Röportaj: Lara MUTLU
Fotoğraflar: Zeynel Abidin Ağgül
Styling: Hakan Öztürk
Saç: Burhan Çılgın
Makyaj: Alp Kavasoğlu
Mekan: The Grand Tarabya
“Yakında anneanne oluyorum” diye söze başlıyor Bilgün Dereli, kapak çekimi için The Grand Tarabya’da buluştuğumuzda. Heyecanı gözlerinden okunuyor. Dereli, çekim boyunca tüm sıcakkanlılığı ve enerjisiyle çekim ekibi için pozitif enerji kaynağı oluyor. Onunla röportaj yapmak bir yana sohbet etmek gerçekten insana iyi geliyor. Dereli, “Zaman o kadar hızlı akıp gidiyor ki, geçmiş yarım yamalak hatırlanan bir rüyaya dönüşüyor. Ektiklerimin meyvesini aldığım bir dönemdeyim. Bu zamana kadar yaptığım her yatırımın geri dönüşünü yaşıyorum” diyor.
Klasik bir gününüz nasıl geçiyor?
Sabahlarımı evimde geçirmeyi severim. Genelde özel bir randevum yoksa evimde olmayı tercih ederim. Günlük gazeteler eşliğinde kahvaltımı yapıp e-postalarıma bakar; telefon görüşmelerimi yapar; ev ile ilgili işlerimi tamamlayıp saat 11.00 civarında evden çıkarım. Soluğu kimi zaman Fındıklı’daki showroom’umda, kimi zaman Kapalıçarşı’daki atölyemde alırım. Akşamüstü saat 17:00 civarında çarşıdan ayrılıp Bebeköy’de spor randevuma yetişmek için İstanbul trafiği ile cebelleşirim. Spor sonrası eve dönüş; keyifli bir akşam yemeği ve sonrası TV karşısında dinlenme ile biter günüm.
Şu an hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz?
Yakında anneanne oluyorum. Sanırım hayatımın en harika dönemlerinden biri olacak. Genç yaşta anne olduğum için kızlarımın çocukluklarının yeterince tadına varamamışım gibi geliyor. Hâlbuki çocuklarımla her zaman içli dışlı, sevgi dolu bir ilişkimiz olmuştur. Zaman o kadar hızlı akıp gidiyor ki, geçmiş yarım yamalak hatırlanan bir rüyaya dönüşüyor. Ektiklerimin meyvesini aldığım bir dönemdeyim. Bu zamana kadar yaptığım her yatırımın geri dönüşünü yaşıyorum.
Mücevhere ve tasarıma olan ilginiz ne zaman, nasıl başladı?
Mücevhere olan ilgim, sevgim, bir anlamda tutkum yıllar öncesine hatta çocukluğuma kadar uzanıyor. Öyle bakınca bunu bir sebep sonuç ilişkisi olarak tanımlamak çok zor. 10 yaşında bir kız çocuğunun annesinin elinden tutup onu yakalamak için koşar adımlarla Kapalıçarşı’nın kubbeli taş kapısından içeri girerken tatmaya başladığı bir heyecan, bir dürtü, bir sevgi olarak anlatmak çok daha doğru galiba. Dünyada her şeyin bir sebebi olduğuna, herkesin bir görevle yaratıldığına inanıyorum. Önümüze çıkanların izini sürmek, kıymetini bilmek, sahip çıkmak gerekiyor. Bugün sevgiyi, aşkı, hüznü, uçarılıkları ifade etme imkânı bulabiliyorsam, tasarımlarımda yaşatabiliyorsam bunu çocukluk aşkımın izini sürmüş olmaya borçlu olduğumu düşünüyorum.
Sizce bir kadının mücevher kutusunda mutlaka bulunması gereken parça nedir?
Bir kadının mutlaka sahip olması gereken bir takı olduğunu düşünmüyorum. Önemli olan insanın sevdiği bir parçayı taşıması ve bununla ilgili olarak kendini iyi hissetmesi. Benim için en favori parça, halka küpenin büyük, küçük, taşlı, taşsız olanı. Her kadına çok yakıştırıyorum.
Mücevher üzerine en sevdiğiniz kitaplar hangileri?
Jar’ın kitapları ve Cartier’nin vintage parçalarının olduğu kitaplar.
Hayatta en çok ne size ilham verir?
Kızlarım. Onların heyecanları, kıyafetleri, gülüşleri, tutkuları… Ve tabii ki yeni ve eski İstanbul, Kapalıçarşı, Boğaz, denizin kokusu, şehrin karmaşası, yaptığım seyahatler, gördüğüm insanlar.
Cildiniz için nasıl bir bakım uyguluyorsunuz?
Cildim için özel bir şey kullanmıyorum. Kızım Emine’nin yaptığı doğal sabun ve kremleri kullanıp, arada cilt bakımı yaptırıp cildimi temiz tutmaya gayret ediyorum. Favori cilt bakımı ürünüm Emine’min zeytinyağlı Himalaya tuzlu peeling ürünü.
Röportajın tamamı bu hafta ALEM'de...