The White Lotus, 2020 yılında yalnızca bir mini dizi olarak planlanmışken, kısa sürede HBO'nun kült dizileri arasına adını yazdırdı. Hawaii'deki ilk sezon ve Sicilya'daki ikinci sezon, izleyiciyi yalnızca egzotik lokasyonlara değil, karakterlerin bencillik, sınıf farkı ve yozlaşma dolu iç dünyalarına da sürüklemişti. Her sezon farklı karakterlerle, yeni bir "kaçış" hikâyesi sunarken, aslında kaçamadıkları tek şeyin kendileri olduğu fikrini işliyordu. Tayland'da geçen üçüncü sezon ise bu tema üzerine inşa edilmiş en soyut, en ağır yapım olarak dikkat çekiyor.
Yeni sezonda farklı arka planlara sahip konuklar, Bangkok yakınlarındaki beyaz kumlarla çevrili lüks bir White Lotus Resort'unda buluşuyor. Ama bu sefer tempo daha yavaş, çatışmalar daha içeriden, atmosfer ise belirgin şekilde daha sarsıcı.
Victoria Ratliff ve ailesi, sezonun en çarpıcı hikâye örgüsünü taşıyor. Parker Posey'nin canlandırdığı Victoria, ince mizah duygusunu tek başına sırtlanırken; Jason Isaacs'ın hayat verdiği Timothy karakteri ise yavaş yavaş çöküşe geçen bir adamın portresini çiziyor. Finansal krizler, bağımlılık ve sahte huzur; Ratliff ailesinin Tayland'daki görünüşte dinlendirici tatilinin altını oymaya devam ediyor. Aile içinde yer alan Lochlan-Saxon ilişkisi ise dizinin bugüne dek en tartışmalı ve rahatsız edici konularından biri hâline gelmiş durumda.
Diğer yanda, yıllar sonra yeniden bir araya gelen Kate (Leslie Bibb), Laurie (Carrie Coon) ve Jaclyn (Michelle Monaghan) üçlüsü, kadın dostluklarına dair ilginç bir anlatı sunuyor. Başlangıçta "kız kıza tatil" havasında başlayan bu buluşma, kısa sürede içten içe çatırdayan ilişkileri ve birikmiş öfkeleri gün yüzüne çıkarıyor. Aralarındaki siyasi farklılıklar, kıskançlıklar ve geçmişten taşan kırgınlıklar, otelin huzurlu atmosferine sinsi bir şekilde yayılıyor. Özellikle son bölümde, grubun birbirini görmezden geldiği ve laf sokmalarla süslediği sahneler, dostluk maskesinin arkasındaki yabancılaşmayı etkileyici biçimde gözler önüne seriyor.
İlk sezondan tanıdığımız Belinda (Natasha Rothwell), Tayland'daki White Lotus oteline bir eğitim programıyla geri dönüyor. Ancak bu kez hikâyenin merkezinde değil; odasında haftalardır peşini bırakmayan bir kertenkeleyle mücadele ederken, izleyiciye tanıdık ama derinleşmemiş bir karakter olarak sunuluyor. Greg ise hâlâ gölgelerde dolanıyor. Tanya'nın ölümünün ardından kalan soru işaretleri çözüme ulaşmış değil; karakterin varlığı bir hatırlatma işlevi görüyor, ama etkisi silik kalıyor.
Rick (Walton Goggins), sezonun en sıra dışı çizgisine sahip karakteri. Otelden ayrılıp Bangkok'a giden Rick, babasının ölümüyle ilgili gizemi çözmeye çalışırken içsel bir hesaplaşmanın eşiğine geliyor. Son bölümde Bangkok'ta yaşlı bir adamla yüzleşmesi, karakterin sezona yayılan sessiz gerilimini somut bir patlama noktasına taşıyor. Genç sevgilisi Chelsea (Aimee Lou Wood) ile arasındaki ilişki ise hâlâ bir arayış içinde. Görünürde yakın, içerden kırılgan olan bu ikili, sezon boyunca huzurdan çok çelişkiyi taşıyor.
Dizinin üçüncü sezonu, seyirciyi aksiyonla değil detayla sınayan bir yapıya sahip. Ufak bakışlar, anlık sessizlikler ve alt metinler sezona yön veriyor. Ancak bu tercihler, bazı izleyiciler için tempoyu düşürücü bir unsur olarak algılanmış. Karakterler arasında geçen diyaloglardan çok, aralarındaki mesafenin anlatılmaya çalışıldığı bir sezon bu. Bu yüzden kimi sahneler hafızaya kazınırken, bazı bölümler "hiçbir şey olmamış" hissi yaratabiliyor.
Bu sezonun teması, yalnızca bireysel çözülmelerle sınırlı değil; spiritüel sorgulamalar da fazlasıyla yer buluyor. Tayland'ın maneviyatla özdeşleştirilen coğrafyası, karakterlerin içsel dönüşüm çabalarına bir fon oluşturuyor. Mike White'ın açıklamalarına göre sezonda doğu felsefesi, ölüm kavramı ve yeniden doğuş gibi temalar ön planda. Ancak her karakter bu felsefeye farklı bir mesafeden yaklaşıyor: kimi kaçıyor, kimi yüzleşiyor, kimi de görmezden geliyor.
Fotoğraflar: Blu TV