Okulla karşılaştırırsanız atölye çalışması için neler söylersiniz?
Bizim okulumuzun eski adı Tatbiki Sanatlar şimdi günümüzde Mimar Sinan’ın Fındıklı’da bulunduğu yerdeymiş. Daha sonra 1983’te Acıbadem’e taşınarak Marmara Güzel Sanatlar ismini almış. Ekol olarak baktığınızda bizim okul sanat tarihinde bauhaus ekolü olarak adlandırılan gelenekten geliyor. Kökünde mimari, tasarım olan, günlük hayata dönük bir anlayıştan geliyor. Doğal olarak okulda da daha çağdaş ve malzeme ile yapılan işler diyebileceğimiz enstalasyon, kavramsal sanata yönelik işlerin eğitimini aldık. Hocalarımızla çok da tartışmalarımız oldu. Bana yetmiyordu orada yapılanlar. Benim diploma projem 1.80 boyunda dışı asetat kaplı, içinde baskı olarak siyah beyaz Amerika Özgürlük Anıtı olan bir çalışmaydı. İçinde ahşap kaideye bağlı üç tane florasan vardı, yaktığınızda mor renkte bir Özgürlük Anıtı ortaya çıkıyordu. Çok beğenildi, böyle işler yap denildi ama beni tatmin etmiyordu.
Neden tatmin etmiyordu?
Çünkü o başka bir şey, çatışmanın özü aslında şuydu; Türkiye’de 60’ların sonunda ve 70’li yıllarda amaç sanatı alınır satılır bir nesne olmaktan çıkarmaktı ama öyle olmadı. Biçimi eleştirenler biçimin esiri oldular. Joseph Kosuth kavramsal sanat için parmakla gösterilecek tek isimdir. Nesnenin kendisini kullandı, yazı olarak kullandı, fotoğraf olarak kullandı. Kavramsal sanata terminolojik olarak baktığımızda biçimsel ve kavramsal olarak oturan Joseph Kosuth’un işleridir. Pop art’tan etkilenen çok kişi oldu ve hep tekrarlar ve kopyalar yapılmaya başlandı doğal olarak resim anlamında bu boşluğu ben Maltepe Sanat’taki atölyede doldurdum. Kasım Koçak ve Aysun Koçak başka bir gelenekten geliyorlardı. İkisi de Neşet Günal’ın öğrencileriydiler. Bambaşka bir ekolden desenin, kompozisyonun, resme ait tüm değerlerin olduğu bir ekoldür. Orada yeniden doğdum ve bütün rüyalarımı gerçekleştirmeye başladım. Yarım kalan, yetemediğiniz resmi tazeliyorsunuz. Gün geçtikçe rüyalarınızı daha iyi anlatmaya başlıyorsunuz.
İlk serginizi ne zaman açtınız?
2004’te Maltepe’de açtım. Daha önce karma sergilerim olmuştu ama ilk kişisel sergim ‘Melankoli’ oldu. Askerden döndükten sonra Maltepe’den ayrıldım, o zamandan beri Fenerbahçe’deyim. Askerlik sonrası süreçte yarışmalara katıldım 2009 Nuri İyem’in Seçici Kurul Özel Ödülü’nü, Jokey Kulübü 1. lik ödülü gibi pek çok ödül aldım.
Ödül sizin için ne ifade ediyor?
Ödül bir motivasyon sağlıyor, hele gençlik dönemi dediğimiz dönemlerde. Benim şimdi öğrencilerim var, pişsinler ve yarışmalara girsinler istiyorum. Resimde tabi ki şöyle bir durum var, birinin beğendiğini diğeri beğenmiyor, 9 kişinin farklı fikirleri var. İnsan kendini bilirse birilerinin sizi ödüle layık görmemesi sizi aşağı çeker ne de ödül vermesi yukarı çeker. Ödül almak tabi ki maddi manevi bir motivasyon sağlıyor.
Resim yaparken ilham kaynaklarınız neler oluyor?
Aslında ben yapı olarak çok içe dönük bir insanım. Resimlerimden de anlaşılıyor sanırım. Rüyalarımdan ve kendi iç dünyamdan çok besleniyorum. Hem sanatçı çevrem hem koleksiyoner çevrem “ Bu kadar içe kapanık olma, bak dünyada neler var.” diyorlar. Ben de her zaman diyorum ki bakılan her zaman aynıdır, bakan göz değişiktir. Sizin nasıl baktığınız önemli. Ben bir çöplüğünde resmini yaptım, herkesin önünden geçtiği sadece çöp attığı ama siz o çöplüğe başka türlü bakarsanız o çöplük, çöplük olmaktan çıkar. 2008- 2009 yıllarında bir seri metafor olarak kargayı işedim. Herkesin kovduğu, ona buna zarar veren bir hayvan motifi ama o kargayı getirip insan figürü gibi değerlendirdiğinizde, konuşturmaya başladığınızda, resmi kurgularken karganın mekanından soyutlayıp başka bir insani atmosfere sokarsanız o karga başkalaşır. Doğal olarak ben zaten içimden besleniyorum, benden geliyor ama ayağımı bastığım bir hayat var. Ben sadece gerçeğe basarak var olmayanı olduruyorum.
Resimlerinizde hayvan organlarını insanlarla birleştirmişsiniz, o resimlerinizde ne anlatılıyor?
Evet deforme olmuş resimlerimi 2008, 2009 ve 2010 yıllarında yapmaya başladım. Hala da zaman zaman yer veriyorum. Seyir serisi yapmıştım, orada deforme olmuş bir topluluk var, yarı fareden bozma yarı maymundan bozma, insan vücutlu, fare suratlı, keçi ayaklı gibi başkalaşımlar var. Bu bir gözlem sonucunda ortaya çıkıyor. Her birinin bir karakteri var, bir tarafı ile taşlama, hiciv ve tiyatral bir yan var. O resim bir tiyatro sahnesi gibidir. Tüm deforme olmuş grubun ortasında konferans veren bir kurbağa var. Bunlar hem bizim toplumsal taşlama dediğimiz köklerimizde olan bir algı bir yandan da form olarak yeni bir şey. İnsanı ve çevresi ile ilişkisini daha hicivsel bir şekilde işleyerek ortaya koydum.
Sanatçının söyleyecek sözü olmalı diyorsunuz sizin en önemli sözünüz nedir resim üzerine?
En önemli sözüm; insanın doğadaki herhangi bir nesneden farklı olduğunu düşünmem. İnsanlar rüyalarımı, dünyamı ben öldükten sonra da bilsin, yaşasın istiyorum. Yoksa neden resim yaparız ki.
Önümüzdeki sonbaharda İdil Sanat Galerisi’nde açacağınız sergi için çalışıyorsunuz serginizin konusunu nereden alıyor?
Kasım ayının ortasında açacağız, yazın çalışmalarım devam edecek. Bu sergimde diğer sergilerime ya da dönemlerime nazaran biraz daha yumuşadığımı hissediyorum. Geçmiş dönemlerdeki deforme resimlerimde ya da ‘ Maskeli Balo’ dönemimdeki sert imajların, sert duygu durumlarının yumuşadığını düşünüyorum. Bir aşk söz konusu, sergi bunun üzerine çıkacak adı da “Siyah Güneş” olacak.
Röportaj: Petek KIRBOĞA
Fotoğraflar: Oğuz BİRKARDEŞLER
Mekan sponsoru Avantgarde Collection Hotels'e teşekkür ederiz.