Sanat oteli, yalnızca tatilde kalacak bir yer amacıyla değil, sanatla bir araya gelmek için de tercih edilen konaklama seçeneklerinden. Bu otellerde kalmasanız bile mekanın kalıcı sanat koleksiyonunu ve dönem dönem ev sahipliği yaptığı sergileri görmek için ziyaret edebilirsiniz. Ağırlıklı olarak içinde bulundukları şehrin tarihiyle uyum içinde bir mimari ve sanat koleksiyonuna sahip bu oteller, dünyanın dört bir yanında giderek çoğalıp popülerleşiyor. Sanat tarihinin en büyük ustalarının pek çoğunun doğum yeri, yüksek sanatın temsilcisi Avrupa'da ise gerçekten hayranlık bırakan sanat otelleri bulabilirsiniz.
Fransa'nın Nice şehrindeki Hotel Le Negresco, eski şehrin yakınında ve sahil yolu üzerinde bulunuyor. Mükemmel konumuna ek olarak otel, Monako'dan 25 kilometre, Matisse Müzesi, Chagall Müzesi ve Modern Sanat ve Çağdaş Sanat Müzesi'nden ise birkaç dakika uzaklıkta. 1913 yılında kurulan otel, saray mimarisine sahip. 96 odası ve 21 süitiyle Le Negresco, 6.000'den fazla sanat eserine ve beş asırlık mobilyalara ev sahipliği yapıyor. Canlı müzik etkinlikleri düzenleyen ve Michelin yıldızlı şefinin yönettiği bir mutfağa sahip olan otelde 18. yüzyıldan kalma bir atlıkarınca da bulunuyor.
İspanya'nın Barselona şehrinde konumlanan Hotel Arts Barcelona, Frank Gehry'nin 56 metre uzunluğundaki kıvrımlı, balık benzeri heykelini sergiliyor. Bu devasa heykel, otele uzaktan bakanların bile nasıl bir mekanla karşı karşıya olduklarını anlamaları için yeterli. Katalan başkentinin Olimpiyat Köyü'nün kumlu kıyısına 300 metre uzaklıkta mükemmel bir konuma sahip olan bu otel, 44 katlı, 455 odalı ve 28 süitli bir yapı. Çok övülen mimarisinin yanı sıra konuklar, İspanyol ve Katalan sanat eserlerinden oluşan önemli bir koleksiyonu görebiliyor. Hotel Arts Barcelona, kendi özel koleksiyonu haricinde Picasso, Dali, Ràfols-Casamada ve Xavier Corberó gibi önemli sanatçıların büyük sergilerine de ev sahipliği yapıyor.
İtalya'nın başkenti Roma'da bulunun Rome Cavalieri, dünyanın en iyi sanat otellerinden biri olma iddiasına sahip ve pek çok ziyaretçi buna hak veriyor. Otel, önemli ustaların 16. yüzyıldan kalma eserlerinin yer aldığı ve Rudolf Nureyev'in bale kıyafetine kadar uzanan eşsiz bir koleksiyon barındırıyor. Otel girişinde Giambattista Tiepolo'nun Achille ve Ulysses'yi tasvir ettiği eseriyle karşı karşıya geliyorsunuz. Ardından son derece değerli bir Beauvais duvar halısı görüyorsunuz. Ancak her şey tarihten kalma değil; otelin pop art koleksiyonu Andy Warhol ve Robert Indiana'nın eserlerine sahip.
Güney Fransa'nın Arles şehrinde yer alan Le Collatéral, sadece dört odalı bir otel. Bu da mekanın ne kadar özel olduğunun altını çiziyor. Anne-Laurence Schiepan ve eşi Philippe, eski bir Orta Çağ kilisesini dönüştürerek ortaya bir sanatçı konukevi, sergi ve atölyeler için bir kültür merkezi çıkarmayı hedefledi. Çıplak beton ve tuğlalar, ahşap ve metal merdivenler ve çok sayıda minimalist veya geometrik şekilli mobilya otelin iç tasarımını yaratıyor. Oteldeki eserler arasında Reeve Schumacher ve Erick Helaine gibi isimlerin çalışmaları ve 35 metrekarelik bir kütüphane de yer alıyor.
