Yıllardır yayınladığı başarılı albümleri ve etkileyici tekniğiyle Türk seyircilerin yakından tanıdığı, Grammy ödüllü bas gitar dehası Marcus Miller, 22. İstanbul Caz Festivali’nin konuğu olarak 2 Temmuz Perşembe akşamı saat 21.00’da Akasya Acıbadem sponsorluğunda Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi’nde hayranlarıyla buluşacak. Biz de bu buluşma öncesi Marcus Miller ile keyifli bir söyleşi yaptık.
2013 yılında UNESCO Barış Elçisi ve Slave Route (Köle Yolu) projesinin sözcüsü olarak seçildiniz. Son ve onuncu albümünüz olan Afrodeezia’da, bu projeden ilham aldığınızı biliyoruz. Bu Temmuz ayında da İstanbul Caz Festivali kapsamında bu özel albümün konseri için Türkiye’de olacaksınız. Afroodezia albümünün Slave Route projesiyle olan ilişkisinden bahseder misiniz?
Herbie Hancock, Wayne Shorter ve benim birlikte çıktığımız 2011 yazındaki “Tribute to Miles” turnesinin sonunda, Herbie beni Paris’e, UNESCO’nun Barış Elçisi görevi atama törenine davet etti. Ben de tanıştığım UNESCO çalışanlarını bir sonraki yıl Paris’te gerçekleştireceğim konsere gelmeleri için davet ettim. Bu konserde, Batı Afrika’da, Senegal kıyılarının biraz açığında kölelerin tutulduğu bir adaya yaptığım ziyaretteki deneyimlerimi anlatan Gorée isimli bir parça da vardı. Konser sonrasında, UNESCO’nun direktörü kulise gelerek Herbie’yle birlikte benim de Barış Elçisi olmam için beni davet etti. Aynı zamanda kölelik tarihi üzerine farkındalığı arttırmayı amaçladıkları “Slave Route Project”in sözcüsü olmak isteyip istemeyeceğimi de sordu. Bu proje, UNESCO’nun, insanlığın Atlantik köle ticareti gibi tarihin baskıcı dönemlerini aşma yeteneğini kutlama yaklaşımdan dolayı beni çok etkiledi. Bu görevi kabul ettikten sonra geliştirdiğim ilk fikir, köle ticareti rotası üzerindeki farklı duraklar üzerindeki müzisyenlerle işbirlikleri kurarak müzik yapmak oldu.
Müzik kariyeriniz boyunca Miles Davis, Michael Jackson, Herbie Hancock gibi birçok duayen müzisyenle çalışma fırsatı buldunuz. Bu isimler arasından sizin müziğinize en fazla etkisi olan ya da hayatınızı en fazla etkileyen isim hangisiydi?
Bu aslında oldukça zor bir soru çünkü bu isimlerden her biri benim için çok önemli. İlk olarak babamı anmam gerekiyor, çünkü müzisyenlik kariyerimdeki ilk adımları atmamı o sağladı. Kendisi de müzisyen olan babamı izleyerek büyümek, onun kendini müziğe nasıl adadığını görmek çok ilham vericiydi. Müzisyen olmak için genç yaşlarda ne kadar büyük bir bağlılık gerektiğini biliyorum. Miles benim için caz tarihiyle bağlantı kurmamı sağladığı için önemliydi. Her caz müzisyeni cazın tarihini de bilir ancak ben tüm bu hikâyeleri caz tarihinin önemli bir aktöründen, birinci ağızdan dinleme fırsatı yakaladım. İşte bu paha biçilemez. Michael Jackson da çok önemliydi, çünkü onu dinledikten sonra profesyonel bir müzisyen olmak istedim.
Siz birçok farklı enstrümanı çok başarılı bir şekilde çalan bir müzisyensiniz. Bu çok yönlü karakteriniz müziğinizi nasıl etkiliyor?
Farklı enstrümanlara aşinayım, bu yüzden müzisyenleri çok iyi anladığımı düşünüyorum. Müzisyenlerin enstrümanlarıyla yaşadıkları sorunları ve her enstrümanın grup içindeki sorumluluğunu, önemini anlıyorum. Bu da beni daha iyi bir besteci ve lider yapıyor. Bazı insanlar, başarılı bir iş adamı olmak için, çalışanlarınızın işlerini iyi bilmeniz gerektiğini söyler. Bu da onun gibi bir şey…
Daha önce de birkaç kez Türkiye’de konserleriniz için bulunmuştunuz. Yani, buradaki müzik sahnelerinde defalarca performans sergilediniz. Aslında bu özelliğinizle, gerek Türkiye’deki caz seyircisini gerekse Türkiye cazını ve Anadolu müziğini en iyi bilen yabancı müzisyenlerdensiniz. Bize bunlar hakkında neler söylemek istersiniz?
90'larda Türkiye'ye ilk gelişimde buradaki seyircinin iyi bir caz dinleyicisi olduğunu gördüğümde oldukça şaşırdığımı söylemeliyim. Caz aslında Anadolu müziğinden oldukça farklı geliyordu bana. Ama kendimi diğer müziklere açmaya ve farklı kültürlerin müziklerini öğrenmeye karar vermemde Anadolu müziği belirleyici oldu. Bu noktada İstanbul Project (İstanbul Projesi) benim için bir hayli önemli bir basamak oldu. Burhan Öcal, Bilal Karaman gibi müzisyenlerden özellikle Anadolu müziğinde hakim olan farklı ritimler konusunda oldukça fazla şey öğrendim. Bir süre sonra bize ait olan ortak şeylerin farkına varmaya başladık ve bu sayede beraber müzik yapabildik. İstanbul Projesi'nden hemen önce, müzisyenlerin bana gösterdiği ritimlerle bir stüdyoda prova yapıyorduk ve bu stüdyonun sahibi olan hoş bayan da çaldığımız tempoya göre dans ediyordu. Bir ritim eşliğinde dans eden birini gördüğünüzde o ritim kafanızda somut olarak anlaşılır hale geliyor; çünkü insan bedeninin o ritimle nasıl etkileşime geçtiğini görebiliyorsunuz. Ne yazık ki o bayanın ismini hatırlayamıyorum ama eminim ki onu bir daha göreceğim ve ona teşekkür edeceğim. Bunun dışında klarnet benim ikinci enstrümanım olduğundan ötürü, Hüsnü Şenlendirici'yle çalışıyor olmak oldukça keyif vericiydi. Birlikte bir düet yaptık ki benim için oldukça muhteşem ve özel bir andı.
Konserleriniz için İstanbul’u defalarca ziyaret ettiniz. İstanbul hakkında ne düşünüyorsunuz? İstanbul’da bulunmaktan keyif alıyor musunuz?
İstanbul benzersiz bir şehir... Birçok kültür İstanbul’da bir araya geliyor. Şehirdeki güzellik ve acayipliklerin birlikteliklerine bayılıyorum. Acayiplik derken, çılgın trafikten ve herkesin bir yerden başka bir yere koşturmasından bahsediyorum. Ben New York City’de yaşıyorum o yüzden hareketli ve bol aktiviteli yerler bana kendimi iyi ve rahat hissettiriyor. Tüm bu çılgınlığın ve hareketin ortasında, bir kilim dükkânına veya müzik dükkânına giriyorsun ve her şey yavaşlıyor. Bu tip yerler bir fırtınanın ortasındaki sükûnet gibi... Sadece dükkân sahipleriyle konuşarak bir müzik dükkânının içinde saatlerimi geçirdim. Bir kilimciyle Amerikan ve Türk kültür farklarını konuşarak ve çay içerek saatlerimi geçirdim.