Malatya'da başlayan serüvenimde İstanbul, Berlin, Münih, Belçika gibi pek çok şehirde yer aldım. Malatya'dan çocukken dürtüsel olarak ürettiğim resimlerim vardı. Resim yapmak, çizmek benim için önemliydi her zaman. Malatya'dan İstanbul'da geldiğimde gözümü Hukuk Fakültesi'nde açtım. Devasa kitaplar önüme koyuluyor, insanlar bir şeyler anlatıyor ama ben kendimi oraya ait hissetmiyorum. Bir türlü hukukla bağ kuramadım o dönemde. Medeni Hukuk hocamız vardı Hıfzı Velidedeoğlu, derslerde hep onun yumuşak yüzünü çizerdim. Böyle olmayacağını anladığımda Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu'nun yetenek sınavına girip onu kazandım. Alman disiplinini benimseyen, Bauhaus ekolünün bir yansıması olan okul, benim için büyük bir şans idi. Hocalarım çoğu Alman'dı, böyle bir ortamda sanat adına pek çok şey öğrendim. Lise eğitiminden gelen resim anlayışını bu eğitim başka bir boyuta taşıdı. Bu öğrenimde beni başka bir boyuta taşıyan bir diğer kişi ise hocamız Carl Gremminger'di. Örneğin Carl Gremminger ders için cam aldırır, hepsini yere atar "Bu aksiyon da işte bir sanat." derdi. Carl Gremminger, entelektüel birikimi olan, yedi dil bilen, felsefe tutkunu bir insandı. Aynı zamanda Mevlana aşığı olan Gremminger, derste bize Mesnevi okurdu. Ben ondan sonra Mevlana'nın Mesnevi kitabını alıp, başucu kitabı yaptım. Eserlerimde Mevlana'dan birçok ize rastlayabilirsiniz. Sanat hayatımdaki ilk ışık, Gremminger'den geldi diyebilirim. Sonrasında Almanya'nın tanıdığı fırsatlarla sanat yaşamımı şekillendirdim. 1970 senesinde kazandığım bursla iki sene Münih Akademisi'nde ihtisas yaptım. 1978 yılında ise doçentlik bursu kazandım. Münih ve Berlin'de araştırmalar yaptım bu burslarla. 1983'te ise Berlinli Sanatçılar bursuna hak kazandım. Alman disiplini birçok çalışmama yansıdı.
Gremminger ile başlayan kıvılcım Alman Hungerberg'in öğrencisi olmamla devam etti. Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu'nu bitirdikten sonra Hungerberg'in asistanlığını yapmaya başladım. Bu dönemde Salzburg Yaz Akademisi'nde dersler aldım. Burada çok ünlü soyut ekspresyonist İtalyan Imigido Vegivada ile çalışma fırsatı yakaladım. O dönemde çok büyük soyut resimlerim vardı. Mektuplar yazıyordum, bu tabloların üstüne yapıştırıyordum. Derste içeri girer girmez "Turko" diye bağırırdı, onunla böyle dostluğumuz gelişti. Bu okuldan sonra büyük bir sergi yaptık, benim heykellerim ve resimlerim bu sergide yer aldı. Bu dönemde yavaş yavaş grotesk figürlerim oluşmaya başladı. Grotesk figürlerimden oluşan ilk sergimi de 68 yılında Türk–Alman Kültür Merkezi'nde gerçekleştirdik. 71 -73 sonuna kadar Münih Akademisi'nde derslere devam ettim. Burada da sürrealist ressam Max Zebelman ile tanıştım. Onun atölyesinde üretimler yapmaya başladım. Sonrasında Türkiye'de Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu'nda hocalık yapmaya başladım ve orada bir atölyem oldu. O dönem birçok sanatçıyı yetiştirdim. Örneğin Kemal Önsoy, Tayfun Erdoğmuş, İsmail Acar, Mehmet Uygun hepsi benim öğrencimdi.
Sanat, hayatımın başucunda konumlanıyor. İçimden çıkan bir özellik var, bunu ortaya koyabiliyorsanız ne mutlu. Ben bildim bileli resim çizen insanım. Üç yaşında bahçeye su dökerken bile bir resim yapıyormuşum. "Ne yapıyorsun?" diye sorduklarında "Hatçe Bacı'nın resmini yapıyorum." dermişim. Sanat o yüzden içsel ve dürtüsel bir yolculuk benim için. Son zamanlarda ise zamanı boşa geçirmek istemiyorum. O yüzden kendimi kapadım ve sürekli üretim yapıyorum. Bağ demek, bir şeye dönüp ona tekrar bağlanmak demek. Sanat üretiminde bir şeyler ortaya çıkıyor ama siz de farkında değilsiniz. O farkında olmamanın getirdiği şeylerle tekrardan onu isteme durumuna geldiğinizde kelimeler dökülmeye başlıyor zihnimden. Bu açıdan bir eserin bitişi benim için önemli. Finalde tüm o yorgunluğun üzerine bir mutluluk oluyor. Resimlerimde yer alan yazılar da o mutlulukla dökülen kelimelerden oluşuyor.
