"La Surprise"
Jean-Antoine Watteau, "La Surprise", 1718, ©The J. Paul Getty Museum
1684-1721 yılları arasında Fransa'da yaşamış ressam Jean-Antoine Watteau'nun Rokoko tarzı "La Surprise" aşk tablosunu keşfediyoruz. İtalyan tiyatrosundan esinlenen Watteau, 1718 tarihli tablosunda sevgi dolu kucaklaşan bir çiftin yanında gitar çalan bir müzisyeni resmediyor. Tabloda müziğin tınısı ile aşk yaşayan çift ve müzisyenin bu sevgiye imrenerek bakışı ustalıkla tasvir ediliyor. Tabloda sağ tarafta resmedilen çifte bakan köpek ise aşkta sadakati sembol ediyor. 160 yıldır kayıp olan 2008 yılında tesadüfi şekilde bulunan tablo Watteau'nun şiir, müzik ve dansın kaynaşmasıyla yarattığı renk tasvirleriyle ünlü eserlerinden biri.
"Birthday"
Marc Chagall, "Birthday", 1887, ©Museum of Modern Art in New York
Ressamın paletinde tek bir renk olarak sevginin olduğunu söyleyen Marc Chagall'ın çok sevdiği eşi Bella Rosenfeld'in 28'inci yaş günü kutlamak için çizdiği resim çiftin aşklarının en güzel tasvirlerinden biri. "Birthday" tablosu, Chagall'ın renkli hayal gücünün fantastik izlerini bizlere sunarken, aşkın özgün halini de gözler önüne seriyor. 1915'te, Bella'yla evlenmeden sadece birkaç hafta önce Chagall tarafından resmedilen bu tabloda kırmızı, mavi ve yeşil tonları çiftin paylaştığı aşkın güçlü bir ifadesini bize yansıtıyor. Bella zeminin üzerinde süzülürken, Marc sevgiyle yükselip onu öpmek için geriye doğru eğiliyor. Tabloda, genç aşıkların arasındaki sevgi duygusunu, tuvalin her noktasında hissedebiliyoruz.
"The Jewish Bride"
Rembrandt van Rijn, ''The Jewish Bride", 1665, © Rijksmuseum
Rembrandt, "The Jewish Bride" tablosu ile yaşadığı çağın ötesine geçerek sevgiyi, farklı bir bakış açısıyla ele alıyor. Işık ve gölge kullanımlarıyla figürlerdeki güçlü ifadelerle Rembrandt her fırça darbesiyle sevgiyi dramatikleştirmeden resmediyor. Rembrandt'ın ölmeden iki yıl önce tamamladığı bu eser, portreleri ve oto-portreleri ile öne çıkan ressamın en iyi tablolarından biri olarak kabul ediliyor. Rembrandt'ın 1667 yılında yağlı boya ile tuval üzerinde yaptığı tablo ismini, Amsterdam'lı bir koleksiyonerin, Rebeka'nın boynundaki kolyenin Yahudi bir babanın düğün günü kızına hediye ettiği kolye ile aynı olduğunu tespit etmesi üzerine alıyor. Tablodaki genç çiftin hikayesi hakkında çok az şey biliyoruz ama resim her durumda portrenin ötesine geçiyor. Yüzleri Rembrandt'ın ışık ve gölge kullanımıyla parlıyor. Basmaklıp aşk kalıplarından sıyrılaran tabloda, sabır, tevazu ve sevginin ilham veren tasvirini görüyoruz.
"The Kiss"
Gustav Klimt, ''The Kiss", 1907–1908, © Österreichische Galerie Belvedere
Art nouveau akımının en popüler eserlerinden biri olan "Der Kuss" zaman ve mekanın ötesinde bize aşkı betimliyor. Gustav Klimt'in 1907 - 1908 yılları arasında resmettiği bu tablonun canlılığı ve zerafeti ilk bakışta insanı etkiliyor. Tabloda erkeğin üzerinde keskin hatlı, koyu renkli kare ve dikdörtgenler göze çarparken kadının üzerinde daha yumuşak ve daha renkli daireler mevcut. Böylelikle erkeklerin sert ve keskin hatlı bakış açılarına karşılılık kadınların zarif ve renkli dünyasının tabloda yansıtıldığını söyleyebiliriz. Sanat tarihçileri tarafından Klimt'in yağlı boya ile tuval üzerine çalıştığı bu tabloda gerçek aşkı Emilie Louise Flöge resmettiği tahmin ediliyor. Viyana'daki Belvedere Sarayıi'nda sergilenmekte olan "Der Kuss" yıllar geçsede aşk tasviri ile hala bizi büyülemeyi başarıyor.
