Arjantin, kafe kültüründen leziz yemeklerine, renkli sokaklarından sahil şeridine, herkesin kendine göre muhakkak bir aktivite ve tat bulabileceği bir yer. Arjantin'le Brezilya arasında bulunan Iguazu Şelaleleri her yıl milyonlarca turist tarafından ziyaret ediliyor. Salta'nın dağ manzaraları ve kızıl kayaları fotografik manzaralar sunuyor. Tabii ki Buenos Aires'e gitmeden Arjantin'i gezdim demek mümkün değil.
"Tango Bölgesi" olarak bilinen La Boca, Arjantin fotoğraflarında en çok karşımıza çıkan yerlerden ve buradaki kafelerde bile ayaküstü tango dersi alabilirsiniz. La Boca, pencerelerden dışarı sızan tango müziği, güzel restoranlar ve renklerle, gerçek Arjantin ruhunu deneyimlemek için ziyaret edebileceğiniz ideal yerlerden. Tango kültürüne doyamayanlar için Palermo da gezilebilecek bölgelerden. Üstelik hediyelik eşya almak için de en uygun duraklardan biri. Şarap tutkunları için de Arjantin'in en keyif alacakları bölgesi, ülkenin en iyi şarap mahzenlerine sahip olan Mendoza olabilir.
Bir Karayip ülkesi olan Belize, sahillerinden Maya Uygarlığı'ndan kalma yapılarına muazzam bir doğa ve tarih zenginliğine sahip. Orta Amerika'nın en düşük nüfusuna sahip olması nedeniyle Belize, kalabalıklardan kaçmak isteyenler için de ideal bir durak. 30'lu yaşlarda yapılması gereken bir şey varsa o da cesaretinizi toplayıp Great Blue Hole olarak bilinen, Belize kıyısındaki deniz çukurunda dalış yapmak olabilir.
Dalış yapmayı sevenler için Hol Chan Marine Reserve de birbirinden renkli deniz canlılarını keşfetmek için ziyaret edilebilecek noktalardan. Pudra şekeri yumuşaklığındaki Caye Caulker'da küçük bir palmiyenin gölgesinde uzanmak, tatilin en rahatlatıcı anlarından olabilir. Tabii ki Belize'e kadar gitmişken kelebek bahçelerini ve içinizdeki Indiana Jones'u ortaya çıkarabileceğiniz Maya Tapınakları'nı görmemek olmaz.
Tokyo, Kyoto, Osaka, Hiroşima... Japonya'da mutlaka görülmesi gereken şehirleri saymaya başlasak listeyi bitirmemiz oldukça zaman alır. Japonya kültüründe alçak masalarda, yerde oturularak yemek yenmekte. Bu kültür, geleneksel restoranlarda doğrudan uygulanırken, daha lüks restoranlarda yer seviyesinde oturabilmeniz ama bağdaş kurmaktan yorulmamanız için masanın altında bacaklarınızı aşağı sarkıtabileceğiniz alanlar açılarak konforlu hale getirilmiş. Bizdeki kaplıca kültürünün bir versiyonu, Japonya'da "onsen" olarak karşımıza çıkıyor. Japonya'da sadece "onsen" turizmi ile ekonomisini sürdüren kasabalar bulunmakta ve bu "onsen"ler gelenekselden lükse doğru geniş bir yelpazede seçeneklerle karşımıza çıkıyor. Turistlerin, Japon kraliyet tarihi atmosferini baştan sona deneyimleyebileceği ve sokaklarında kimono ile gezebileceği lüks "onsen" tesislerine dönüştürülmüş küçük kasabalar bulunmakta.