Tabii ki ben Doğu'da Malatya gibi bir bölgede büyüdüm. Bizde Bizans, Hitit ve daha pek çok kültürü görmek mümkün. Çocukluğunuzda gördüğünüz, gezdiğiniz bu kültürel mozaik elbette sanatınıza yansıyor. Batı'da da yaklaşık 15 yıl yaşadım. Çocukluğunuzda kendi gözünüzle, bakışınızla incelediğiniz şeylerin içinizde sentez yaparak dışa vurması, benim sanatımı şekillendiriyor. Hiçbir zaman şunu yapayım diye yola çıkmıyorsunuz ama hayatınızın yansıması sanatınızda yer buluyor illa ki. Benim "Kümbet" adında eserim var. Bu eser benim için, içinde yaşanılan birçok ögeyi barındırıyor. İkisi de ayrı yerde; biri İstanbul'da diğeri Berlin'de yapıldı. İkisini birleştirdiğinizde bir eser oluşuyor. Bu aslında benim Doğu–Batı arasındaki bağı yansıttığım en güzel eserim diyebilirim.
Ben aslında yaratılış üzerine çok kafa yoruyorum. 83 senesinde yaptığım "Yedinci Gün" eserimi iki senede bitirdim. Bu eserime "Yedinci Gün" adını vermemdeki sebeplerden biri, yaradılışın resmi olarak düşünmemden kaynaklanıyor. Bütün bu düşüncelerle birlikte okuduğum şeyler beni çok fazla besliyor. Mevlana'yı boşuna okumuyorum. Yaradılış konusunda Mevlana'da çok fazla ipucu var. Özellikle son zamanlarda yaptığım eserlerde soyut lekelerin karanlığın içinden bir anda fırlamasını, bir ışık olarak yansıtıyorum. Karanlık ve aydınlığın ikilemi, ondan sonra rengin ışıktan doğması, yaratılış temasını yansıtıyor. Tabii bu renkler ve ışıklar içinizden bir dürtüyle, ilhamla çıkıyor.
"Büyülü Bahçe Serisi" 2022
Sabah kahvaltımı yaptıktan sonra 10'da oturup, yapacağım şeyi düşünüp o iş bitene kadar atölyeden çıkmamak, benim ritüelim. Bu çalışma disiplini tam bir Alman disiplini şeklinde işliyor bende.
Evimin tümünü atölye yaptım. En üst katta güne başlar, aşağıya iner orta katta yağlı boya yapar, en altta da akrilik ve diğer boyalarla resim çizerim. Desen çizmek benim günlük yaşamımın bir parçası. Akrilikle çalışmak benim için son dönemlerde zorlayıcı oluyor, çok katmanlı olduğu için.
Renk benim için solmaması gereken bir ifade biçimi. Desenlerimle yaptığım şeyler zamanla solmaya başladı. Çünkü bu çalışmalarımda az renk kullandım. Bu renkler az olduğu için zamanla bozuluyor. Bu yüzden çalışmalarımda solmayacak boyalar kullanıyorum.
Yazılar benim için resmi tamamlayıcı bir öge. Resme baktığınızda yazının da bir parçası olun istiyorum. Elimin, yazarken de resimsel olmasını istiyorum. Yazılar resimler birlikte düşünce kompozisyonun bütünü yansıtıyor.
Benim 1983'te yaptığım "Piskoportre" adında bir resmim vardı. O eserime bir şiir yazmak isterdim. Başlığı da "Pisko" olurdu. O dönemde grotesk figürlerden sonra "piskoportre" resimler yapmaya başlamıştım. Psikolojik bir yüzde birçok şey anlatıyordum.
Bu imgeler dürtüsel olarak ortaya çıkıyor. Bu konuda akademik eğitim çok önemli. Bu eğitim olduktan sonra hayatın bana kattığı birçok şey bu imgelere dönüşüyor.