"The lovers"
René Magritte, "The lovers", 1928, ©The Museum of Modern Art
Çağdaş ressamlara ilham kaynağı olan gerçeküstücülük akımının en önemli temsilcilerinden René Magritte'in gizemli dünyasında "The lovers" ile aşkı keşfediyoruz. Sanatında gizem barındırmayı seven sanatçı, eserinde öpüşen iki kişinin yüzlerini beyaz bir kumaş ile örtüyor. Sanat tarihçileri tarafından çiftin yüzlerin örtüyle örtülmesinin nedeninin Magritte'in annesinin intiharından etkilenmesi olduğu öne sürülüyor. Magritte'in annesi intihar ettiği nehirden çıkarılırken yüzü kumaş ile kapalı olduğu ve Magritte'in bu tabloyu o andan etkilenerek oluşturduğu yapılan yorumlar arasında. Sanatçı tabloda iki aşığın birbirlerini öperken aralarına koyduğu örtü ile aşkın mesafesini bize anlatıyor. Sanatçı bu gizemli tablosunda, birbirinizi ne kadar severseniz sevin, ortam ne kadar güzel olursa olsun, ne kadar yakın olursanız olun aşkta her zaman bir mesafe vardır mesajını veriyor.
"The Kiss"
Edvard Munch, ''The Kiss", 1897, © Munch Müzesi
Norveçli ressam Edvard Munch'ın 1897'de yaptığı "The Kiss" aşkın tasvir edildiği dışavurumcu eserlerden biri. Dışavurumculuk ve Sembolizm akımının temsilcisi Munch, çocukluk ve gençlik yıllarında yaşadığı hüzünlü olayları tablosuna melankolik fırça darbeleriyle yansıtırken, 1888-1889 yılları arasında aşkı ve romantizmi tuvallerinde kendi bakış açısıyla ele alıyor. Munch'un aşk hakkında yaşadığı ikilemleri tablolarında görmemiz mümkün. Munch'un aşkı anlattığı bu tablosunda birlikteliklerin semboli olan birleşmeyi yüzlerinin yok olması olarak tasvir ediyor. Sanatçının bakış açısıyla tabloda sevgiyle beraber bireyin benliğini geride bırakışını da görüyoruz. Aşkı farklı bir bakış açısıyla ele alan Munch "The Kiss" tablosunda hem tutkulu bir varoluşu hem de sevginin yok edici etkisini çarpıcı bir şekilde ele alıyor.
"Danse à la campagne"
Pierre Auguste Renoir, "Danse à la campagne", 1883, © Paris Musée d'Orsay
Empresyonizm dendiğinde akla gelen ilk isimlerden Pierre Auguste Renoir'in "Danse à la campagne" tablosu canlı renkleriyle aşkın tutkulu danslarından birinin tasviri. Renoir 1883 tarihli "Danse à la campagne" tablosunda bir kestane ağacının altında dans eden çifti görüyoruz. Renoir bu tabloda tüccar arkadaşı Paul Auguste Lhôte ile Lhôte'nin ilerde eşi olacak Aline Charigot aşklarını resmediyor. Renoir'in İtalya gezisinde Raphael'in sanatından etkilenerek yaptığı resim, ressamın farklı bir dönemini yansıtıyor. Tabloda müziğe kapılan çiftin aşk sarhoşluğu ile dans ettiğini görüyoruz. Çiftin dansın bir sekansı gibi aynı hareketle birbirine bağlanışı aralarındaki güçlü sevgiyi bize anlatıyor. Müziğin ve dansın eşliğinde aşkın tutkusunu bu tabloda hissedebiliyoruz.