17 ve 19. yy arasındaki Edo Dönemi'nde yaygınlaşan Japon tahta baskı geleneği Ukiyo-e, hediye veya anı olarak alabileceğiniz yüzlerce çeşit tasarımlarla karşımıza çıkıyor. Yine Edo Dönemi'nden günümüze ulaşan tiyatro geleneği Kabuki'den muhakkak bir performans izlemek gerek. 30'lu yaşlarınızda bir Harry Potter severseniz Osaka'daki Harry Potter World'ü muhakkak ziyaret etmelisiniz. Hele kışın denk geldiyseniz karlar altındaki Hogsmeade'de gerçek bir Harry Potter dünyası deneyimi yaşayabilirsiniz. Teknolojik gelişmeleriyle ünlü Japonya'daki robot restoranların ise ziyaret edebileceğiniz en ilginç yerlerden biri olacağı kesin.
İki adası ve 14 ulusal parkıyla Yeni Zelanda'yı, Yeni Zelanda yapan en büyük özelliklerin başında doğası geliyor. Rafting'den doğa yürüyüşüne, dağ tırmanışından kano gezisine, doğada yapılabilecek ne kadar aktivite varsa Yeni Zelanda'da en az bir seçeneği mutlaka vardır. Temiz doğanın sunduğu en güzel fırsatlardan biri de yıldızları gözlemleyebileceğiniz gece seyir merkezleri. Bu bölgelerde dünyanın çok az yerinde görülebilecek kadar büyülü manzaralar karşımıza çıkıyor. Yeni Zelanda'nın yerli Polinezya halkı olan Maorilerin kültürü tabii ki mutfaktan dillerine ve etnik tasarımlara, ülkenin dört bir yanına nüfuz etmiş durumda.
"Yüzüklerin Efendisi" serisini izlemediyseniz, Yeni Zelanda'ya gitmeden önce mutlaka izlemelisiniz çünkü Yeni Zelanda, 2001 yılında yayınlanan ilk "Lord of the Rings" filmi ile "Orta Dünya"nın ana vatanı haline geldi. Filmlerin çok büyük bir kısmının çekildiği ülkede çok iyi bir şekilde korunmuş olan setler turistlerin bir numaralı duraklarından. Bir nevi eğlence parkına dönüştürülmüş olan "Lord of the Rings" setlerinde Hobbit köylerini, Trollshaws Ormanını ve Waitomo Mağaraları'nı gezebilir, filmlerden kalan dekor, kostüm ve eşyaların sergilendiği stüdyo turlarına katılabilir, The Green Dragon'da ziyafet çekebilir ve tabii ki bolca fotoğraf çekilebilirsiniz.
Güney Amerika'nın batısında bulunan Peru, Amazon Ormanları'nın en çeşitli canlı türlerine ev sahipliği yaptığı ülke olabilir. 1000'den fazla kuş türü ve 200'den fazla memeli türüyle Peru, dünyanın en fazla hayvan çeşitliliğine sahip ülkelerinden biri. Peru dendiğinde ilk akla gelen yerlerden biri de tabii ki Machu Picchu. Yalnızca Machu Picchu'daki İnka harabelerini görmek için bile Peru'ya her yıl yüz binlerce turist gelmekte. Ulaşması hayli zor olan Machu Picchu'ya gidebilmek için birkaç farklı ulaşım seçeneği sunuluyor, ancak bunların rezervasyonları çok uzun zaman önceden yapılıyor. Bu yüzden önceden bir tur şirketiyle bu konuyu detaylı olarak görüşebilirsiniz. Peru'nun mutfak kültüründe timsah gibi vahşi hayvanların veya "Cuy" isimli ginepig'lerin yendiğini göz önünde bulundurarak ne yediğinizi önceden teyit etmek isteyebilirsiniz. Cusco ve Arequipa, Peru'nun en çok ziyaret edilen yerlerinden. Cusco sokaklarının ve binalarının kendine özgü mimarisi ve Arequipa'nın tarihi şehir merkezi, insana çok eski zamanlarda geçen bir filmin içinde dolanıyormuş hissi vermekte.