Bu böcek imgelerinin temel noktası çocukluğum. Malatya'da bahçede büyüdüm, böcek alemi benim samimi dostlarımdı. Tüm böcek alemini yakından inceler onları resmederdim. Bir tür resim yeteneğim de olduğu için bu figürler kağıda dökülürdü. Büyüyüp Malatya'dan ayrıldıktan sonra ise bu figürlerle tekrar karşılaşmam, Salzburg'da oldu. Salzburg Yaz Akademisi'nden Venedik'te profesör olan İtalyan hocama mektup yazmaya karar verdim. Ve birden bire aklıma böcekler geldi. Mektubuma o desenleri çizdim, altına sözcükler yazdım. O desenler bir anda sanatımın bir parçası olmaya başladı.
"Büyülü Bahçe Serisi" 2022
Kendi varoluşumuzu en başından beri merak ediyorum ve bu da eserlerime yansıyor. İnsanın varoluşunu, yaradılışı merak ediyorsunuz. Bu merak da resimlerimin birçoğunda yer alıyor. Renkleri fışkırtıyorum, yaratılışı ışıkla ifade ediyorum. Varoluş felsefesi burada devreye giriyor. Camus, Sartre bu iki ismi çok okudum. Böceklerle çalışmaya başladıktan sonra Kafka'yı da okumaya başladım. Kafka için de bir sergi yaptım. Humboldt Üniversitesi bu sergiyi kitaplaştırdı. Kafka için yazılan yazılarla beraber benim resimlerim bu kitapta yer aldı.
Her insanın bakış açısı, gördüğü farklıdır. Bu açıdan yine eğitimi önemsiyorum. İnsan bir esere baktığında eğitilmeden önce farklı, eğitildikten sonra ise bambaşka şeyler görür. Sanat eğitimini bu açıdan herkes görmeli. Biz dürtüsel olarak ortaya çıktık ama bizi eğitim bambaşka bir kulvara getirdi. Ben eserlerimde tüm insanlığa hitap eden yapıtlar ortaya çıkartıyorum. İnsanlar benim resmime baktıklarında neyi görmek istiyorlarsa onu görsünler bence.
Kafka, muhtemelen o masadaki kimseyle anlaşamazdı. Ama ben Leonardo da Vinci ile iyi anlaşırdım. Leonardo da Vinci'ye "Böceklere de bak." derdim. Kafka'ya "Resimlerimi incele." derdim. Mevlana'ya ise "aşk" derdim.
EArt Galeri'nin sahibi Ergün (Arslan) benim dostum. Ergün birkaç sene önce benden resim satın almak istedi ve beni kızı ve eşi Ceyda ile ziyaret etti. Ergün'de farklı bir ışık gördüm. Davranış biçimiyle ve şekliyle şimdiye kadar karşılaştığım galeri sahiplerinden farklıydı. Bu alışveriş ortamında dostluğumuz başka bir boyuta evrildi. EArt Galeri o dönemde faaliyetini İzmir'de yürütüyordu. İstanbul'da yeni yerlerini açtıklarında bana bir sergi teklifi getirdiler. Birlikte sergi açma fikrine ben de "Neden olmasın?" dedim. İlk olarak "Ekim ayında yapalım." dediler. Ben de "Yok, kasım da yapalım. Kasım ayında 80 yaşına gireceğim." dedim ve böyle bir sergi yapmaya karar verdik.
"Otoportre" 2022
Bu sergide 80 yaşına gelmiş bir sanatçı görmeyecekleri kesin. Eserlerimin hepsi benden genç duruyor. Sergide izleyiciler renkli, bol ışıklı bir Ergin İnan ile karşı karşıya olacaklar. Işık ve renk benim için çok önemli. Her insanın içinde farklı bir ışık vardır. Bunu keşfetmeleri çok önemli. Bu sergide de ışığı rengin içine gizliyorum.
Bu eser anlık olarak çıktı içimden. "Figür olarak ben değilim ama benden çıkan bu yapıt 'Otoportre' olsun." dedim. Üzerinde çok titizlenerek yaptığım bir çalışma değildi, anlık hislerimin dışavurumu bu eser. "An" önemlidir aslında ama onu yakalamak çok önemli.
ALEM Dergisi'yle daha önce röportajlar yapmıştım. Eskiden kültür -sanat için pek çok dergi, yayın mevcuttu. O dergilerde pek çok sanat eleştirmeni olurdu. Şu an insanlara hitap eden, sanatı odağına alan ALEM Dergisi var. Sizinle bu çekimi yaptığım için çok mutluyum.
80 yaş beni bir yere getirmedi. Bu yaptığım işler, az buz işler değil. Sanat dünyasının, yaptığı işlerle bir yere gelmesini diliyorum.