1666’da Buckingham Dükü için inşa edilen malikane alevler içinde kaldıktan sonra, Cliveden House’un temeli 1851’de ünlü mimar Charles Barry tarafından atılmış. Tarihi kaynaklara göre, 1893 yılında Westminster Dükü’nün ünlü malikaneyi Astor ailesine satması, Kraliçe Viktorya tarafından hoş karşılanmadıktan sonra, aile 1942’de Cliveden’ı milli hazineye devretmiş. 2012 yılından beri beş yıldızlı otel olarak hizmet veren bu tarihi yapıda kendinizi, “Downton Abbey”de hissedeceğinize şüphemiz yok. Kral I. George’tan beri Britanya monarklarını ağırlayan Cliveden’ın konuk listesi ise epey kabarık. Berkshire’in pastoral dokusuna panoramik bir bakış atan otel, geçmişte Charlie Chaplin’den Wiston Churchill’e, Harold Macmillan’dan A.B.D Başkanı Roosevelt’e, George Bernard Shaw’dan John Profumo’ya kadar tarih kitaplarına adını altın harflerle yazdıran ünlüleri ağırlamış. Hikayesi kadar sunduğu lüks hizmetlerle de dikkat çeken Cliveden House; konuklarını Thames Nehri’nde bot turu, spa ile spor aktiviteleri ve The Astor Grill’de lezzetli menülerle karşılıyor.
1914’te inşa edilen, Kral Edward dönemine ait Rosewood London, Londra’nın kalbinde yer alıyor. İngiliz kültür mirası ve Belle Époque’un mimari tarzını çağdaş tasarımın olanakları ile yorumlayan otel, 262 misafir odasına ve 44 süite ev sahipliği yapıyor. Rosewood’un iç mekan tasarımı ise Tony Chi and Associates’a ait. The Martin Brudnizki imzalı Holborn Dining Room dış mekan terasında klasik İngiliz müziği eşliğinde çeşitli lezzetleri servis ederken, Scarfes Bar canlı caz müziği eşliğinde birbirinden nefis kokteylleri konuklarının beğenisine sunuyor. Rosewood’un Kral Edward dönemine ait kemeraltlarından geçip sarmal Pavonazzo mermer merdiveninden inerken kendinizi “The Crown”da beş çayına hazırlanan Prenses Margaret gibi hissedeceğinize şüphe yok.
Devon’da yer alan Lympstone Manor, “21. yüzyılın lüks kırevi” anlayışı ile 2017’de yola çıktı. Kral George döneminden kalan malikaneyi renove eden Britanya’nın ünlü iki Michelin yıldızlı şefi Michael Caines, otelin hayalleri gerçeğe dönüştürdüğünü iddia ederken, “hayatım boyunca başardığım her şey, beni Devon’a ve Lympstone Manor’a getirdi” diyor. Otelin mimari tasarımı ise hayli ilginç. Lympstone’un odaları isimlerini Devon’ın kuş türlerinden alırken, mavi tonların ağırlıklı olduğu “yalıçapkını”ndan asil gri tonlarının hakim olduğu “balıkçıl”a kadar her bir odanın tasarımı ismini yansıtıyor ve konuklarına kişiselleştirilmiş bir deneyim sunuyor. İç mekan tasarımı ile çağlar arasında köprü kuran Lympstone, mimarisinden ibaret değil tabii. İsmini civardaki bir kaleden alan Powderham İngiliz ve dünya mutfağının en lezzetli yemeklerini servis ederken, otelin en büyük restoranı Barry Head, duvarlarını süsleyen Kurt Jackson ve Stephanie Rews’ın eserlerini sanatseverlerle buluşturuyor.