Deniz seviyesinin 3.820 metre üstündeki Titicaca Gölü, adalarından çevresindeki geleneksel köylere, tepelere ve masmavi suyuna, başlı başına bir gezi rotası. 3.400 metre derinliğe ulaşan Colca Kanyonu ise mutlaka görülmesi gereken bir diğer doğa harikası. Muhtemelen Peru'daki en gizemli yerlerden biri, 1920'lerde uçaklar geçene kadar keşfedilmemiş olan Nazca çizgileri. Ancak gökyüzünden fark edilebilen boyutlardaki 70 farklı bitki ve hayvan çiziminin sırrı hala çözülebilmiş değil. Çöldeki bu çizgilerin bazılarının uzunluğu 10 kilometreye kadar ulaşmakta.
Güney Afrika Cumhuriyeti olarak da anılan Güney Afrika, çok kültürlü şehirleri, vahşi doğası ve büyüleyici sahilleriyle Afrika'daki en turistik ülkelerin başında geliyor. Güney Afrika'yı ziyaret edenlerin çoğunun mutlaka yaptığı bir etkinlik varsa o da safariye katılmak. Ancak akılda tutmak gerekir ki Kruger Doğa Parkı gibi safari alanları oldukça büyük yerler ve araçlarla dolaşırken "beş büyük" olarak bahsedilen aslan, leopar, fil, gergedan ve Cape bufalolarını çok yakından da görebilirsiniz, hiç denk gelmeyebilirsiniz de. Ülkenin başkenti Cape Town, doğası, inanılmaz havası, barları, her lezzetten seçenekler sunan restoranları, sahilleri ve çok kültürlü yapısıyla gidip de dönmek istemeyeceğiniz yerlerden biri haline gelecektir.
30'lu yaşlarınızda Güney Afrika'ya gitmişken küçük bir sörf dersine katılmak isteyebilirsiniz. Jeffrey's Bay, dünyanın en ünlü sörf duraklarından biri olsa da başlangıç seviyesindekiler için genellikle Durban şehri tavsiye edilmekte. Sonuçta Hint Okyanusu'nun ılık ve güvenilir sularında da macera yaşayabilirsiniz. Burada yaklaşık 32 dolara denk gelen 500 ZAR'a 2-3 saatlik bir ders alabilirsiniz. Güney Afrika'ya gidip, ülkenin "apartheid" tarihini öğrenebileceğiniz Johannesburg ve Cape Town'daki müzeleri ziyaret etmemek olmaz. "Apartheid" Dönemi'nde yüksek güvenlikli hapishane olarak kullanılan Robben Adası, zamanında Nelson Mandela gibi politikacı ve aktivistlerin mahkum edildiği bir yer olsa da bugün artık UNESCO Dünya Mirasları'ndan biri kabul ediliyor ve ilginçtir ki eski mahkumlardan bazıları bu hapishanede turlar düzenleyerek tarihi bilgiler paylaşıyor.
Kuzeyden başlayıp güneyine doğru ideal bir rota çizebileceğiniz İtalya, her yaşın tatil noktası olsa da 30'lu yaşlarda, İtalya'da gezmenin ve yemeğin tadı bir başka olur. Milano'da modaya doyduktan sonra Venedik'te bir gondol turu, ardından Floransa'da sanat gezileri, Roma'da tarih turu, Napoli'de Pompeii ziyareti ve Catanzaro'nın küçük kasabalarında lezzet gezisi ile İtalya'yı bir uçtan bir uca trenle dolaşabilirsiniz. 30'lu yaşlar, çabuk yorulmadan uzun tatiller yapmak için ideal bir dönem. Sicilya'daki Valley of Temples'ın arkeolojik kalıntılarını görmek şart. Cinque Terre'in kat kat uzanan rengarenk binalarını ve mükemmel denizini deneyimlememek olmaz.