İngiltere, Londra'daki The Exhibitionist Hotel, ismiyle bile içinde nasıl cevherler sakladığını merak ettirmeyi başarıyor. Bu sanat oteli; Royal Albert Hall, Saatchi Gallery ve Victoria & Albert gibi önemli müze ve galerilerin yer aldığı South Kensington'da bulunuyor. Girişte misafirleri karşılayan boğa heykeli, mekan ve sanat arasındaki etkileşimin tonunu belirliyor. Şık ve modern avizeler, göz alıcı heykeller, pop art freskler ve geçici sergilere kadar sanat, bu otelin her yönüyle ayrılmaz bir parçası. The Exhibitionist, konuklarını rahatça sanatla buluşturmak için sekiz galeri alanına sahip.
Almanya'nın başkenti Berlin'de yer alan Arte Luise Kunsthotel, adeta şehrin kalbinde yaşanabilir bir sanat eseri. Şehrin en heyecan verici bölgelerinden birinde konumlanan otel, "geceyi geçirebileceğiniz bir galeri" olarak anılıyor. Reichstag Binası ve Spree'nin görüş alanı içinde, Unter den Linden, Brandenburg Kapısı ve Friedrichstrasse'den sadece birkaç dakikalık yürüme mesafesinde. Berlin Mitte'deki tarihi bir şehir sarayından otele dönüştürülen mekanın 50 odası, 50 sanatçı tarafından tasarlanıp boyanmış. Her odası benzersiz, her konuk için özel bir otel deneyimi sunuyor. Restoran, bar ve kulüp ortamlarının yanı sıra şehrin en önemli müze, galeri ve tiyatroları da otelden yürüme mesafesinde.
İskoçya'da bulunan The Fife Arms, Carinhorms Milli Parkı yakınlarındaki dağlık arazide konumlanıyor. 19. yüzyıldan kalma yapı, İskoç Viktorya dönemi bir malikane. Otel, sanat efsaneleri Iwan ve Manuela Wirth'ün küratörlüğünü yaptığı 16.000 antikaya ev sahipliği yapıyor ve bu sayı her geçen gün artmaya devam ediyor. Tabii ki İskoç Viktorya dönemi mobilyaları, mekanın her yerinde karşınıza çıkıyor. Bu parçalar, Russell Sage Studio'nun yardımıyla ustaca bir araya getirilmiş yüzlerce eklektik dokunuşla tamamlanıyor. Ayrıca The Fife Arms, sanatın kendileri için ne kadar merkezi olduğunu gösteren bir konuk sanatçı programı da başlattı.
Misafirlerine hikayesini sanat üzerinden anlatmayı hedefleyen Raffles İstanbul, lüks seyahat dünyasının prestijli ödüllerinden World Luxury Hotel Awards'ta "Avrupa'nın En İyi Lüks Sanat Oteli" unvanına layık görüldü. Boğaz, Adalar ve Tarihi Yarımada'ya bakan manzarası ile Raffles İstanbul, "Dream of Istanbul" teması etrafında örülen 200'den fazla parçayı bir araya getiren özel bir sanat koleksiyonuna sahip. Işıl ışıl Bizans mücevherleri, antik mozaikler, semazen tasvirleri ve Selçuklu Uygarlığı'nın mirasından esinlenen geometrik motifler, otelin iç mimarisinin temellerini oluşturarak, içinde bulunduğu şehrin tarihi dokularını yansıtıyor.
İsviçre'deki bir ormanın yanında gizlenmiş ve Zürih sokaklarına bakan The Dolder Grand, ünlü sanatçıların 100'den fazla sanat eserinden oluşan etkileyici bir koleksiyona ev sahipliği yapıyor. Salvador Dali'nin "Femmes métamorphosées - Les sept arts", Fernando Botero'nun "Woman with fruit" ve Henry Moore'un "Three-Piece Reclining Figure: Draped" tablosu gibi önemli başyapıtları bu otelde bulmak mümkün. Dolder Grand'da temsil edilen diğer ünlü isimler arasında Zaha Hadid ve Joan Miró da yer alıyor.