Toscana'daki şarap turlarında aynı zamanda el yapımı ekmekleriyle peynir, zeytinyağı ve yıllanmış balzamik tadımları da yapılıyor. Bu turlardan birine katılmayı planlıyorsanız çok da tok gitmemeyi düşünebilirsiniz. Como Gölü ve çevresindeki lüks villalar harika bir tekne gezisi için ideal. Botticelli'nin "Venüs'ün Doğuşu" resmini İtalya'nın büyük bir kısmında dekor ve reklam tasarımı olarak göreceksiniz zaten, bir de Uffizi Gallery'deki orijinal tabloyu tüm görkemiyle incelemelisiniz. Verona'da Juliet'in Balkonu olarak birçok turistin ziyaret ettiği yapıyı da atlamayın.
Fransız Polinezyası'nın en büyük adası olan Tahiti'nin yeşili ve mavisi başka hiçbir yere benzemiyor. En küçük kum tanesini bile görebileceğiniz kadar berrak masmavi sularında yüzmek gibisi olmaz. Fautaua Şelalesi'nin çevresindeki bakir doğa ise o kadar yeşil ki fotoğraflarda filtre kullanmışçasına canlı kareler yakalayabilirsiniz. Tahiti İti yarımadası, doğa yürüyüşü ve sörf yapmayı sevenler için en çok tavsiye edilen yerlerden. Adalar arasında tekne turları olduğu gibi vapur seferleri de yapılıyor, bu yüzden seyahat etmek konusunda endişelenmenize gerek yok.
Siyah kumlarıyla ünlü Taharuu Beach, şnorkelle dalış için ideal noktalardan. Tahiti'nin yerel pazarlarında gezerek her türlü tadı denemek için 30'lu yaşlar, en ideal zaman. Ülkede alışveriş seçenekleri çok olmasa da Tahiti incisi oldukça meşhur ve birçok yerde siyah Tahiti incisinden küpe ve kolye benzeri takılar bulabilirsiniz. Ünlü ressam Paul Gauguin'in de bir süre yaşadığı Tahiti, Gauguin esintili mekanlarıyla da bilinmekte. Moorea Adası ise balayı çiftlerinin tercih ettiği lüks tesisleriyle tanınıyor.
Güney Amerika'nın güneydoğusunda bulunan Uruguay, ister eğlence isterse de dinlenme arayanlara uygun çok farklı seçenekler sunan bir ülke. 30'lu yaşların en büyük özelliklerinden biri, ne zaman enerjik ne zaman yorgun olacağınızı öngörememek. Bu yüzden ikisine de hizmet verebilecek bir tatil yeri seçmek iyi bir fikir olabilir. Uruguay'ı karnaval sezonunda ziyaret ederseniz sokakların eğlenceli danslar, göz alıcı kostümler, geleneksel müzikler ve bin bir çeşit renkle dolduğunu görebilirsiniz.
Karnaval sezonunun Ocak-Şubat aylarında 40 gün sürdüğü Montevideo, ülkenin en büyük geçit törenlerine ve kültürel etkinliklerine ev sahipliği yapıyor. Montevideo'daki Carnival Museum'a uğrayarak bu ilginç karnaval tarihini derinlemesine öğrenebilirsiniz. Bir tür çay olan kafein zengini geleneksel içeceği "mate"i gerçek bir Uruguay deneyimi ile içi boş kabaklarda servis edilerek içmelisiniz. Uruguay'ın kovboyları olarak bilinen "gaucho"ların kültürünü derinlemesine yaşayabileceğiniz konaklama, yerel lezzetleri deneme, sığır sürmek, koyun gütmek ve at binmek gibi geleneksel aktiviteleri izleme veya deneyimleme imkanı sunan "hacienda"lar da ziyaret edilebilecek yerlerden. Uruguay aynı zamanda çok zengin bir şarap endüstrisine sahip, bu yüzden şarap turu yapmayı da aklınızda bulundurabilirsiniz. "Fine-dining" işletmelerinin yoğun bulunduğu José Ignacio, farklı lezzetler denemek için şiddetle önerilen yerlerden.