1920'lerin ışıltısından ilham alan, Londra'nın Mayfair semtindeki The Beaumont, 20'lerin zamansız zarafetini ve eski dünyanın cazibesini sunuyor. The Beaumont'un ev sahipliği yaptığı en inanılmaz sanat eserlerinden biri, Antony Gormley'in içinde yaşanabilir bir süit olarak tasarladığı Turner Ödüllü dev heykeli. Üç katlı, paslanmaz çelikten çömelmiş bir adam şeklini alan bu çalışma, konukların meditatif bir dinginlik elde etmek için 'kendi içine' odaklanabilecekleri bir atmosfer yaratmak için tasarlandı. Otel, sürrealist usta René Magritte'in "Le Maître d'École" adlı eserine de ev sahipliği yapıyor ve resim, oteldeki Magritte Bar'da sergileniyor. Ayrıca, İngiltere'de özellikle de Londra'da lüks otellerin, beş çayını oldukça ciddiye aldığını biliyoruz. Bu konuda birçoğu, yerini sabitlemiş olmasına rağmen yenilik getirmeye de devam ediyor. The Beaumont'daki şık tasarımlı 'Gatsby's Room / Gatsby Odası' olarak bilinen kısımda İngiliz gelenekleri ile Amerikan stili beş çayı için bir araya geliyor.
Bu listedeki en yeni otellerden biri olan Villa Copenhagen, Londra'daki Universal Design Studio tarafından tasarlanmış 1909 yılından kalma bir yapı olarak 2020'de açıldı. Tamamen sürdürülebilir malzemelerle tasarlanmış Earth Suite ile büyüleyen otel, sanat koleksiyonuyla da hayranlık uyandırıyor. Danimarkalı mücevher markası Shamballa Jewels tarafından tasarlanan çeşitli alanlar, adeta Danimarka'nın soğuk havasına renk ve ışıltı katıyor. Villa Copenhagen, iki milyon dolar değeri ile Kopenhag'ın en büyük özel sanat koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor. Ayrıca, tesisin kendi gizli bahçesinden elde edilen ürünlerle hazırlanan tabaklar ve sürdürülebilir mutfak uygulamaları, gastronomik sanatla dolu.
Tasarımcı Philippe Starck tarafından kapsamlı bir şekilde yenilenen Le Royal Monceau, konuklarına zarif bir sanatsal ve müzikal deneyim sunuyor. Bu 149 odalı Paris otelinin geçmişi, art deco etkileri taşıyan Haussmann dönemi mimarisine ve otelin 1930'lardaki ilk açılışına kadar uzanıyor. Sahip olduğu tarihi mirasa saygıyla yaklaşılırken baştan sona modernize edilmiş, dev bir sinema salonuna ve kendi Art District galerisine sahip. Galeri, çağdaş sanatçılara ev sahipliği yaparken, konuklar yardım ve tavsiye için otelin sanat konsiyerjini de arayabiliyor. Bununla birlikte müziğe teşvik eden Le Royal Monceau'nun her odasında akustik bir gitar da bulunuyor, böylece yetenekli ya da değil, tüm misafirlerin ellerine alıp çalmayı deneyebilecekleri bir enstrümanı oluyor.
Belmond'daki Cadogan Hotel, Londra'nın pastoral Chelsea semtinde yer alıyor ve geçmişten günümüze 150 yıldır Oscar Wilde ve Lillie Langtry gibi dünyaca ünlü yaratıcıları büyülüyor. Bugün, dünyanın dört bir yanından gelen misafirlerin akın ettiği, başta İngiliz sanatçılar olmak üzere 430 parça sanat eserine ev sahipliği yapıyor. Tüm muhteşem sanat eserleriyle gözlerinizi doyurduktan sonra, otelin en sevilen yemek seçeneklerini sunan Cadogan Place Gardes'a giderek karnınızı da doyurabilirsiniz. Belmond Cadogan Hotel, misafirleri için Londra'nın en iyi alışveriş mekanlarından bazılarına ve şehrin en önemli galeri ve müzelerine özel erişim imkanı da sağlıyor.